Yaser Ez Zeatira / Al Jazeera
İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesini öngören (ve 30 Aralık 2014 tarihinde yapılan oylamada reddedilen) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) karar tasarısı, kötü ve hatta çok berbattı. Öyle olmasaydı, sadece Hamas ve İslami Cihad değil, Halk Cephesi, Demokratik Cephe ve başka gruplar, tasarının geri çekilmesi talebinde bulunmak zorunda kalmazdı.
Karar tasarısının ayrıntılarını hatırlatmak iyi olur. Tasarı, BM'nin Filistin konusunda geçmişte aldığı tüm kararlardan ödün veriyor. Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından, (İsrail'in Kudüs ile Batı Şeria arasında inşa ettiği) Ayrım Duvarı hakkında verdiği karar da bunlara dahil. UCM'nin kararı, BM'nin 242 nolu kararından daha güçlüdür. Ancak Filistin Yönetimi o kararı unutmuş ve hiçbir şey yapılmamıştı.
Karar tasarısının temel hususları şöyle sıralanabilir:
1) 4 Haziran 1967 sınırları üzerinde bir Filistin devleti kurulması talep etmiyor; sadece 1967 sınırlarına dayalı müzakerelerden bahsediyor. Bu da toprak mübadelesinin önünü açıyor. Ve bu bendin ne anlama geldiğini herkes gayet iyi biliyor: Batı Şeria'nın en değerli topraklarını çalan büyük yerleşim blokları yerinde kalacak ve buna karşın daha düşük değerli topraklarla mübadele edilecek.
2) Kudüs'ü, "iki halkın başkenti" olarak nitelendiriyor. Sonuç itibariyle BM'nin 242 nolu kararı kabul etmesinden bu yana tekrarlanan Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olma ihtimali ortadan kalkıyor. Kudüs'e 1967 işgalinden sonra eklenen banliyölerde bir başkent kurma ihtimalinin önü açılıyor.
3) Filistinli mültecilerin geri dönüş ve mülkiyetlerini alma hakkını, 2002'deki "Arap barış girişimi" ile irtibatlandırıyor. Tasarı'da, söz konusu Arap girişiminden, mülteciler sorunu ile ilgili "üzerinde anlaşılan" çözüm diye bahsediliyor. Bu da Filistinli mültecilerin, 1948'deki topraklarına geri dönmeyecekleri anlamına geliyor. Mülteciler konusu, esasında eski bir ödündür. Müzakere belgelerinde geçtiği üzere, Filistinli Baş Müzakereci Saib Ureykat, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in, 10 yıl zarfında 10 bin mültecinin dönmesine onay verdiğinden bahsediyor. Oysa Olmert kabinesinin üyelerinden Tzipi Livni (şimdilerde onun liderliğindeki ittifakın, Binyamin Netanyahu'ya karşı 2015'teki seçimlerde galip gelmesini umuyorlar), Ureykat'a bu onayın Olmert'in şahsi görüşünü yansıttığını, geri dönecek Filistin sayısının sıfır olduğunu ifade etmişti.
4) İşgal devletine, 2017 yılına kadar işgalini sürdürmesi imkanı veriyor. Bu tarihin açıkça İsrail'in zaman kazanması, Batı Şeria'yı yutması ve Kudüs'ü Yahudileştirmesini tamamlaması dışında bir anlamı bulunmuyor. Daha da önemlisi, boş ve saçma müzakerelerin gölgesinde, doğal olarak direnişe saldırılması demek oluyor.
Abbas'tan tasarıya son dakika düzenlemesi
Aldığı yoğun tepkilerden sonra, karar tasarısı yeniden düzenlendi. Ama bu düzenleme, tasarının aslında, BM'nin özellikle 1967 sınırları veya mülteciler konusuyla ilgili eski kararlarının öngördüğünden daha fazla ödünler içerdiği gerçeğini değiştirmedi. Ayrıca tasarı, Kudüs konusuyla ilgili haksız göndermelerde bulunuyordu. Gerçi düzenleme sonrası ortaya çıkan tasarı metninde, ilk metnin aksine, Doğu Kudüs'ü Filistin devletinin başkenti olarak görüyordu.
Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, işaret edilen düzenlemeyi yapmak zorunda kaldı. Düzenleme, (Abbas'ın da üyesi olduğu) Fetih hareketi de dahil, Filistin'deki farklı çevrelerden alınan yoğun eleştiriden kaçınmak için mi yapıldı? Bunu bilmiyoruz. Abbas, tutumu, 'değişmez ilkelerden ödün vermediği' söylemine örnek gösterecektir ileride. Belki de Abbas, Amerikalıların, her halükarda Siyonist lobinin talebi doğrultusunda ve tasarının geçmesinin İsrail Başbakanı Netanyahu'nun gelecek seçimlerindeki şansını etkilemesi endişesiyle, (gerekirse) veto hakkını kullanacakları bilgisi ona ulaştığı için bu düzenlemeyi yaptı.
Sonuçta tasarı, ABD tarafından reddedildi. Bu durum, zaten skandal boyutta olan Amerikan tutumunu ifşa etti. Bu kez, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri de destek vermeyip çekimser kaldılar. Avustralya ise Anglosakson ittifakının büyük ölçüde güçlü kalacağını vurgularcasına projeyi reddetti.
Hatırlatmak babından, tasarının BM'den geçmesi, esasen hiçbir şeyi değiştirmeyecek ve olayların akışını hiçbir şeklide etkilemeyecek. Zira Siyonistler, önceki uluslararası kararlarda olduğu gibi, bu karara da bağlı kalmayacaklar. Bir yandan Filistin halkı uyuşturulurken, diğer yandan yerleşim birimleri inşaatı, Yahudileştirme ve güvenlik koordinasyonu devam edecek.
Tarihin gerçekleri, işgalcilerin, ülkesini ve toprağını işgal ettikleri halka lütufta bulunmadıklarını; kendilerine pahalıya patlamadıkça işgallerinden asla geri çekilmediklerini gösteriyor. Halihazırdaki Filistin şartlarında Filistin Yönetimi, işgale siyasal, güvenlik ve ekonomik açıdan pahalıya patlayacak sürece karşı tüm gücüyle çalışıyor. Bu süreç, tüm Filistin topraklarında kapsamlı bir intifadadır. Gerçek intifada (ayaklanma), başlarda silahlı olmasa bile işgalle çatışmaya yol açacak, işi güvenlik koordinasyonunun durdurulmasına götürecek ve işgali tüm dünyaya rezil edecek.
Hiç kuşkusuz, Arap rejimlerinin durumunun kötüleşmesine rağmen, kapsamlı bir intifada için ortada fırsat var. Arap rejimleri, Arap Baharı'nın sonuçlarından sonra ve Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ile savaşın gölgesinde, halkları karşısında daha da zayıflayacak. Ancak en önemli karar, Filistin Yönetimi'nden gelmeli. Sorumluluğun büyük kısmını taşıması gereken Filistin Yönetimi yetkilileri, geçmişte Yaser Arafat'ın başına geldiği gibi, ablukaya maruz kalabilirler. Hatta ahbab ve dosta (özellikle de işgalle iş tutan ve kendilerine verilen VIP kartlarından yararlanan) yatırım, iş ve finans sağlama imkanlarını unutabilirler.
Abbas'ın UCM hamlesi
ABD'nin tokadı sonrası Abbas'ın yeni adımı, bir dizi uluslararası örgüte katılma dilekçelerini imzalamak oldu. Bu örgütlerin başında, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) geliyor. Hiç kuşkusuz bu iyi bir gelişme. Ben şahsen, Filistin halkına işgale direniş konusunda yeni yükler ve şartlar getireceğinden dolayı, UCM'ye katılmaya hiç meraklı değilim. Yani mevzu iki tarafı keskin bir kılıç gibi.
Bununla birlikte herkes bu tür imzaların atılmasını olumlu karşılıyorsa hiçbir beis yok. Bu sayede, uluslararası mahkemelerde işgalin liderlerini yakalama ihtimali doğacak. Yalnız en önemli soru şu: Acaba bu gelişme, 2004 yılından beri izlediğimiz mevcut siyasi sürecin ayıbını örtmek için yeterli mi? Hem sonra, Filistin Yönetimi Başkanı'nın, 'işgali sona erdirme amaçlayan karar tasarısının BMGK'dan geçmemesi halinde işgalcilerle güvenlik koordinasyonunu durduracağı' yönündeki vaadinin akıbeti ne olacak? Abbas bu sözünü tutar mı? Bundan kuşkuluyuz ve hatta böyle bir şeyin yaşanmayacağından eminiz. Buradaki daha önemli soru şu: Abbas, Filistin halkının kapsamlı bir intifada için harekete geçmesine izin verecek mi? Yoksa defalarca ilan ettiği, "Ben hayattayken intifada olmayacak!" şeklindeki klasik vetosunu mu sürdürecek?
Sonra acaba bir başka mucize yaşanacak mı? Abbas, defalarca tekrarlamasına rağmen unuttuğu, istifa etme ve işleri tamamen bırakma vaadini yerine getirecek mi? Abbas'ın bunun ötesinde bir başka vaadini, Filistin Yönetimi'nin feshedilmesi -yani işgalin geri gelmesi ve Batı Şeria'daki şartların sorumluluğunun İsrail'e yüklenmesi- vaadini hiç zikretmeyeceğiz. Doğal olarak bu vaadin yerine getirilmesinin, işgal üzerinde ekonomik, siyasi ve güvenlik bağlamında ağır faturaları olacak.
Ortadaki sorular bunlar. Siyasi süreç değişmedikçe, kapsamlı direniş seçeneği benimsenmedikçe, Filistin toplumu bu konularda bilinçlenmedikçe, bu başıboş süreç devam edecek. Filistin halkı beklenen mucizesini gerçekleştirmeyecek ve Abbas da (Fetih ve tüm gruplar dahil) herkese kendisini dayatacak büyük intifadasını başlatmayacaksa, biz bu başıboşluğu yeğleriz.