Filistin Kurtuluş Örgütü'nün serüveni

Filistin Kurtuluş Örgütü'nün hikayesi lideri Yâser Arafat'ın kişisel mücadele serüveniyle bütünleşmişti.

Filistin Kurtuluş Örgütü (Arapça adıyla: Munazzamatu’-Tahrîr el Filistîniyye), 13-17 Ocak 1964’te Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen ilk Arap Birliği genel toplantısı sırasında alınan prensip kararı uyarınca, 28 Mayıs 1964 günü Kudüs’te başlayan ilk genel kurul toplantısıyla kuruldu. Örgütün açıklanan hedefleri Filistinlilerin yaşam standartlarını iyileştirmek, mültecilerin işgal edilen topraklara geri dönüşünü sağlamak ve nihayet İsrail devletini ortadan kaldırmaktı.

Örgütün kurucu lideri Ahmed Şukayrî.

Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnâsır’ın himayesinde şekillenen örgütün ilk başkanı Ahmed Şukayrî (1908-1980) idi. Lübnanlı din adamı bir babanın oğlu olan Şukayrî, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde okumuş, Arap ulusal hareketine resmen katılmadan önce yıllarca avukatlık yapmıştı. 1936-39 arasındaki “Arap Ayaklanması” sonrasında Kudüs’ten kaçmak zorunda kalan Şukayrî, 1940’ların sonunda yeniden Filistin’e dönmüş, ancak İlk Arap-İsrail Savaşı (1948) ile birlikte tekrar Filistin’i terk etmişti. Tüm bu süreçlerde Arap ulusal hareketleriyle temas kuran Ahmed Şukayrî, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnâsır’ın da yakın itimadını kazanmıştı.

İsrail, Mısır ordusuna ait uçakları henüz havalanamadan vurmuştu.

Abdunnâsır’ın Filistin meselesini kendi tekeline alma siyasetinin bir sonucu olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda Mısır’ın yenilgisiyle birlikte, memnuniyetsizliklerin de odağına yerleşti. 1959’da Yâser Arafat ve arkadaşları tarafından Kuveyt’te kurulan Fetih Örgütü, FKÖ yönetimine karşı başlatılan eleştiri furyasında başı çekiyordu. Savaştan kısa bir süre sonra, Ahmed Şukayrî genel başkanlıktan ve siyasî yaşamdan çekildi, yerini de 1969’da Yâser Arafat’a terk etti.

  • FKÖ, Filistinli direniş gruplarının hepsini kapsayan bir şemsiye kuruluşa dönüşürken, Fetih de bunun içindeki en baskın fraksiyon haline geldi.

Arafat’ın FKÖ’nün kontrolünü ele almasında, 21 Mart 1968’de İsrail ordusunun Ürdün’deki Kerame mülteci kampına düzenlediği saldırıya Fetih’e mensup gerillaların gösterdiği destansı direnişin büyük etkisi vardır.İsrail ordusunun ilk kez Filistinli birlikler tarafından püskürtüldüğü “Kerame Savaşı”ndan sonra, Fetih gerillaları ve lider kadrosu FKÖ içine yoğun bir şekilde girerek, örgütü ele geçirmişlerdir. Gerek FKÖ, gerekse Fetih, başından beri Sosyalist eğilimli bir ideolojiye sahip olmuştur.

Ürdün Kralı Hüseyin, ülkesi topraklarında giderek baskın ve başı bozuk bir güç haline gelen FKÖ’yü kontrolü altında tutmak istiyordu. 1970’in sonbaharında arka arkaya yaşanan bazı gelişmeler, Kral’ın harekete geçmesine yol açtı.

Ürdün Kralı Hüseyin, Filistinli gruplara yönelik kapsamlı operasyonlar yürütmüştü.

1 Eylül 1970’de FKÖ’ye bağlı bir grubun Kral Hüseyin’i öldürmeye kalkışması ve 6-9 Eylül arasında George Habaş liderliğindeki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi militanlarının kaçırdıkları üç uçağı Ürdün’deki Dawson Üssü’ne indirmeleri, ardından yaşanan rehine krizi sonucu, Ürdün ordusu 16 Eylül’de Filistinlilere yönelik kapsamlı operasyonlarını başlattı. En az 3 bin 400 Filistinli savaşçının ölümüne yol açan 11 günlük şiddetli çatışmaların ardından, Arap ülkelerinin baskısıyla ateşkes imzalandı. FKÖ’nün Ürdün’de kalmaya devam etme hakkını da tanıyan anlaşmaya rağmen, 1971’in mart ayında çatışmalar yeniden patlak verdi. Silahların tamamen sustuğu temmuz ayına gelindiğinde, 15 binden fazla Filistinli savaşçı ve sivil hayatını kaybetmiş, onlarca Filistinli kasabası ve kampı boşaltılmış, 100 bin civarında insan da yerinden edilmişti. Ürdün Kralı Hüseyin, kendisine yöneltilen “orantısız şiddet” eleştirilerine rağmen, FKÖ’ye boyun eğdirmeyi başarmış, hayatta kalan mensuplarını da ülkesinden sürgün etmişti. FKÖ, yaklaşık 10 yıllık bir süre için Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta konuşlanacaktı.

Vasfi Tell, FKÖ tarafından Kahire'de öldürüldü.

“Kara Eylül” adıyla bilinen bu sürecin sonunda, FKÖ militanlarından oluşan bir fedai grubu da aynı ismi alarak eylemlere başladı. “Kara Eylül” grubunun imza attığı ilk rövanş eylemi, 28 Kasım 1971’de Ürdün Başbakanı Vasfi Tell’in Mısır’ın başkenti Kahire’de öldürülmesi oldu. Kral’ın şahsına ulaşamayan FKÖ militanları, böylece onun sağ kolunu ortadan kaldırmıştı. Kara Eylül, suikasttan bir ay sonra, bu defa Ürdün’ün Londra Büyükelçisi Zâyed Rıfâî’yi öldürmeye çalıştı, ancak büyükelçi suikast girişiminden sağ olarak kurtuldu. Sonraki aylar boyunca İsrail’in dünyanın çeşitli ülkelerindeki diplomatik temsilciliklerine patlayıcı içerikli paket ve mektuplar gönderek Kara Eylül, en büyük eylemini ise 5 Eylül 1972’de Almanya’nın Münih kentinde gerçekleştirdi. Münih Olimpiyatları’na katılan İsrailli sporculardan 11’i, kaldıkları otel odalarında Filistinli gerillalar tarafından öldürüldü.

Katliamın ardından, İsrail Başbakanı Golda Meir’in Mossad’a verdiği özel izinle, Kara Eylül üyeleri dünyanın çeşitli ülkelerinde sürek avına maruz kaldı. 1973 yılı boyunca, çok sayıda Kara Eylül mensubu öldürüldü. Mossad, bu süreçte onlarca masum kişiyi de öldürerek, eleştirilere hedef oldu. 21 Temmuz 1973’te Norveç’in Lillehammer kasabasında öldürülen Faslı garson Ahmed Bûşeyhî onlardan biriydi. Hamile karısının yanı başında vurularak hayatını kaybeden talihsiz adam, Kara Eylül lider takımından Ali Hasan Selâme ile karıştırılmıştı. Yâser Arafat, Kara Eylül grubunu 1974’te resmen feshetti, hayatta kalan üyeleri de FKÖ ve ona bağlı çeşitli fraksiyonlara dağıldı.

İsrail Başbakanı Golda Meir, Kara Eylül üyelerinin öldürülmesini emretti.

26-29 Ekim 1974’te Fas’ın başkenti Rabat’ta düzenlenen toplantı sırasında, Arap Birliği tarafından “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” olarak resmen tanınan FKÖ, aynı yılın 13 Kasım günü Yâser Arafat’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayla, dünya sahnesinde adını duyurmaya başladı. Konuşmasında, dünya liderlerine çağrıda bulunarak, elinde tuttuğu zeytin dalının düşürülmemesini isteyen Arafat, New York’a ayak basmasından önceki aylarda da FKÖ mensuplarına İsrail dışında eylem düzenlememeleri talimatını vermişti. Bu, -tıpkı Kara Eylül grubunun dağıtılması gibi- FKÖ’nün uluslararası arenada kendisine meşruiyet sağlama arayışının bir parçasıydı. Arafat ayrıca, Marksist çizgideki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ile FKÖ arasındaki ayrışmayı da net olarak vurgulamak istiyordu.

Arafat, BM'deki tarihî konuşması sırasında...

FHKC’ye bağlı militanlar, 15 Mayıs 1974 günü Lübnan sınırından İsrail’e sızmış, sınıra yakın Maalot kasabasındaki bir okula düzenledikleri saldırıda 22 ilkokul öğrencisini öldürmüştü. 11 Mart 1978’de, Fetih mensubu Delâl Muğrâbî liderliğindeki bir grubun, Tel Aviv sahil yolunda seyreden bir yolcu otobüsünü ateşe vererek 10’u çocuk 37 kişiyi öldürmeleri, Arafat’ın çizmeye çalıştığı “barışçı” imajın içinin doldurulmadığını da gösterecekti.

Delâl Muğrâbî, bugün Filistinlilerin hâlâ törenlerle andığı bir isimdir.

Kara Eylül sürecinden sonra Lübnan’ın başkenti Beyrut’a yerleşen FKÖ liderliği, kısa süre sonra kendisini Lübnan iç savaşının tam merkezinde buldu.

Çok sayıda tarihçiye göre, 1975’te patlak veren iç savaşın esas nedeni, çeşitli gruplar arasında, Filistinlilere Lübnan topraklarından İsrail’e saldırı düzenleme müsaadesi verilip verilmemesine dair yaşanan gerilimdi.

1976’nın yazında, FKÖ, savaşçılarını Beyrut’un sivil bölgelerinde konuşlandırdığı gerekçesiyle suçlandı. İsrail’le de irtibatları bulunan Hıristiyan Falanjistlerin Filistinlilere düzenlediği saldırılarda yüzlerce insan öldü, yaralandı veya yaşadığı yerden sürgün edildi. 14 Mart 1978’de, İsrail, FKÖ tarafından sınır boylarında düzenlenen saldırıları bahane ederek Güney Lübnan’ı işgal etti. Mısır’la yürütülen ve kapsamlı bir barış anlaşmasıyla (Camp David, 1979) sonuçlanan müzakereler, İsrail ordusunun bölgede rahat hareket etmesine yol açmıştı. 3 Haziran 1982’de İsrail’in Londra Büyükelçisi Şlomo Argov, FKÖ içindeki Arafat muhalifi Ebu Nidal grubu tarafından vurulup ağır yaralanınca, İsrail bu suikast girişimini Lübnan’ın işgali için gerekçe olarak kullandı. Böylece, FKÖ’nün Lübnan’ı tamamen terk etmesine yol açacak olan uzun bir savaş süreci başladı.

İsrail'in Londra Büyükelçisi Şlomo Argov'a düzenlenen suikast girişimi, Lübnan'ın İsrail ordusu tarafından işgaline yol açtı.

Büyükelçi Argov’a saldırı haberi Tel Aviv’e ulaşınca, İsrail Başbakanı Menachem Begin kabineyi acilen toplantıya çağırdı. Uzun müzakerelerin ardından, İsrail ordusunun Lübnan içlerine doğru ilerlemesine karar verildi. 6 Haziran 1982’de başlayan operasyonun 48 saat içinde tamamlanması öngörülürken, İsrail tankları Beyrut’un dış mahallelelerine ulaştı. Bu sırada, Lübnan iç savaşının ana aktörlerinden Suriye, duruma müdahale ederek İsrail ordusunun karşısına çıktı. Kısa süre içinde çok sayıda savaş uçağını kaybeden Suriye, çatışmalardan çekilmek durumunda kaldı. 14 Haziran günü, İsrail ordusu Beyrut’u tamamen kuşattı. Hıristiyan Falanjistlerle birlikte hareket eden İsrail’in temel hedefi Suriye ve FKÖ’nün Lübnan’dan çıkarılarak, Lübnan’ın tam bağımsız (ama aslında İsrail’e bağımlı) bir ülke haline gelmesini sağlamaktı. Beyrut kuşatması, ağustos ayının ortalarına kadar devam etti. Ardından, Yâser Arafat’ın da içinde bulunduğu FKÖ kadrosu, 25 Ağustos günü Beyrut’u terk etmeye başladı. Çekilme, 29 Ağustos günü tamamlandı.

İç savaş yıllarında Lübnan...

İsrail, Beyrut kuşatması devam ederken, FKÖ ve Suriye çekildikten sonra Lübnan’ın nasıl yönetileceğini de dizayn etmeye koyulmuştu. İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron ve diğer üst düzey yetkililerle yakın kişisel temas içinde bulunan Hıristiyan Falanjist lider Beşir Cemayel (34), yeni cumhurbaşkanı olarak belirlendi. 23 Ağustos’ta yapılan seçimle, bu tercih kesinleştirildi. Ne var ki, seçilmesinden yaklaşık üç hafta sonra ve yemin ederek resmen göreve başlayamadan, 14 Eylül 1982 günü düzenlenen bir bombalı saldırıyla, Cemayel yaşamını yitirecekti.

İsrail'in desteklediği Lübnan Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel.

Beşir Cemayel’in öldürülmesiyle birlikte, İsrail ve Lübnanlı Hıristiyan Falanjistler, Beyrut’ta hiç Filistinli bırakmama noktasında mutabakata vardı. 16 Eylül’den itibaren, şehrin batı yakasındaki Filistinli kamplarını ablukaya alan Falanjistler, yaklaşık 3 bin kişiyi katletti. En korkunç katliam ise Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında yaşandı. Hıristiyanlar Filistinli Müslümanları katlederken, Ariel Şaron’un komutasındaki İsrail ordusu da bölgeyi kordona almış, duruma nezaret ediyordu. Katliam duyulunca, İsrail Başbakanı Menachem Begin, Şaron’un görevden alınması noktasında uluslararası baskıyla karşı karşıya kaldı. Şaron nihayet istifa etti, yargılandı ve suçlu bulundu.

Yâser Arafat, Tunus'taki ofisinde...

Yâser Arafat ve arkadaşları, 1982 yazında Beyrut’tan çıkarıldıktan sonra, sürpriz bir ülke kendilerine kucak açtı: Tunus. Dönemin Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba, İsrail’e yönelik ılımlı bir politika izlemeyi tercih etse de, FKÖ’yü ağırlamayı siyasî açıdan kârlı bir yatırım olarak görmüştü. 1979’da Mısır’a tepki olarak Arap Birliği’nin de taşındığı Tunus, o dönemde Arap siyasetinde hacminden çok daha büyük bir rol üstleniyordu. Burgiba’nın davetiyle, 1100 civarında FKÖ mensubu ve savaşçısı da Tunus’a yerleşmişti. Sonraki üç yıl boyunca buradan İsrail hedeflerine çeşitli operasyonlar düzenleyen FKÖ, 25 Eylül 1985’te Kıbrıs’ın Larnaka limanına demirleyen bir gemideki üç İsraillinin öldürülmesinden sonra, İsrail’in karşı saldırısına muhatap oldu. 1 Ekim 1985 günü, İsrail savaş uçakları FKÖ’nün başkent Tûnis yakınlarındaki merkez karargâhını bombalayarak 47 kişinin ölümüne, 65 kişinin de yaralanmasına yol açtı. Yâser Arafat o sırada bir ziyarette bulunduğundan bombardımandan sağ kurtulurken, çok sayıda önemli FKÖ mensubunun ölümü, örgütte ciddi bir kayıp meydana getirdi.

FKÖ tarafından kaçırılan Achille Lauro, İtalya'dan demir almıştı...

İsrail’in Tunus’taki ana karargâhı bombalamasından bir hafta sonra, FKÖ içindeki fraksiyonlardan Filistin Kurtuluş Cephesi (FKC), Mısır’ın İskenderiye limanına demirleyen Achille Lauro isimli cruise gemisine 7 Ekim’de baskın yaparak, 97 yolcusuyla birlikte limandan hareket ettirdi. Gemiyi Suriye’nin Tartus limanına götürmek isteyen FKC militanları, bu talepleri reddedilince Kıbrıs’a yöneldi.

Kıbrıs da gemiye izin vermedi, bunun üzerine Achille Lauro, Mısır’ın Port Said limanına döndü. Denizde yaşanan köşe kapmaca sırasında, 69 yaşındaki engelli yolcu Leon Klinghoffer’in vurulduktan sonra tekerlekli sandalyesiyle birlikte denize atılması, olayın en çok tartışılan yönünü oluşturdu.

Filistinli militanların Klinghoffer’ı hedef olarak seçmesinin tek sebebi, Amerikalı bir Yahudi oluşuydu. Ağır yaralı olarak denize atılan Klinghoffer, denizde boğularak hayatını kaybetti; cesedi 16 Eylül’de Suriye kıyılarında bulundu. Baskını gerçekleştiren ekip, “güvenli çıkış” karşılığında krizi sona erdirdi ve yolcuların karaya çıkmasına izin verdi. Ekibin başkanı Muhammed Zeydan, kısa bir süre yargılanıp hapis yattıktan sonra, Oslo Anlaşması çerçevesinde serbest bırakıldı. Ömrünün son yıllarını Irak’ta Saddam Hüseyin’in koruması altında geçiren Zeydan, 2003’te ABD’nin işgaliyle birlikte yakalandı. Zeydan, bir Amerikan mahkemesindeki yargılaması sürerken, 9 Mart 2004’te hayatını kaybetti.

Amerikan Yahudisi Leon Klinghoffer, gemi baskınında öldürülen tek isimdi. 69 yaşındaki engelli Klinghoffer, vurularak denize atıldıktan sonra boğularak öldü.

Tunus merkezli FKÖ liderliği, bombardıman sonrasında hızla toparlanarak, İsrail’e karşı yeni saldırılara ve operasyonlara girişti. Yeni süreçte, Arafat’ın sağ kolu olan Halîl el Vezîr, başrol oynuyordu. Onun hazırladığı planlar ve geliştirdiği taktikler, FKÖ’ye yeniden can kazandırmıştı. 1987’nin sonunda patlak veren -ayrıca Hamas’ın da sahneye çıktığı- Birinci İntifada süreciyle daha da köşeye sıkışan İsrail hükümeti, “Ebû Cihâd”ın ortadan kaldırılmasına karar verdi. Halîl el Vezîr, 16 Nisan 1988 günü, Tunus’ta yaşadığı ikametgâha baskın yapan Mossad komandoları tarafından vurularak öldürüldü.

Arafat, 1988'de öldürülen sağ kolu Halîl el Vezîr'le (sağda).

Halîl el Vezîr’in ortadan kaldırılması, FKÖ liderliği ve Yâser Arafat için yeni ve derin bir kriz anlamına geliyordu. Aynı zamanda Filistin içinden de ciddi eleştirilerin muhatabı haline gelen Arafat, 1988’in son aylarında arka arkaya attığı iki adımla, hem kendi tabanının hem de uluslararası camianın beklentilerini aynı anda karşılamaya girişti:

İlk önce, Cezayir’in başkenti Cezayir’de 12-15 Kasım 1988’de düzenlenen Filistin Ulusal Konseyi toplantısında, “Bağımsız Filistin Devleti”nin kuruluşu ilân edildi. Başkenti Kudüs olan söz konusu devlet, o sırada henüz fiilen var olmasa da, aslında Oslo Süreci’ne giden yolun da ilk adımını oluşturuyordu. Birinci İntifada’nın ateşiyle yanan Filistin için, “devlet ilânı”, yıllardır beklenen başarının ve somut sonucun da gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Arafat, Cezayir’deki toplantıdan bir ay sonra, 13 Aralık günü BM’nin Cenevre’deki merkezinde yaptığı konuşmada, terörizmin her türlüsünü kınadıklarını dünyaya ilân ederek, kendi hakları ve bağımsızlıkları tanındığı takdirde İsrail’in var olma hakkını da tanıyacaklarını duyurdu. Ardından FKÖ liderliğiyle ABD arasında temaslar başladı. 20 Haziran 1990’da, Filistinli bir grup komandonun İsrail’e sızmaya çalıştığı tespit edilince, Amerikan yönetimi, FKÖ ile diyalog sürecinin askıya alındığını duyurdu.

FKÖ yönetimi, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'le hep yakın irtibattaydı.

Bu kritik dönemde, Saddam Hüseyin’in 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgale kalkışması, FKÖ ile Arap dünyası arasında bir dönüm noktası oluşturdu. Saddam’ın siyasî ve ekonomik desteğini yitirmek istemeyen FKÖ yönetimi, oldukça tartışmalı bir karar alarak, Saddam’ı desteklediğini duyurdu. Kuveyt, anında FKÖ ile bütün bağını kopardığını açıklayarak, ülkede bulunan yaklaşık 400 bin Filistinliyi birkaç gün içinde sınır dışı etti. Filistinliler Ürdün, Katar, Mısır gibi çeşitli ülkelere dağıldılar, Arap dünyasındaki FKÖ ofisleri kapatıldı, Kuveyt’e destek veren Körfez ülkeleri de FKÖ yönetimine karşı mesafe aldılar.

Salah Halef (en solda), Halîl el Vezîr (ortada) ve Yâser Arafat, Tunus günlerinde...

14 Ocak 1991’de, Arafat’ın çekirdek ekibinden üçü daha, Tunus’ta suikasta kurban gitti: Halîl el Vezîr’in yerini alan Salah Halef (Ebû İyâd), danışmanı Fahrî Umerî (Ebû Muhammed) ve FKÖ Güvenlik Şefi Hayel Abdulhamid (Ebû Hal), silahlı saldırganlar tarafından öldürüldü. Suikastı Mossad’ın işlediği genel tahminlerinin aksine, zaman içinde, bunun FKÖ içinde bir iç rekabet çatışması olduğu tezi ağırlık kazandı. Üç FKÖ yetkilisini Ebû Nidâl grubunun öldürdüğü yönündeki güçlü şüphe ise, örgüt yönetimi tarafından hiçbir zaman derinlemesine soruşturulmadı. Yâser Arafat, dosyayı kapatmayı ve unutmaya terk etmeyi seçti.

  • Salah Halef’in en dikkat çekici özelliklerinden biri, FKÖ’nün 1982’de Lübnan’dan çekilmesine ve 1990’da Saddam Hüseyin’i desteklemesine yüksek sesle itiraz etmiş olmasıydı.

 

Dönemin ABD Başkanı George Bush, Madrid Barış Konferansı'nın açılışında...

Kendisini, 1979’da İsrail’le Mısır’ı barış masasına oturtan Amerikan Başkanı Jimmy Carter’ın siyasî mirasının takipçisi olarak konumlandıran dönemin ABD Başkanı George Bush, Filistin konusunda ilerleme kat edebilmek için kolları sıvamıştı. Bush’un kişisel çabalarıyla, 30 Ekim-1 Kasım 1991’de İspanya’nın başkenti Madrid’de düzenlenen barış konferansına İsrail ve Arap dünyası geniş katılım gösterdi. İsrail’i Başbakan Yitzhak Şamir başkanlığında bir heyetin temsil ettiği toplantıda Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara hazır bulundu. FKÖ de, Ürdün heyeti içinde toplantıya katıldı. Uzun süren savaş ve çatışma yıllarının ardından, Arap dünyası ve İsrail ilk kez aynı masanın etrafında oturmuş, barışı müzakere etmişti. Madrid Barış Konferansı’nın sağladığı diyalog ve müzakere ortamı, daha sonra İsrail-Filistin arasında Oslo Anlaşması’na (1993) ve İsrail-Ürdün barışına (1994) yol açacaktı.

İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin (solda), ABD Başkanı Bill Clinton (ortada) ve Yâser Arafat, Beyaz Saray'ın bahçesinde...

Norveç’in başkenti Oslo’da düzenlenen toplantılarla alt yapısı oluşturulan anlaşma, 13 Eylül 1993 günü, ABD’nin başkenti Washington’da imzalandı. FKÖ Lideri Yâser Arafat’la İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in hazır bulunduğu anlaşmanın imzalandığı masa, 1979’da Camp David’de kullanılan kahverengi ahşap masaydı. ABD’nin Demokrat Başkanı Bill Clinton, Cumhuriyetçi halefi George Bush’un çok istediği şeyi nihayet başarmış, Mısır-İsrail barışından sonra Ürdün-İsrail barışını da resmîşleştirmişti. Oslo Anlaşması, İsrail’in resmen tanınması karşılığında, kendi iç işlerinde ve coğrafî alanında bağımsız bir Filistin yönetiminin kurulmasını öngörüyordu.

Oslo Süreci, anlaşmanın taraflarına Nobel Barış Ödülü kazandırdı.

Oslo Anlaşması’nın sağladığı özgürlük ve sükûnet ortamında, İsrail, onlarca önemli FKÖ yetkilisini serbest bıraktı. 1 Temmuz 1994’te, Yâser Arafat, tam 27 yıllık sürgünden sonra -yeni kurulacak Filistin yönetimine başkanlık etmek üzere- Gazze’ye döndü. Aynı yılın 14 Ekim’inde Yâser Arafat, İsrail Başbakanı Yitzhak Rabi ve İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres, Nobel Barış Ödülü aldı. Araft ve Peres, 24 Eylül 1995’te imzaladıkları yeni mutabakatla, Batı Şeria ve Gazze’nin, kurulacak yeni Filistin yönetimine resmen devrini kayıt altına aldı. Arafat, 20 Ocak 1996’da “Filistin Yönetimi Başkanı” olarak seçildi. 14 Aralık 1998’de ABD Başkanı Bill Clinton ve eşi Hillary Clinton’ın da bizzat katıldığı bir törenle Gazze Uluslararası Havaalanı’nın açılması ise, yeni Filistin varlığının en somut işaretlerinden biriydi.

ABD Başkanı Bill Clinton (sağdan ikinci) ve Yâser Arafat (soldan ikinci), Gazze Uluslararası Havaalanı'nın açılışında...

2000 yılının temmuz ayında Yâser Arafat’la İsrail Başbakanı Ehud Barak arasında başlatılan ve kapsamlı bir barış anlaşması imzalanmasını hedefleyen görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı. Arafat Filistin’e bir kahraman gibi dönse de, herhangi bir ilerleme sağlanamadı. 28 Eylül 2000’de İsrail’de muhalefet lideri Ariel Şaron’un Mescid-i Aksâ’ya yaptığı provokatif ziyaret ise, “İkinci İntifada” sürecinin başlamasına yol açtı. 2001’in başında Şaron’un başbakanlığa gelmesinden sonra, İsrail’in Filistin’e yönelik politikaları yeniden sertleşerek saldırgan bir hale geldi.

Açılışını Bill Clinton'ın yaptığı Gazze Uluslararası Havaalanı'nın enkazı...

FKÖ ile bütün müzakereleri sona erdiren Şaron, yılın son günlerinde Filistin’in Ramallah kentindeki yönetim ofislerini abluka altına aldı. 2002’nin mart ayında, İsrail ordusu, Batı Şeria’da Altı Gün Savaşı’ndan bu yana düzenlenen en kapsamlı askerî operasyonu başlatarak, Yâser Arafat ve diğer lider kadrosunun hareketlerini kısıtladı. 16 Haziran 2002’de, Filistinlilerin “Utanç Duvarı” olarak isimlendirdiği ayrım duvarının inşasına başlandı. 20 Eylül günü Arafat, şahsî ofisinin bulunduğu Mukâtaa’da abluka altına alındı. Yaklaşık iki yıl süren abluka sırasında, İsrail, Filistin’deki çeşitli hedeflere yönelik saldırılarını sürdürdü. Hamas liderleri de bu saldırılardan nasiplerini aldı.

Ramallah'taki Mukataa Kompleksi.

İsrail hükümeti, 2004’ün ekim ayında yaptığı duyuruda, Yâser Arafat’ın bir rahatsızlığa yakalandığını ve tedavi için yurtdışına çıkışına izin verileceğini bildirdi. 28 Ekim’de Fransa’nın başkenti Paris’teki bir askeri hastanede tedavi altına alınan Arafat, 11 Kasım’da yaşamını yitirdi. Onun ölümüyle birlikte Filistin tarihinde bir dönem kapanırken, 9 Ocak 2005’te yapılan bir seçimle yerine Mahmud Abbas geçti. Abbas hem FKÖ’nün hem de Filistin Yönetimi’nin yeni başkanı oldu.

Arafat'ın ölümü, bir dönemin sonuydu.

2005’in ağustos ayında, İsrail’in Gazze’deki Yahudi yerleşimlerini devlet zoruyla boşaltması, Filistin yönetiminin elini güçlendirmeye yönelik bir hamleydi. İsrail böylece Batı Şeria ve Gazze’de Filistin’in egemenliğine bırakılan kısımların tamamından çekilmiş oluyordu. 25 Ocak 2006’da Batı Şeria ve Gazze’de düzenlenen genel seçimleri Hamas’ın kazanması ise, İsrail ve ABD’ye Filistin konusunu bir kez daha düşünmeleri yönünde bir uyarı oldu. Filistin’e ekonomik yardımlar durdurulurken, FKÖ ile Hamas arasında şiddetli bir sürtüşme başladı. 2006’nın eylülünde Gazze’de fiili çatışmaya dönüşen bu sürtüşme sonunda, Mahmud Abbas yönetiminin istihbarat şefi Muhammed Dahlan ve ekibi Gazze’den çıkarıldı. Böylece FKÖ ile Hamas arasında keskin bir ayrım da ortaya çıkmış oldu.

  • 2007 haziranında Gazze’deki Hamas hükümetine yönelik olarak başlatılan abluka, günümüzde hâlen devam etmektedir.

Arafat'tan sonra onun koltuğuna oturan Mahmud Abbas.

FKÖ ile Hamas arasında şimdiye kadar çok sayıda uzlaşma ve birleşme girişimi gerçekleşmiş, ancak bunlardan hiçbiri sürekli hale gelememiştir. Dünyanın “meşru muhatap” olarak kabul ettiği FKÖ (ve içinde de bilhassa Fetih), BM’ye “gözlemci ülke” statüsünde katılmakta, Hollanda’nın Lahey kentindeki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ise -2005’ten bu yana- üyesi bulunmaktadır.

FKÖ’nün teşkilât yapısında dört ana bölümden söz edilebilir:

  1. Filistin Ulusal Konseyi: Bu, tüm yapı içindeki en kapsamlı ve yetkili kısımdır. Örgütün fiili yönetimi, bu konsey aracılığıyla gerçekleştirilir.
  2. Yetkili Komite: Günlük işleyişten, bütçeden ve üye işlemlerimden sorumlu birimdir.
  3. Merkezi Konsey: 124 üyeden oluşan birim, Filistin Ulusal Konseyi ile Yetkili Komite arasındaki iletişim ve koordinasyonu sağlar.
  4. Filistin Kurtuluş Ordusu: 1964’te kurulan silahlı birlik, FKÖ’nün resmi ordusu statüsündedir, ancak günümüzde resmen aktif değildir.

Filistin Haberleri

Katil İsrail, Gazze'de hastanenin jeneratörünü bombaladı
Siyonistlerin Gazze'de bıraktığı konserveler 15 çocuğu zehirledi!
İşgal rejiminin UNRWA kısıtlamalarına karşı UAD'den alınacak görüş bağlayıcı olacak
Cenin kentindeki saldırılarda 2 günde 9 Filistinli şehit oldu
Göçe zorlanan Filistinlilerin çadırları su altında kaldı