Zahide Tuba Kor / Derin Tarih Dergisi
Filistin'in kaderini belirleyen büyük savaş
2. Dünya Savaşı’nın sahası da tarafı da olmadığı hâlde kaderi doğrudan bu savaşla çizilmiş bir toprak parçası bulmak kolay olmasa gerek. Avrupa Yahudilerinin Naziler eliyle yaşadığı felâketlerden tutun, İngiltere’nin savaş alanı hâline gelip ağır bir yıkıma ve iktisadî krize maruz kalması ve dünya hâkimiyetini ABD ile SSCB’ye kaptırması gibi gelişmeler Filistin’in geleceğini doğrudan etkiler.
Büyük Arap İsyanı’ndan 2. Dünya Savaşı’na
Filistin mandası, 2. Dünya Savaşı’na, 1936-1939 Büyük Arap İsyanı’nın bastırılmasıyla Filistinlilerin kolu kanadı kırılmış hâlde girer. Avrupa’daki krizlere odaklanmak isteyen İngiliz idaresi, Filistin’i ve Ortadoğu’yu sakin tutmak için bir politika değişikliğine gider. 15 Mayıs 1939’da ilan ettiği “Beyaz Kâğıt”la Yahudi devleti planından vazgeçip göçe ve toprak satışına sınırlama getirmeyi ve Filistin’e 10 yıl içinde tam bağımsızlık vermeyi vaat eder.
Büyük öfke içindeki Siyonistler, Yahudi Devleti rüyalarının sonu mânâsına gelen Beyaz Kâğıt’a ve İngiliz manda idaresine karşı aktif direniş kararı alırlar. Ancak Avrupa’da patlak veren savaş ve Hitler’in yayılma tehlikesi, Yahudi Ajansı Başkanı David Ben-Gurion’u yeni bir politikaya yöneltir: “Beyaz Kâğıt yokmuş gibi Hitler’e karşı İngilizlerle birlikte savaşacağız, savaş yokmuş gibi de Beyaz Kâğıt’la mücadele edeceğiz.” Kararla İngiltere’ye karşı direnişin dozajı düşülürken, silahlı hesaplaşma Hitler’in mağlubiyete uğratılmasının akabine ertelenir.
2. Dünya Savaşı’nda Filistinlilerin durumunu belirleyen temel etken, İngilizlerin kolektif cezalandırma ve karşı-terör usûlleriyle zar zor bastırılabildiği Büyük Arap İsyanı’nın acı sonuçlarıdır: Muazzam bir iktisadî, siyasî ve içtimaî yıkım yaşanır. Filistinlilerin savaşma ve savunma kapasitesine ağır darbe indirilir. Yetişkin Arap erkek nüfusun %10’undan fazlası öldürülür, yaralanır, sürülür veya hapsedilir. Siyasî liderlerin de tamamına yakını bundan nasibini alır. Filistinlilerin manda döneminde sağlam siyasî kurumları zaten yoktur; isyan sırasında Yüksek İslâm Konseyi feshedilirken Arap Yüksek Komitesi de yasadışı ilan edilir. Filistin siyasetine yıllardır büyük zarar veren iç bölünmüşlük ve rekabet, isyanın ertesinde daha da derinleşir. Bu isyan, 1948 Arap-İsrail Savaşı’nın sonuçlarını da öncesinde altı ay süren Arap-Yahudi toplumları arasındaki iç savaşın kaderini de belirleyecektir. Nitekim 1939’dan itibaren Filistinliler, bir daha kendi kaderlerini tayin edemez hâle gelirler; İsrail ve birbiriyle rekabet eden zayıf Arap devletleri arasında sıkışarak bir fail/özne olmaktan çıkarlar.
Yahudiler ise, tam aksine, üç yıllık isyan ve boykottan iktisadî açıdan güçlenerek çıkarlar ve kendi kendine yetebilir hâle gelirler. Asıl önemlisi, Yahudi silahlı örgütlerinin nicelik ve nitelik bakımından gelişmesidir. Zira İngilizler, bir yandan Yahudileri polis gücüne katarken, diğer yandan gizli yeraltı örgütlerinden gönüllüleri Araplara karşı kullanmak üzere el altından silahlandırıp yetiştirirler. Bu noktada “Judea’nın Lawrence’ı” olarak nam salan İskoç subay Charles Orde Wignate’e değinmek gerekir. Zira Wingate, gizli gizli Yahudilere etkili savaş taktiklerini ve yerel Arap nüfusa karşı misilleme ve cezalandırma metotlarını öğretir; onların Araplara karşı operasyonlarına da bizzat komuta eder. Böylece 1920’de ilk Arap isyanı akabinde Yahudileri ve yerleşimlerini korumak maksadıyla kurulan yeraltı teşkilâtı Hagana, gerek 1936-1939 isyanında gerekse 2. Dünya Savaşı’nda İngilizlerden aldığı askerî destekle muazzam bir savaş tecrübesi kazanır. Yahudi Ajansı’nın askerî kanadı olarak 1948’de İsrail ordusuna dönüşecektir.
2. Dünya Savaşı’nda Yahudilerin benimsediği politikalar ve taktikler
Avrupa Yahudilerinin trajedisi karşısında, savaş yıllarında devlet olma tutkusu derinleşmiş çok daha katı bir Siyonizm türü ortaya çıkar. Yine de bu devlete nasıl ulaşılabileceği konusunda kendi içlerinde ideolojik ve taktiksel ihtilâflarla boğuşmaya devam ederler. Siyonistlerin en üst icra organı Yahudi Ajansı ve başkanı David Ben-Gurion’un benimsediği politikalar ve taktikler, Siyonistleri hedeflerine ulaştırmada önemli bir rol icra eder. Ben-Gurion, savaş yıllarını bir yandan Hitler’e karşı Yahudileri seferber ederek, diğer yandan Filistin’deki genç Yahudileri İngiliz manda yönetimine ve yerel Arap halka karşı gelecekteki kaçınılmaz silahlı mücadeleye hazırlayarak geçirir; öte yandan bir Yahudi devletinin aciliyeti hususunda özellikle Amerikalı Siyonistleri ve sempatizanlarını iknaya çalışır.
Yahudi Ajansı, Hitler’in başı çektiği Mihver eksenine karşı Müttefiklerin davasını desteklemek için (ve ileride ödüllendirilmek ümidiyle) binlerce Yahudi gönüllünün İngiliz kuvvetlerine katılmasını sağlar. Yine Yahudi bilim ve tıp merkezileri İngiliz birliklerinin erişimine açılırken 140 bin Yahudi doğrudan veya dolaylı olarak savaş hizmetine girer. İngiltere Başbakanı Churchill’in de desteğiyle savaşın sonuna doğru İngiliz ordusu içinde bir Yahudi Tugayı kurulur ve İtalyanlara karşı çarpışması sağlanır. Savaş sona erdiğinde Yahudi Tugayı, Avrupa’daki Yahudi mültecileri kurtarıp Filistin’e göndermeye çalışacaktır. Ayrıca Avrupa’nın dört bir yanındaki Nazileri öldürmek için bir suikast birliği kurulacaktır.
1930’larda başlayıp 1940’larda ivme kazanan yasadışı istihbarat faaliyetleri de dikkat çekicidir. Arapça bilen Siyonist casuslar, tek tek Filistin köylerini gezerek beşerî, fizikî, topografik ve ziraî bütün özelliklerini ve Arap köylülerin siyasî temayüllerini araştırıp detaylı envanterlerini çıkarırlar. Böylelikle 1948’de devreye sokacakları işgal ve sistematik etnik temizlik politikasının planlarını daha 2. Dünya Savaşı yıllarında tüm ayrıntılarıyla hazırlayarak uygun fırsatı kollamaya başlarlar. Bu faaliyetler, ileride (varlığı uzun yıllar gizli tutulan) İsrail iç istihbarat servisi Şin-Bet’in de nüvesini oluşturacaktır.
Savaşla birlikte Ben-Gurion, geleceğin süper gücü olacak ABD’deki Siyonistlerin kalplerini kazanmayı, bunlar üzerinden Amerikan siyasetinden ve kamuoyundan destek devşirmeyi önceler. Bu noktada Mayıs 1942’de New York’ta Biltmore Oteli’nde toplanan olağanüstü Siyonist Kongre son derece kritiktir. Kongrede savaşın ardından bütün Filistin topraklarında bir Yahudi milletler topluluğu kurulması kararı alınır ki bu bir ilktir. Daha evvel ABD’den yükselen Siyonist davaya pasif sempati, 1942 sonbaharında dünya kamuoyuna mâl olan Holokost haberleriyle birlikte aktif siyasî desteğe dönüşür. Bundan sonra ABD uluslararası Siyonist faaliyetlerin merkezi hâline gelir.
Yahudi Ajansı, İngilizlerin Yahudi göçüne getirdiği sınırlamaya karşı var gücüyle mücadelesini sürdürür. Savaş sırasında yaklaşık 50 bin kaçak Yahudi’yi Filistin topraklarına yasadışı yollardan sokar. Manda idaresinin müdahalesi yüzünden Filistin’e ulaşamayanlar ise İngiliz aleyhtarı uluslararası propagandanın bir malzemesi olarak kullanılır.
Ben-Gurion, Nazilerin Yahudi sorununa “Nihai Çözüm” politikası çerçevesinde yürüttükleri Holokost’u aslında Siyonizm davası için muazzam bir fırsat olarak görür. Zira daha evvel barış şartları altında Siyonizm, dünya Yahudilerinin kitleler hâlinde Filistin’e göçünü sağlayamamıştır. Holokost’tan kaçan Yahudilerin dahi göç için ilk tercihi ABD’dir. Balfour Deklarasyonu’nun ilan edildiği 1917’de sadece 56 bin (yani %10) olan Filistin’deki Yahudi nüfus, bütün çabalara rağmen 2. Dünya Savaşı’nın arifesinde ancak 475 bine (yani %30’a) kadar çıkabilmiştir. Yine Filistin’den elde edebildikleri toprak parçası %6’yı geçememiştir. Tam da bu yüzden dönemin Amerikan Başkanı Roosevelt’in 500 bine yakın Yahudi’yi ABD, İngiltere vd. arasında paylaştırarak katliamdan kurtarma planı, Siyonistlerce bir “ihanet” olarak görülerek rafa kaldırtılır.
1942 sonlarında Nazi katliamlarının boyutları anlaşıldıkça Filistin’de bir Yahudi devleti dışında herhangi bir çözüm bulunmadığı fikri Batı’da iyice yerleşir. Bunda “medenî Batı”nın, bağrında yaşanan katliamdan duyduğu suçluluk hissinin payı büyüktür. Piers Brendon’un o çarpıcı ifadeleriyle, “İsrail Devleti Holokost’un bir kefaleti olacak”, “Hristiyanların günahının cezasını Müslümanlar çekecek”, “Batı’nın suçlu vicdanını bastırmak için emperyalizmin sunağında Ortadoğu kurban edilecekti” (Brendon, s.479). Yahudiler ise bu “ahlakî sermaye”yi kullanarak ileriki dönemde Filistin’de uygulayacakları gayriahlâkî her türlü politikayı meşrulaştıracaktır. Bu sayede diplomatik alanda da ellerini güçlendirecektir.
Siyonistler uluslararası alanda diplomasiyi maharetle kullanırken, Filistinliler bu alanda zayıflıkları ve kaybeden ata oynamaları yüzünden büyük zarar görürler. Bilhassa sürgündeki eski Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’nin İngilizlere karşı mücadelesinde 1941’de Almanya’ya kaçıp Mihver ekseninden medet umması, 2. Dünya Savaşı’nda bu eksenin mağlubiyete uğramasıyla başarısız olur. İleriki yıllarda Siyonist propagandacılar onu Nazi sempatizanı olarak sunarak Filistin davası aleyhine kullanacaktır.
İngiliz-Yahudi işbirliğinin sonu
Almanların savaş alanında geriletilmesiyle İngiliz-Yahudi işbirliği 1944’te bozulur. Yahudi devletinin ancak güç kullanılarak kurulabileceği fikri çoktan yerleşmiştir. Yahudi millî vatanı önündeki en büyük engel olarak manda idaresi görülür. Artık İngilizler “Çağımızın Titus’u”dur.[1] İngiliz askerî-sivil personel ve manda kurumları, Revizyonist Siyonizmin askerî kolu niteliğindeki İrgun ve Stern çetelerinin terör saldırılarına uğrar. Ben-Gurion’un Hagana’sı da Yahudi göçünün engellendiği gerekçesiyle savaşın sonuna doğru bir taraftan İngilizlere karşı silaha başvurur, diğer taraftan diplomasiyi kullanarak Amerikan idaresini İngiliz politikalarına karşı seferber eder.
Yahudilerin bizzat İngilizlerden öğrendikleri terör taktikleriyle başlattıkları isyan Araplarınkinden çok daha amansız ve acımasızdır. En büyük kurban, 1944’te Stern militanlarınca Kahire’de öldürülen İngiltere’nin Ortadoğu Bakanı Lord Moyne; en sansasyonel saldırı, İngilizlerin Filistin Mandası karargâhı olarak kullandığı King David Oteli’ni -Hagana’nın da örtülü desteğiyle- Irgun çetesinin 1946’da havaya uçurmasıdır (90 küsur kişi hayatını kaybeder). Hükümet binaları, karakollar, askerî karargâhlar, köprüler ve yollar havaya uçurulur; silah depolarına saldırılır ve devriye botları batırılır. Tek bir gecede 20 İngiliz savaş uçağı kullanılamaz hâle getirilir. İngiliz askerleri dövülür, hatta asılır. Mücadele sadece Filistin sınırları içinde de değildir. Roma’daki İngiliz büyükelçiliği bombalanır. İngiliz bakanlara bombalı paketler ve Londra’ya bir suikast timi yollanır.
İngilizler Filistin’e muazzam bir askerî yığınak yaparak Yahudi çeteleri caydırmaya ve bastırmaya çalışır. Ancak 1936-1939 Arap İsyanı’nı her türlü kuvveti kullanarak ezen İngiltere’nin bu defa kararlı bir mücadele yürütme gücü, cesareti ve azmi yoktur. Zira savaşta büyük bir yıkım yaşamış İngiltere mali krizlerle, büyük bir borç yüküyle ve gıda, yakıt ve elektrik sıkıntısıyla boğuşur. Bu şartlar altında Filistin’de tuttuğu 100.000 askerin maliyetini karşılayacak durumda değildir. Dahası, Hindistan ve Burma gibi “Güneş Batmayan İmparatorluğu”nun en değerli topraklarından geri çekilme kararı almasıyla birlikte Filistin’in stratejik bir değeri kalmaz. Ayrıca yükselen SSCB ve komünizm tehdidi karşısında yeni süper güç ABD’nin desteğine hiç olmadığı kadar muhtaçtır.
Yaklaşık iki yıl Yahudi Ajansı’nın sabotajlarına, Yahudi çetelerin terör faaliyetlerine ve Amerikan idaresinin yoğun baskısına direnen İngiliz hükümeti, sonunda “İngiltere öncelik” diyerek pes eder ve kendi elleriyle oluşturduğu 20. yüzyılın bu en ciddi krizinin altından kalkamayarak Filistin Mandası’nın geleceğini 1947’de BM’ye havale eder.
Büyük savaşlar ciddi riskleri ve muazzam fırsatları barındırır ve köklü değişimlere gebedir. 2. Dünya Savaşı’nda Siyonistler, kâh uluslararası alanda diplomasiyi maharetle ve kurnazlıkla kullanarak, kâh akıl almaz propaganda ve casusluk faaliyetiyle, kâh şiddete ve teröre başvurarak Yahudilerin karşı karşıya oldukları muazzam riskleri bir fırsata dönüştürüp yaklaşık 1880 yıl sonra “vaat edilmiş” topraklarda kontrolü ele alıp bağımsız bir Yahudi devletine giden yolun önünü açarlar. Hiç şüphesiz bu noktada işlerini asıl kolaylaştıran gelişme Holokost’tur. Filistinliler ise savaştan evvel aldıkları ağır darbeyle bir daha toparlanamazlar. 1948’de yerli nüfusun yarısından fazlasının yersiz yurtsuzlaşacağı ve toprakların İsrail, Ürdün ve Mısır arasında paylaşılmasıyla hâkimiyetlerini kaybedecekleri o Büyük Felakete/Nekbe’ye duçar olurlar.
KAYNAKLAR
Ahron Bregman, A History of Israel, New York: Palgrave MacMillian, 2002
Avi Shlaim, Filistin’i Bölüşmek, İstanbul: Küre Yayınları, 2017
Avi Shlaim, The Iron Wall: Israel and the Arab World, London ve New York: W.W.Norton & Company, 2000
Ilan Pappe, The Ethnic Cleansing of Palestine, Oxford: Oneworld, 2006
Ilan Pappe, Modern Filistin Tarihi: Tek Ülke İki Halk, Ankara: Phoenix, 2007
Michael Prior, Zionism and the State of Israel, London ve New York: Routledge, 1999
Noah Lucas, The Modern History of Israel, London: Weidenfeld ve Nicolson, 1974
Piers Brendon, Decline and Fall of the British Empire 1781-1997, New York: Vintage Books, 2007
Rashid Khalidi, The Iron Cage: The Story of the Palestinian Struggle for Statehood, Boston: Beacon Press, 2007
Yosef Gorny, Zionism and the Arabs 1882-1948, Oxford: Clarendon Press, 1987
[1] Titus, MS 70’te Yahudi ayaklanmasını bastırarak onları topraklarından süren Romalı generaldir.