Akif EMRE
Filistin'in Gazzeleşmesi
Gazze'ye, artık rutin hale gelen hayasız saldırılar vicdanları kanatırken ister istemez yaşanan faciaya yoğunlaşıyor dünya. Ateşkes çağrıları, diplomatik girişimler sonunda saldırılar duruyor… rahat bir nefes alıyoruz. Bilmem kaç yüz can kaybından sonra, İsrail'in daha da vahşileşmeden dur/durul/masına seviniyoruz. Filistin Gazze'ye sıkışıyor. Filistin algımız da daralıyor; dünyanın en büyük 'açık hava hapishanesine' tıkılıyor ufkumuz. Mesela göklere açılan nebevi basamak Mescid-i Aksa ve Kudüs bombalanmadığı için gündemimizden düşüyor. Batı Şeria kurtarılmış toprak muamelesi görüyor algımızda. Yafa'dan sürülenleri, sürülüp çıkarıldıkları toprakları çoktan unuttuk gibi. Bunları, bilincimizde yaptığımız bir arkeolojik kazıyla gün yüzüne çıkartabiliyoruz ancak. Çıktığında da müzelik bir objeye dönüşüyor; hüzünle seyredilesi bir tarih en fazla.
Filistin'in bir toprak meselesinden ibaret olmadığını temelde bir Kudüs meselesi olduğunu bilincimize kazımadığımız, dilimizi buna göre kurmadığımız sürece İsrail'in sömürge stratejisinin labirentlerinden çıkmamız mümkün değil. Ne BM'de alınan kararlar ne de anlaşmalar bu stratejiyi parçalayacak muhtevada ve niyette değil.
Gazze'nin adeta tek başına tüm kötülükleri temsil etmesinin ve de cezalandırılmayı hak ediyor oluşunun simgesel anlamı, önümüzdeki dönem daha da artacak gibi görünüyor. İşgal edilmiş, parçalanmış Kudüs'ün yanısıra parçalanmış Gazzeler çıkacak ortaya.
Yeni Gazze sendromu; parçalanmışlığı, izole edilmişliği, yalnızlığa ve işgale mahkum edilmişliği temsil ediyor. Yıllardır yüzlerce anlaşma ve BM kararı ve de vaatlere rağmen her geçen gün daha da kalıcı hale gelen işgale dayalı İsrail stratejisi bilinçli şekilde zamana oynuyor. Her yeni sorun bir öncekinin ve aslında temel davanın, yani işgal ve sürgünün gündeme getirilmesini öteliyor.
İsrail'in Gazze saldırısından sonra Filistin'in BM'de statüsünü yükselten oylamanın ertesi günü Batı Şeria'da yeni yerleşim birimleri inşa etme kararı alması 'diplomatik tepki'lere neden oldu. Diplomatik tepkinin ne anlama geldiği, ne kadar önemsenmeye değer olduğu tepkilerin yaptırım gücüne bakarak anlaşılabilir. Açıklanan bu yerleşim planının diğerlerinden farkı, hem yer seçimi hem de hacmi bakımından stratejik önemi haiz olmasıdır.
Gerçi bütün olarak bakıldığında İsrail'in izlediği yerleşim politikalarının sistematik olarak kalıcılığa ve Filistin varlığını parçalamaya, yok etmeye yönelik bir yok haritası ortaya çıkar. Bu stratejinin temel özelliği, öncelik sırasına göre, Filistin şehirlerini birbirinden ayıracak fiziki/demografik bariyerler oluşturmak; geniş anlamda da Filistin'i komşu Arap topografyasından, nüfusundan yalıtmak. Batı Şeria'yı diğer Filistin topraklarından ayıran 'utanç duvarı' bu planın son uygulamasıdır.
Bu yalıtma ve çevreleme stratejisinin sistematik şekilde uygulandığı yer Kudüs'tür. Etrafına yerleştirilen Yahudi nüfusuyla, Kudüs'ün Filistin'in diğer bölgelerinden fiili olarak koparılması hedeflenmiştir. Böylelikle dünyanın dört bir tarafından getirilen Yahudi nüfusun kuşatması altında, gittikçe hayat hakkı daralan bir Müslüman/Arap Kudüs varlığına dönüştürme hedefi adım adım ilerliyor. Ayrıca Filistinlilerin Kudüslülük kimlikleri de bürokratik oyunlarla ellerinden alınarak bu durum yasallaştırılıyor. Filistinlilerin işgal bölgelerinde kuşatılıp, izole edilmeleri ekonomik ve doğal kaynaklara el konmasını da içerir. Tıpkı su kaynaklarına ilk elden el konması gibi. Buna karşı hiçbir yaptırım gücü olmayan diplomatik tepkileri ise işgalciler zaten önemsemiyor.
BM oylamasından hemen sonra açıklanan E1 Planı, yeni Gazze sendromuna hazır olmayı gerektirecek vahamette bir adım. Buna göre daha önce Ürdün sınırına paralel olarak kurulan ve Filistin'le bitişik Arap coğrafyası arasında doğal bir set oluşturması amaçlanan yerleşim yerlerine bir yenisi eklenerek Batı Şeria fiilen ikiye bölünmüş olacak. Kudüs'le Ölü Deniz arasındaki bölgeye kurulacak olan yeni yerleşim; hem boyutu hem de stratejik konumu açısından sadece işgalci Yahudilerin barındırılması ve nüfus dengesinin bozulmasından ibaret kalmayan yeni bir adım. E1 Planı; çok daha önceden altyapısı hazırlanan, 12 kilometre karelik alana yayılan Ölü Deniz'le Kudüs arasını işgal eden, yani Kuzey-Güney aksına doğru Batı Şeria'yı ikiye bölen bir Yahudi şehri anlamına geliyor. Üstelik projenin resmen açıklanmasından çok önce 1990'ların sonlarına varan bir hazırlık çalışması yapıldığı da biliniyor. 'Yerleşim birimi' adı altında masumlaştırılan, hele 'yasadışı Yahudi yerleşimleri' tabiri ile iyice meşrulaştırılan bu yapılanmalar, işgal politikası olarak sürdürülüyor.
Batı Şeria içinde bu tür kolonizatör işgal merkezlerine her geçen gün yenilerinin eklenmesi, geri dönüşü olmayan, barış adına tek taraflı tavize zorlayan, işgalin stratejik adımlarından başka bir şey değil. Filistin'in Gazzeleştirilmesi süreci hızla devam ediyor. Bize de artık hangi Gazze'nin acısına sahip çıkacağımızı düşünmek kalıyor.
Yeni Şafak