Ahmet Varol / Yeni Akit
Filistin’in işgali küresel emperyalizmin planıdır
Filistin’in resmi olarak işgali 31 Ekim 2017 tarihinde, Filistin topraklarının güneyindeki Nakab bölgesinde (işgal rejiminin Negev dediği Osmanlı kaynaklarında Necef olarak adlandırılan bölge) yer alan ve bugün işgalci siyonistlerin Berşeva olarak adlandırdıkları Bi’ru’s-Seba’ kasabasının İngiliz işgal güçleri tarafından ele geçirilmesiyle başlamıştır. Bu işgal tabii ki, bölgedeki Osmanlı ordusunun yenilgiye uğratılması suretiyle gerçekleştirilmiştir. Olayların tarihi seyrinin ayrıntısına burada girmeyeceğim. Ancak Selahaddin Eş’in Star gazetesinde 28 Ekim’de yayınlanan “Yarın cumhuriyet ilan edeceğiz’ denilerek ilan edilen sistem ne kadar Cumhuriyet idi” başlıklı yazısında her ne kadar Bi’ru’s-Seba’nın işgali sonrasındaki gelişmelerden söz ediliyor olsa da, o dönemde Filistin’le bağlantılı olarak vuku bulan bazı önemli askeri ve siyasi hadiselerin kısa bir özetinin verildiğini ve bu konuda faydalı bilgiler içerdiğini ifade etmekte yarar görüyorum.
Burada sadece şunu belirtmem gerekir ki Filistin’de Osmanlı ordusunun yenilgiye uğratılmasında bölge halkını mahkum etmeye gerekçe teşkil edecek herhangi bir gelişme olmamıştır ve Filistin halkı Osmanlı’yı hiçbir zaman arkadan vurmamıştır. Ama ne yazık ki Türkiye’de belli kesimler Filistin’le hiç ilgisi olmayan birtakım isyanların suçunu Filistin halkına yükleyerek uluslararası emperyalizmin ve siyonizmin karalama politikasına alet olmuşlardır.
31 Ekim 2017’de Bi’ru’s-Seba’yı işgal ederek Filistin topraklarının içine doğru ilerlemeyi başlatan İngiliz İmparatorluğu’nun o zamanki Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour bu olaydan 2 gün sonra yani 2 Kasım 2017’de, Balfour Deklarasyonu olarak tarihe geçen meşhur deklarasyonunu yayınlayarak, Filistin topraklarını işgal etmekteki asıl amaçlarının ne olduğunu belli etmişti.
Çok kısa olan söz konusu deklarasyonda şu ifadelere yer verilmişti: “Haşmetli İngiliz kraliyet hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için milli bir devlet kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini harcayacaktır. Şurası açıkça bilinmelidir ki haşmetli kral, Filistin’de bulunan Yahudiler dışındaki milletlerin dini ve medeni haklarına zarar verecek veya Yahudilerin başka herhangi bir ülkede elde ettikleri haklarını ve siyasi nüfuzlarını zedeleyecek hiçbir şey yapmayacaktır.”
Bu deklarasyon, o zamanki küresel emperyalizmin başını çeken İngiliz İmparatorluğu’nun Filistin’i işgal etmekteki asıl amacının yahudilere o topraklarda bir ulusal devlet kurma imkanı sağlamak olduğunu ortaya koyuyordu.
Küresel emperyalizimin bu planının ise iki önemli amacı vardı:
Birincisi: Yüzyıllardan beri Avrupa toplumlarının yaşadığı antisemitizm sorununa mesnet oluşturan yahudi azınlıkları Avrupa dışına taşıyarak bir yerde toplanmalarını sağlamak için kendilerine bir “alternatif vatan” oluşturmak. Bunun için değişik seçenekler üzerinde duruldu ancak yahudileri göçe teşvik için en uygun bölgenin Filistin olacağı görüşü ağır bastı.
İkincisi: İslam coğrafyasına yönelik kriz politikalarını yönetmeye; merkezi otoritesini, ümmet bütünlüğünü kaybeden Müslüman halkların yeniden toparlanmalarını önleyecek stratejik planların uygulamaya geçirilmesine ve takibine imkan verecek bir uzak karakol oluşturmak. Böyle bir karakol için de stratejik açıdan en uygun bölge Filistin topraklarıydı.
Siyonist ideolojinin de İslam coğrafyasına yönelik kriz politikalarının uygulamaya geçirilmesinde her bakımdan işe yarayacağı düşünülüyordu. O yüzden emperyalizm, siyonizmin sistematik hale getirilmesine ve örgütlenmesine sürekli destek vermiştir.
İşte bundan dolayı küresel emperyalizmin özellikle Batı kanadı, Filistin topraklarının işgaline ve bu topraklarda oluşturulan siyonist terör örgütlerinin aralarında ittifak kurarak “İsrail” adında bir terör devleti ilan etmelerine, sonrasında bu terör devletinin varlığını sürdürmesi için gereken bütün imkanların ve araçların sağlanmasına çok büyük bir önem vermiştir.