"Filistinli olmak" ne demektir?

Filistinli olmanın tarihi sürgün, sömürü ve katliamın tarihidir. Modern dünyada Filistinli olmak demek dünyadaki tüm acılara herkesten önce maruz kalmak demektir...

“Filistinliler bizim için ötekilerdir.” Bilinçli ya da bilinçsiz, Avrupa’da oldukça yaygın bir kanı bu. Evet, aynen öyle! Hâlbuki Avrupalılara ne çok benziyorlar. Tıpkı bizler gibi evleri, geçim dertleri, aşk hikâyeleri, evlatları var. Tek bir farkla; işgal nedeniyle evleri her an yıkılma tehdidi altında, yine aynı sebepten yaşanan büyük maddi kaygılar, yarıda kalan aşk öyküleri ve işgalciler tarafından biteviye hapsedilen, hatta öldürülen çocuklar.

  • Dört Filistinli Ahmed Frassini, Muhamed Al Hawajri, Hanan Wakeem ve Saleem Albeik bize Filistinli olmanın insanî düzeyde nasıl bir his olduğunu anlatıyor. Tanıklıkları, bu halkın ne kadar parçalanmış, dağılmış, incinmiş olduğunu gözler önüne seriyor.

Ahmed bizatihi işgal altındaki Batı Şeria'dan geliyor. Gazzeli Muhammed abluka altındayken ölüm tehlikesi atlattı. Saleem'in ailesi altmış yıldır bir mülteci kampında yaşıyor. Hanan maskesi taktığında İsrail’de yaşayabiliyor. Bu kurbanların sesine kulak verin.

***

İsrail tarafından hapse tıkılıp işkence gördüğünde on iki yaşındaydı!

Ahmed Frassini, Batı Şeria

Bize kendinizden ve Batı Şeria'daki Filistinlilerin yaşamlarından bahseder misiniz?

Adım Ahmed Frassini, 1975 yılında, Cenin şehrinde yaşayan Filistinli mütevazı bir ailede doğdum. İşgalin gerçekliği ile ilk defa büyükbabam ölmeden önce Hayfa'dan tahliye edildiği evini görmek için geri dönmek istediğinde yüzleştim. Babam ve ben ona eşlik ediyorduk. Vardığımızda, büyükbabam doğduğu evin İsrailli bir aile tarafından işgal edildiğini gördü ve yaşadığı sarsıntı ile yere düşerek astım krizine girdi.Gençtim ama bu sahne, sürgünün ve işgalin tüm şiddetini kavramamı sağladı. Bu hikâyeyi büyükbabamdan dinledim, Hayfa'daki hayatından anekdotlar ve ayrıntılarla bana bunu anlatmaya devam etti. O günden beridir biri bana nereli olduğumu sorduğunda Hayfalıyım diyorum.

İşgali nasıl yaşadınız?

BM gıda yardımından un, şeker yahut tuz almak için kuyruğa giren dedem ve babamı görünce tehcir gerçeğini hissettim. Okula gidiyordum, güzel kıyafetlerim vardı; her şeye rağmen düzgünce yaşadık. Hatta hep sınıf birincisiydim!

1987'deki Birinci İntifada'nın ne gibi etkileri oldu?

Her şey değişti. Artık işgal karşıtı gösterilerde okuldan daha fazla zaman geçiriyordum ama bir akşam, sabaha karşı saat iki civarında, İsrail ordusuna ait birkaç cip büyük bir yaygarayla köyüme baskın yaptı. Aileme beni tutuklamaya geldiklerini söylüyorlar, bağıra çağıra havaya rastgele ateş ediyorlardı.

Babam onlara bunun imkânsız olduğunu söyledi, on iki yaşında ya vardım ya yoktum! Ordunun başındaki yetkili yirmi bir yaşında olduğumu iddia ediyordu. 1975’te doğmuştum ve 88’in başlarındaydık. Ancak elimizdeki tüm belgelere ve apaçık yazan tarihe rağmen görevli kişi ısrarla yirmi bir yaşında olduğum hususunda diretti. Güçsüzdük, silahsızdık! Bu yüzden hapse atıldım ancak duruşma günü, zorla mahkeme salonuna giren barışçıl örgütlerin mücadelesi sayesinde serbest bırakıldım.

Cezaevinde geçirdiğim bu üç hafta beni derinden etkiledi. Uzun uzun sorguya çekildim ve işkence gördüm. Kulaklarıma kablo bağlayarak vücuduma elektrik verdiler. Uykudan mahrum kaldım. Dolaplara kapatılmıştım. Çok fazla dayak yedim. Kilitlendiğim tuvaletlerde askerler ihtiyaçlarını karşılarken kalmak zorunda bırakıldım. Tüm bunları yaşadığınızda hayata başka bir yerden bakmaya başlarsınız.

Sizin için psikolojik sonuçları neler oldu?

Beni güçlendirdi, kişiliğimi şekillendirdi ve çabucak büyümemi sağladı. O zamanlar hapishane koşulları beni yerle bir etmedi. Bunun sonuçlarını ancak bugün kâbuslarımda hissedebiliyorum.

Mücadele vererek okumaya devam ettim ve henüz reşit olmadan üç kez daha hapse girdim. Hatta bir ara İsrail polisi tarafından yakalanmamak için altı ay boyunca yıldızların altında uyumak zorunda kaldım. 1993’te İntifada sona erdiğinde, artık dayanacak gücüm kalmamıştı, çok yorulmuştum. Artık o kadar başarılı bir öğrenci de değildim ve ailem için pek çok endişeye neden olmuştum. Babamın inşaat şirketindeki evraklarına el koyan İsrail askerleri altı ay boyunca onun işsiz kalmasına neden oldu.

İsrail kuvvetleri her yıl yüzlerce Filistinli çocuğu hiçbir suçlama olmadan gözaltına alıyor.

1993'te İsrail hükümeti, Filistin Yönetimi'nin kurulmasına izin vermeden hemen önce, Batı Şeria'da kendisine karşı tehdit oluşturan her şeyi "temizlemeye" karar verdi. Listede ben de vardım. Bana onlarla işbirliği yapmak, hapiste kalmak veya en az üç yıl sürgüne gitmek arasında seçim yapma şansı tanıdılar. Gitmeye karar vermiştim ama ayrılmadan hemen önce askerler beni üç ay kaldığım hapishaneye geri tıktılar.

Beni serbest bırakan ise Filistin Yönetimi oldu. İsrail'de yoğun bir gazetecilik eğitimi aldıktan sonra 1994'te sinema okumak için Rusya'ya gittim. Bu çalışmaların ardından Filistin'e geri döndüm ve 1999-2003 yılları arasında gazeteci ve film yapımcısı olarak çalıştım. Böylece İkinci İntifada‘ya da tanık oldum.

  • 2003 senesinde yine dayanmaya takatim kalmamıştı. Bütün bu haksızlıklar beni tüketti.

Bir gazeteci olarak elinizden hiçbir şey gelmedi mi?

Amerikalı, İtalyan ve Belçikalılardan oluşan Batılı bir muhabir ekibiyle gazeteci ve yapımcı olarak çalışıyordum. Hatta biz içindeyken bile askerler çalıştığımız ofise sık sık saldırırdı. Bir gün zorla içeri girdiler, bizi yan yana yere yatırmaya zorladılar ve İsrailli bir asker sırtımızda yürüyerek eğlendi.

Filistinli olmamız ya da olmamamız hiçbirinin umurunda değildi!

Bu gazeteciler hakkındaki kanaatiniz nasıl?

Birçoğu sadece bomba haberin peşinde fakat aralarında gerçeği yansıtmaya hevesli olanlar da vardı. Örneğin, bir CNN çalışanı olan gazeteci Michael Holmes'u hatırlıyorum. İsrail ordusunun 2002'de Ramallah'a düzenlediği saldırıyla alakalı "dolaysız" ve dürüst bir açıklama yapmıştı. CNN yönetimi bundan rahatsızdı. Ayrıca hakaret içeren e-postalar ve ölüm tehditleri almıştı.

Avustralyalı bir haber spikeri ve CNN International'ın muhabiri Michael Holmes.

Bir gün yayın aracındayken, bir İsrail komandosu ona isabet ettirmeden zırhlı camı delen bir mermi ateşledi. CNN, Holmes'u çok fazla risk aldığı ve ekibinin artık emniyeti kalmadığı konusunda uyarsa da Holmes kalmayı tercih etti!

  • İki gün sonra İsrail ordusuna ait iki cip onu almaya geldi, askerler tarafından zorla havaalanına götürüldü ve üzerinde ne bir kayıt ne de bir belge olmaksızın ABD'ye dönmek zorunda bırakıldı.
İntifada gerçekten çok zordu. Korkunç sahnelere tanık olduk, çocukları katlettiler.

İntifada sona erdiğinde Rusya'ya doktora yapmaya gittim ve orada Filistin üzerine kültürel faaliyetler düzenledim. Orada ileride eşim olacak, Rusça öğrenmeye gelmiş Belçikalı bir kız ile tanıştım. Evlendik ve o zamandan beridir Belçika'da yaşıyor ve çalışıyorum.

Ailenizin 1948'de yaşanan savaşa dair anıları var mı?

1948'den önce Araplar ve Yahudiler birlikte yaşamaktan endişe duymadıklarını söylemişti dedem. Kendisi demir yollarında çalışıyordu, Yahudi göçmenlerle dolu birçok trenin geldiğini gördüğünde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Bazı Araplar, onlara biraz yiyecek, kalacak bir yer, hatta bir toprak parçası yahut bina vererek gelen Yahudilere yardım etmeye çalıştılar. Arazi satma veya kiralama fikri yoktu, onun yerine misafirperverliği ve ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmayı tercih ettiler.

Fakat İngilizler bir gece içinde Filistin'i terk ettiklerinde Yahudiler işlerine nasıl geliyorsa öyle davrandılar.

Dedem, anneannem ve birçok insan, Hayfa’da bir meydanda toplanarak, yanlarına birkaç parça eşya dahi almadan şehri derhal terk etmek zorunda kaldı. Ailem kendini bir hiçliğin ortasında, evsiz, işsiz ve yerden biten bir parça köke muhtaç halde buldu. Sonunda gidip bir köye yerleştiler. Nekbe, he yönüyle “felâket” anlamına geliyordu.

İsrail'in kuruluşundan hemen sonra sürgün ve etnik temizliğe muhatap olan Filistinliler, bu süreci "Nekbe (Büyük felâket)" olarak adlandırıyor.

Peki ya 1967 savaşı?

1967'de Üçüncü İsrail-Arap savaşı patlak vermek üzereyken, kendisine Filistinlilerin müdafisi izlenimi vermek isteyen Ürdün rejimi onlara silah dağıttı ama fazla demode, yıpranmış ve etkisiz silahlardı.

Dedem ve arkadaşları savaşmak için adlarını yazdırmışlardı, ancak Ürdünlüler onları savaş meydanlarından uzak tuttular. Savaş yaklaştığında, kadın kılığına girmiş Ürdün askerlerinin tebdil-i kıyafet kaçıp Ürdün'e dönüşüne şahit oldular. Babam ve arkadaşları savaşmak istediler ama onlara bırakılan teçhizat işe yaramadı. Filistinliler uzun süre Mısır, Irak ve Ürdün ordularından gelecek olan yardıma boş yere inandılar. Nihayetinde babam dedemlerle birlikte Batı Şeria'ya kaçmak zorunda kaldı. Tarih tekerrür ediyordu, ikinci defa kapı dışarı ediliyorlardı.

Batı Şeria'daki Filistinlilerin gündelik hayatı nasıl?

Esasen birkaç merhaleden geçtik. 1970'lerin sonunda sınırlar açıldı, ticaret gelişti ve bazı Filistinliler zenginleşti. Bizlere, İsrail'e gidip orada bir süre kalma hakkı tanıdılar. Nispeten keyifli zamanlardı. İş gücüne ihtiyaç duyan İsrailliler bize çatışmanın gerçekliğini unutturmak istiyordu.

Fakat bu süreç, 1987'de Birinci İntifada ile sona erdi. Gerginlikler yeniden su yüzüne çıktı ve bir bakıma, böylesi çok daha iyiydi. Filistinliler olarak yine kenetlenmemize, mücadelemizin çıkarları doğrultusunda yeniden farkındalık kazanmamıza olanak tanıdı. Bazılarımız için, henüz çok genç insanlar olarak, ülkemizin tarihini keşfetmemizi, kırk sene içinde neler olduğu hakkında farkındalık kazanmamızı sağladı.

Birinci İntifada, tanklara karşı taşların yarıştığı bir mücadeleydi.

Birinci İntifada ile ikincisi arasında çok tuhaf bir dönem yaşandı. Müzakereler ve Oslo Anlaşmaları neticesinde alışılmış düzene ve işleyişe geri dönülmüştü ancak aynı zamanda bir hoşnutsuzluk da vardı. Tabii kaynakların kontrolünü kaybetmiştik ve sınırlarda, ne mültecilerin geri dönüş hakkı ne de Kudüs'ün statüsü konusunda hiçbir şey elde edememiştik. Bu sükûnet dönemi nefeslerimizi tutmamıza yol açmıştı.

Ancak uzun sürmedi. Birincisinin yanından dahi geçemeyecek olan İkinci İntifada patlak verdi. Daha az yankı uyandırmıştı ve daha fazla politikti ama her şeyden önce sonuçları bakımından çok daha kötüydü, çünkü kendimize olan inancımızı yitirmiştik. Bunun en önemli nedeni, Filistin yönetiminin etkisizliği ve yalnızlık içinde verdiği mücadeleydi. Oslo müzakereleri, barış görüşmeleri, bütün bunlar bir hiçti.

Dahası, Araplar tarafından terk edilmiş, Avrupalılar tarafından görmezden gelinmiş ve ABD’nin desteklediği İsrailliler tarafından ezilmiş hissetmiştik.

İsrail'in o zamanki büyük zaferinin bizi içeriden paramparça etmek olduğuna inanıyorum. En nihayetinde gündelik sıkıntılar, kontrol noktaları, kapalı sınırlar, düşük maaşlar ve tüm bu ekonomik savaş elbette gerçek meselelerdi, ancak en ciddi sorunumuz bu değildi.

  • Asıl yenilgi, İsraillilerin "etrafınıza bir bakın, size yardım eden biri var mı? Hiç kimse! Yapayalnızsınız, Araplar sizi yüzüstü bıraktı, Avrupa ve ABD ise bizi destekliyor" dediğini görmekti. İçimizde yaşayan umudu paramparça ettiler ama yok edemediler, vazgeçmeyeceğiz.
 

Filistin halkı bugün ne istiyor?

İki seçenek arasında kaldık. Bir yanda sadece özgür bir şekilde barış içinde yaşamak, öte yandan bizden çaldıkları ne varsa geri almak için sonuna kadar savaşmak. Siyasî açmazlar bazılarımızı yormaya başlasa da kaybedecek çok şeyimiz yok.

Bir yanımız kendini adalete ve özgürlüğe adamak istiyor. Diğer taraftan El-Fetih ile Hamas arasındaki gerilimi körükleyerek bizi parçalara ayıran güçlerin eylemlerine tanık oluyoruz. Filistin'deki - tamamen demokratik- seçimlerin kazananı Hamas olsa da Avrupa ve ABD’nin sonucu kabul etmemesi bizi hayli sarstı. Kime güveneceğimizi şaşırdık.

Avrupa sizleri hayal kırıklığına mı uğrattı?

Avrupa Birliği ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin gelişmesi Filistinlilerin zararına oldu. Biz anlamayız böyle hesaplardan… Sefaleti aksettirerek ve Avrupalılardan merhamet dilenerek hakkımızda konuşmak istemiyorum.

Açıkçası, bu çatışmanın özünü kavramak için büyük bir entelektüel olmanıza hacet yok. Çok basit; işgalci bir güç, işgal altındaki bir bölgeyi kolonileştiriyor. Tüm bu süreç belgeler ve uluslararası hukuk tarafından çok iyi aydınlatılmıştır, karanlıkta kalmış bir tarafı yoktur!

Ancak İsrail müzakere etmeyi reddediyor.

İsrailliler ayrıntılara boğup konuyu saptırıyorlar; buradaki kontrol noktasını kaldırmalı mıyız, oradaki kolonilere seyirci kalmalı mıyız? Aslında ne seyirci kalınacak bir yerleşim ne de tahammül edilecek bir kontrol noktası var. İşgal sona ermeli, hepsi bu ve uluslararası hukuka saygı gösterilmeli. Bu kadar basit, gerisi teferruat.

Bir Filistinli olarak hangi mesajı iletmek istersiniz?

  • İlk olarak konu hakkında çokça konuşabilmeyi ve ahvalimiz hakkında tanık kılmak istiyoruz fakat muhataplarımız kulaklarını kapıyor. Bizim tek bir dileğimiz var, o da adalet! Bu kavram asla İsrail’e ait cürümleri tanımlamak için kullanılmazken, tüm dünyada terörist olarak yaftalanmak korkunç bir şey.

Filistin meselesi, yıllardır Ortadoğu’nun kanayan yaralarından biri olmaya devam ediyor.

Yahudiler soykırımın acılarını taşıyorlarsa bunun bedelini niye biz ödemek zorundayız, neticede Avrupa’da yaşandı. Yani bu hiç adil değil!

Son olarak, herkesin bilgi arayışına çok önem vermesini rica ediyorum. Bir gazeteci olarak, gerçeğin bazen birçok nedenden dolayı ne denli suistimal edildiğini biliyorum. Yalnız benim sözüme itibar edip bana kanmayın ama öğrenin, kaynakları çoğaltın ve olayları mukayese edebilin. Bu çok hayati!

***

Hiçbir kelime, hiçbir resim acımızı tasvir edemez...

Bu sözler Gazzeli Muhammed El Havacri’ye ait.

Bize kendinden bahseder misin?

Adım Muhammed El Havacri. 1976 yılında Gazze Şeridi'ndeki Al Burj mülteci kampında doğdum. Ben bir ressamım ve Gazze Şeridi'ndeki Kızılay sanat programının kurucu ortağıyım. Sanatsal faaliyetlerim bana çokça seyahat etme şansı tanıdı; Ürdün, Körfez, Kudüs, aynı zamanda Fransa, İtalya ve Büyük Britanya. Tecrübemi taşıdığım Gazze'de projelerini koordine ettiğim çağdaş sanat grubu Eltiqa'yı kurdum.

1948 olayları sizde nasıl bir iz bıraktı?

Atalarımın ve ailemin acı dolu anıları bir miras gibi nesilden nesile aktarılıyor. Bu yaşanmışlıklar, bir gün sürgün edildikleri köy olan Al Jammama'ya geri dönmek gibi bir rüyaya dönüştü. Bugün, binlerce Filistinlinin sınır dışı edildiği ve çiftliklerinin yok edildiği bu köy, İsrail ordusunun kontrolü altındadır.

Henüz gençken, Filistin'in iç kesimlerinde çalışan babam okul tatillerinde beni yanına alırdı. Bir gün, köyümüzün orada olduğunu ve ismimizi taşıdığını söyleyerek bana bir tepe gösterdi. O zamanlar çok iyi idrak edemesem de babamın bana miras bırakmak istediği şeyin, toprak ve vatan sevgisi olduğunu çok sonraları anladım.

On altı yaşındayken okul masraflarımı karşılamak için İsrail'de çalışmaya başladım. Bu döneme dair tuhaf bir gözlemim var. Birleşmiş Milletler okullarındaki müfredatta yer almadığı için İbranice konuşmazdım. Orada yalnızca İngilizce eğitim vardı ve sadece İsrail'de düzenli olarak çalışan Filistinli işçiler İbranice konuşuyordu. Arap ülkelerine nispetle daha iyi maaş aldıkları için orada çalışmayı tercih etmişlerdi, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ne gidenlerin birçoğu ise daha kalifiye olanlardı. Böylelikle İsrail hedefine ulaşırken bu ‘beyin göçü’ ile batının gelişimine de katkıda bulunmuş oldu. Kimi şöhret kazanırken, kiminin adı sanı hiç duyulmadı; bir yabancı olarak yaşayıp, yabancı gibi öldüler.

Gazze Şeridi'nde yaşam koşulları nasıl?

Ölümler ve medya tarafından kullanılan görüntüleri, günbegün yaşadığımız dehşeti tasvir etmede yetersiz. İsrail, Gazze Şeridi'nden tek taraflı olarak çekildiğinden beri krizlerin ardı arkası kesilmiyor. Kontrol noktalarının kapatılmasıyla başlayan abluka, Filistinlilerin İsrail'de işe gidememeleri ile neticelendi. Bu noktada işler iyice sarpa sardı, zira bu işçiler Gazze'nin ekonomik hayatına büyük katkı sağlıyordu. Elde ettikleri gelir, yiyecek, ilaç, giyecek, okul malzemeleri satın almayı mümkün kılıyordu…

Hamas'ın seçim zaferinden sonra İsrail'in 2006'da kararlaştırdığı ablukadan bu yana nasıl geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?

Gazzelilerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan eşyaların, ilaçların girişi yasak. Özellikle kadınlar ve çocuklar arasında ani ve ciddi kayıplar yaşıyoruz, acil tıbbi müdahalenin durumu içler acısı. Savaş yaralarını tedavi edecek teçhizattan mahrumuz. Üstelik arka arkaya yaşanan elektrik kesintileri mevcut donanıma zarar veriyor, bu da bizde olmayan maliyeti ve bakım personelini gerekli kılıyor. İlaç eksiğimiz var, bazı özel ilaçların rezervleri hızla tükeniyor. Profesyonel cerrahlara ihtiyaç duyuyoruz.

Öte yandan eğitim, İsrail işgalinin uyguladığı şiddet sonucu tehdit altında. Pek çok parlak öğrenci yurtdışındaki üniversitelerde okumak için burs kazanıyor ancak Gazze Şeridi'nden ayrılmalarına izin verilmiyor. Birçoğu, çabalarının boşa çıktığını ve hayallerinin yıkıldığını görünce ümitsizliğe ve hüsrana kapılıyor.

Hamas'ın Gazze'de iktidara gelmesi ve Fetih'e rakip bir hareket olarak siyaset sahnesinde yerini almasının ardından Filistin'de siyasî bölünme başladı.

Hanan Wakeem, Saleem Albeik

“Kendi topraklarımızda ikinci sınıf vatandaşız!”

İsrail'de yaşayan Filistinli Hanan Wakeem'in böyle ifade ediyor.

Öncelikle bize kendinden bahseder misin?

1983 senesinde Celile’nin Milya köyünde doğdum. Orta öğrenimden sonra Kudüs İbrani Üniversitesi'nden mezun oldum. Muhabirlik, görme engelliler için rehberlik, müzede animatörlük gibi çeşitli işler yaparak altı yıl boyunca bu şehirde yaşadım. Üniversitede müşterek kültürel etkinlikler düzenledim. Ayrıca Kudüs ve Celile'de, hastanelerde çocuklarla gönüllü olarak çalışmalar yürüttüm. Mart 2008'den beri Filistin Sanat Merkezi Al Hoash'ın medya koordinatörü olarak çalışıyorum. Aynı zamanda birlikte uluslararası tura çıktığım Al Awda adlı grubunun profesyonel solistiyim. Ben de (herkes kadar) resim yapıyorum ve yazmayı seviyorum.

Nekbe sizin için ne ifade ediyor?

Yaşım itibariyle ona doğrudan tanık olmadım. Ancak, varlığımın ayrılmaz bir parçası. Dedem ve ailesi Lübnan, Ürdün veya Suriye’de ülke içinde yerinden edilmiş ama 1948'de İsrail devleti haline gelen bu coğrafi bölgeyi terk etmemiş Filistinlilerden.

“Ülke içinde yerinden edilmiş”…

O zaman insanlar, evlerini, ailelerini, tarlalarını, huzurlarını ve hatta haysiyetlerini kaybetmişler. Dedemin memleketi olan köyün adı Al Bassa. İsrail-Lübnan sınırına on dakika, dedemin yerleştiği ve benim doğduğum köy olan Milya'ya on beş dakika uzaklıkta. Tıpkı yerinden edilmiş diğer birçok insan gibi, Al Bassa'yı ziyaret etmek bizde de bir gelenek haline geldi.

Hâlen orada bulunan mezarlığın, iki kilisenin ve caminin bakımıyla ilgileniyoruz. Sonra sonra dedem bize Nekbe’nin korkunç anılarını anlatmaya başladı.

  • Siyonist bir milis olan Haganah, tüm köylülere kilisede toplanmalarını emretmiş; diğer gençler tecrit ve idam edilmişti, köylülerin geri kalanına da onları gömmeleri emredilmişti.

Dünyada birçok insan İsrail'de büyük bir Arap azınlığın yaşadığından habersiz. Sen de bu azınlığın bir parçasısın.

Nekbe'den sonra Filistinliler İsrail devleti haline gelen bu topraklarda kaldılar ve İsrail vatandaşlığını kabul etmek zorunda bırakıldılar. Tahliye edilmemiş olmaları, topraklarına, evlerine bakabilmelerinin garantisiydi fakat bu insanlar uzun süre askerî bir rejim altında yaşadılar; İsrail'i terk edemediler, Filistin'den ya da 1948 savaşından söz edemediler. Hakkında alenen konuşanlar hapse atılma ve hatta sınır dışı edilme riskini göze aldılar.

Arap azınlığımız İsrail nüfusunun %20'sini temsil ederken, Müslümanların yanı sıra Hristiyanları ve Dürzîleri de kapsıyor. Temelde Celile, Müselles ve Necef çölü olmak üzere üç bölgeye dağıldık. Ancak Hayfa, Led veya Yafa gibi sözde karma şehirlerde de yaşayanlar var. Yahudi göçmenler tarafından yeniden doldurulmak üzere işgal edilmiş ve sakinlerinden kısmen tahliye edilmiş kasabalar.

İsrail toplumu ve hükümeti ile ilişkiniz nasıl?

Genellikle çok gergin. Kendimizi bu bölgenin yerlileri olarak görüyoruz. Altmış yılı aşan işgal boyunca çok ciddi badireler atlattık.

30 Mart 1967'de İsrail hükümeti, Celile'deki üç köyün etrafını kaplayan geniş ekilebilir arazilere el koymaya karar verdi. Daha sonra binlerce Filistinli protesto etmek ve kendi bedenleriyle etten bir duvar örmek için sokaklara döküldü ancak İsrail güçleri kalabalığa ateş açarak biri kadın olmak üzere altı protestocunun ölümüne neden oldu. O zamandan beri, nerede olurlarsa olsunlar tüm Filistinliler bu ‘Yeryüzü Günü'nü muhakkak anarlar. Celile'de bu üç köyü birbirine bağlayan bir yürüyüş yapılır, bu da polisle çatışmalara neden olur. Ekim 2000'de bir başka büyük olay daha yaşandı. Kudüs ve Batı Şeria'da ortaya çıkan İntifadaya destek vermek için İsrail'de yaşayan binlerce Filistinli sokaklara döküldü. Yetkililer yine orantısız şiddetle mukabele etti ve yaşları 17-25 arasında olan on üç Filistinli can verdi.

Yargılanmadılar mı?

Aslında bir soruşturma süreci başlamıştı, ancak hiçbir polis veya askere yaptırım uygulanmadı. Bu size mevcut atmosfer hakkında bir fikir verir.

İsrail tüm vatandaşları için demokratik bir devlet mi?

Burada tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Yasaya göre hepimiz aynı devletin vatandaşlarıyız ve bu nedenle hepimizin aynı haklara sahip olması gerekiyor ama aslında dinî ve etnik mülahazalara dayanan ırkçı bir devletle muhatabız. Aksi kanıtlanmadığı sürece düşmanız.

Bu ayrımcılıkları nasıl yaşıyorsunuz?

İsrail toprağında yaşayan, İsrail kimlik kartı ve İsrail pasaportu taşıyan Filistinliler olarak bizim de seyahat etme, istediğimiz yerde yaşama ve evimizi istediğimiz yere inşa etme hakkımız teorik olarak var. Fakat gerçekte bir güvenlik takıntısına maruz kalıyoruz: Alışveriş merkezlerinde, üniversitede, sokakta, restoranlarda, bürolarda, iş yerlerinde, toplu taşımada… İsrail polisi bizi her yerde durdurma ve her yerde sorgulama yetkisine sahip.

Dahası, toprağının %85’i gasp edilmiş bir halk olduğumuz yetmezmiş gibi bir de İsrail hükümeti bizi evlerimizden de edecek bir siyaset yürütüyor. Hakkında “stratejik” olduğu hükmüne varılan her karış toprağa yasalar çerçevesinde el konulabiliyor. Sınıra yakın bir yerdeyse, muharebe alanına veya bir askeri üsse yakınsa o zaman zaten kesin olarak bu hüküm veriliyor. Nitekim İsrailli otoritelerin mülkiyetini tanımadığı pek çok Filistin köyü gasp edilmiştir. Oysa bu köyler 1948 sonrasında da öyle veya böyle hayatını sürdürebiliyordu. Celile’de de mülkiyet hakkı tanınmamış pek çok köy var hala. Bu köylerin sakinleri son derece korkunç şartlarda hayatta kalmaya çalışıyorlar. Evlerin çatısı yok, suyu yok, elektriği yok. Köyün çocukları okula veya doktora gitmek için kilometrelerce yol yürümek zorundalar.

Kendinizi ifade etme özgürlüğünüz var mı?

Hükümetimizin Gazze ve Batı Şeria’daki kardeşlerimize karşı yürüttüğü şiddet politikası hakkındaki hoşnutsuzluğumuzu ifade edebiliyoruz sadece. Bu haliyle mevcut durum, ifade özgürlüğü için ideal bir konumda olduğumuzu düşündürebilir. Fakat bugün yüzden fazla İsrailli Arap, tamamen siyasî sebeplerle hapishanelerde tutuklu haldeler. Tutuklananların çoğu, on yıldan fazla bir zaman önce direniş gruplarına katılanlardır.

Her gün sayısız insan törenlere ya da protesto eylemlerine katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınıp sert biçimde sorgulanıyor. İsrail’den ne istediğimiz hususunda pek çok şey söyleyebiliriz ama evvela İsrail devletinin Yahudi karakterinin meşruiyeti sorgulanmalıdır. İsrail'in ulus olma hakkını tanımadığı başka bir halkın kovulması üzerine inşa edildiği söylenemez. Ancak, İsrail’in etnik ve dini kökenine dayanarak kurduğu ve Yahudiler ile Yahudi devletini tehlikeye atarak ihanet içinde olduğu siyasal sistemi muhakkak tartışılmalı.

Sizin çıkarlarınızı kim temsil ediyor?

Dünyanın tüm halklarında olduğu gibi kendi aramızda siyasî görüş ve bakış açısı farklılıkları mevcut. Temelde dört Arap partisi var. Fakat gitgide siyasal katılımımız düşüyor. İsrail parlamentosunun evrimini gören herkes bu tarz siyasette hak ve menfaatlerini korumaya çalışmanın vakit kaybı olacağını anlıyor.

Neden?

Görünürde hiçbir çözümün mevcut olmadığı gerçeği ve çaresizliğimiz yüzünden.

***

“Tek bir dilek hakkım olsa dönüp memleketimde yaşamak isterdim…”

Saleem Albeyk, Suriye'deki bir mülteci kampında yaşıyor.

Önce biraz kendinizden bahseder misiniz?

Adım Saleem Albeyk. 1982 doğumluyum ve Filistinliyim. Hayatım, Alaaddin mülteci kampı ile eğitim gördüğüm Birleşik Arap Emirlikleri arasında ikiye bölünmüş durumda. Filistin'in kuzeyinden, dedemin İsrail bombardımanı altında Suriye'ye ulaşmak için kaçmak zorunda kaldığı Tarşiha adlı bir köyden geliyorum. Londra merkezli günlük bir Arap gazetesi olan Al Quds Al Arabi'nin kültür sayfalarında köşe yazarıyım. Ayrıca Bir Mültecinin Günahları (Sins of a Refugee) adıyla yayınlanmış bir de şiir kitabım var. Bir süre Suriye'deki Filistinli Öğrenciler Genel Birliği'nin kültür bölümünün başkanlığını yaptım. Filistin kültür dünyası üzerine haber bültenleri düzenliyor ve resimliyorum.

Filistinli yazar Saleem Albeyk.

 

Ailen İsrail işgalinde neler yaşadı?

Dedem 2009'da vefat etti, ancak hikâyesini altı saat boyunca kayıt altına alabilecek kadar şanslıydım. Nekbe'den bir mülteci kampına yerleştirilişine kadar yaşadığı büyük ızdırabın öyküsü.

Dedem, İngiliz ordusunda eski asker olan bir grup köylünün lideriydi. Son derece organize Siyonist Haganah milisleriyle savaşıyorlardı. Karısıyla birlikte köyünden kaçmak zorunda kaldığında henüz evlenmişti. Giderken, Arap devletlerinin bu duruma bir son verip topraklarını geri alacakları gün oraya dönmeyi hayal etse de işler beklediği gibi gitmedi. "Filistin'in düşüşünden Araplar sorumlu." derdi. O ve arkadaşları evlerini kollamak için kaba ve elverişsiz silahlarla savaştılar. Fakat sonra Arap askerleri bu silahlara dahi el koyarak Siyonistler yenilene kadar kuzeyde beklemelerini emretti. "Ancak bu Arap askerlerinin tek bir kurşun bile atmadan ayrıldıklarına tanık olduk." diye anlatırdı.

Bu nedenle köyünü terk etmek ve onları Suriye ve Lübnan kamplarına götüren, içini kuru dışkı kokusu kaplamış bir trene binmek zorunda kaldı. Dedem birçok kasaba ve kampı dolaştıktan sonra son durak olan Halep'te indi. Daha sonra neden bu kadar aşağıdaki bir bölgeyi seçtiğini sorduğumda, düğününden önce anneanneme Halep'i ziyaret edeceğine dair söz verdiğini söyledi. Dedem ve ninem vefat ettikleri için ziyaretleri artık sona erdi. Fakat ne kadar uzun sürerse sürsün bu ziyaret vazifesi artık bende…

Filistinlilerin mülteci kamplarındaki durumu nedir?

Ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Kuzeydeki Filistinliler Suriye, Lübnan ve Batı Şeria'ya kaçmak zorunda kaldılar. Merkezdekilerin hepsi Ürdün yahut Irak'ta. Bugün en önemli kamplar sırasıyla Ürdün, ardından Suriye ve son olarak Lübnan'da bulunuyor. Kişisel tecrübelerime dayanarak Suriye'de yaşam koşullarının daha tercih edilebilir olduğunu söyleyebilirim.

Suriye'de çalışabilirsiniz. Lübnan'da ise Filistinlilerin hâkim olmadığı 72 meslek var. Suriye'de aile büyüdüğünde evinize ek bir kat yapmanıza izin veriliyor. Lübnan'da mülteciler, bir kampın ortasındaki harabeye dönmüş eski bir evin bile sahibi olamazlar. Suriye'de kampların etrafı dikenli tellerle veya askerler tarafından izlenen kontrol noktalarıyla çevrili değildir. Lübnan’da ise durum tam olarak bu. Filistinliler hayatta kalmakla yetiniyorlar.

Eğitim ve sağlık açısından ne durumdasınız?

Eğitim BM tarafından sağlanıyor. İlköğretim iyi ama bazı kamplarda ortaokul yok. Suriye'de sağlık hizmetleri çok temel düzeyde, Lübnan'da durum daha da vahim.

Ancak burada hayatımız, şartlarımız ne kadar sefil olursa olsun, önemli olan bir dönüş hakkımızın olması. Dedem ölene kadar Filistin’i ağzından düşürmedi. Bir gün onu kızdırmak için “Dede, Suriye'de bunca yıl geçirdikten sonra, fırsat verilseydi Filistin'e döner miydin?" diye sordum, gözyaşlarına boğuldu ve ona bu tür soruları bir daha sormamamı istedi.

Sınır dışı edilmesinden elli yıl sonra, ölmekte olan annesini görmek için Filistin'e gitmek için istisnai bir izin aldı fakat buna mukabil Suriye muhaberatı, Suriye dışına seyahat etme girişimlerini çok zorlaştırdı. Çok yaşlıydı, dedem acıdan kıvranarak bana gözyaşları içinde "Ama annemi ve memleketimi ziyaret etmemin ne sakıncası olabilir?" diye sordu. Kamplardaki yaşam, bir dizi ayrıntıyla çok karmaşık hale geliyor.

Filistinliler kamplarda kendilerini toplumsal hareketler halinde örgütlüyor mu?

Kamplarda siyasî hareketler ve partiler oldukça aktif. El Fetih, Hamas, FHKC ve diğerlerinin üyeleri ve destekçileri var, ancak kamplardaki Filistinlilerin çoğu parti üyesi değil. Bağımsız kuruluşlar da var. En aktif örgütler, iade hakkını ana dava edinmiş kuruluşlardır. Mültecilerin en önemli kaygısı bu.

Filistinli mülteciler ve ev sahibi ülkeler arasındaki ilişkiler iyi mi?

Yine ülkeden ülkeye, hatta kamptan kampa değişiklik gösteren bir durum. Suriye'de ayrımcılığa uğramıyoruz, aksine "kahraman" olarak tanımlanıyoruz ki bu beni kişisel olarak rahatsız ediyor, zira bize atfedilen kahramanlık imajı Arap rejimleri tarafından sıklıkla siyasî amaçlar için kullanılıyor...

Filistin topraklarında ve komşu ülkelerdeki mülteci kamplarında yaşayan milyonlarca Filistinli, yoksulluk ve işsizlikle baş etmeye çalışıyor.

Lübnan'da durum farklı. Nitekim FKÖ, Falanjistler gibi faşist güçlere karşı Lübnanlı sol partilerin safında bir iç savaşın içindeydi. Lübnan, İsrail’le yakın işbirliği halindeydi ve bugün bunu kabul etmede bir sorun görmüyor. Lübnan toplumu, sol partilerin ve Arap milliyetçilerinin tam desteğine sahip olan Filistin ve mültecileri de dâhil olmak üzere, Komünist Parti, Hizbullah vs. ile çok fazla parçaya bölünmüş durumda. Başkaları onlardan nefret etse de sıradan insanların çoğunluğu - Suriye'de, Lübnan'da veya Ürdün'de - mültecilerle samimi bir ilişkileri olsun istiyor.

Avrupalılardan talebiniz ne?

Avrupalılara İsrail'in ırkçı ve sömürgeci bir devlet olduğunu ve bir halkı sürgün etmek, öldürmek veya hapse tıkmak için askeri güç kullanmaktan çekinmediğini göstermeyi başarırsak sanırım bir şeyleri değiştirebiliriz. Güney Afrika'yı ve onun apartheid'ini kültürel, akademik ve ekonomik olarak izole etmenin gerekliliğine inanan Avrupalıların inandığı gibi, ben de boykota inanıyorum.

Sizi okuyanlara son olarak ne söylemek istersiniz?

Söyleyecek o kadar çok şey var ki! Herhangi bir dayanışma eylemi, ne kadar küçük olursa olsun, bir şeyleri değiştirebilir. Küçük akarsular büyük nehirleri büyütür. Toprağından uzakta doğmuş ve ayrı yaşayan bir mülteci olarak tek dileğim, mutlaka gitmiş olmayı seçeceğim memleketime yaşamak için geri dönmek. O memleket, dedemin kapı dışarı edildiği Tarşiha köyünden başka neresi olabilir ki…


Konuyla ilgili okuma yapmak isteyenler için:

Lucas Catherine, Palestine, la dernière colonie? (Filistin son koloni mi?), EPO, 2003.

Mecra için Fransızcadan çeviren Firdevs Yiğit.

Yorum Analiz Haberleri

Kenan Alpay: “Türkiye’deki Baasçılığın tarihi 9 Mart Cuntasına kadar uzanır”
Teorilerin gölgesinde Suriye gerçeği
Suriye’de galip gelen fetih ruhu oldu
Esed despotu işkence hapishanelerinden yargılanabilir mi?
"Esed İsrail'e düşmandı" diyenler neyin kafasını yaşıyor?