Ahmet Varol / Yeni Akit
Filistin Batı’nın maskesini de düşürdü
Küresel emperyalizm doğrudan sömürgecilikten dolaylı sömürgecilik dönemine geçince özellikle kavramlar üzerinden sömürmeye öncelik verdi. Bu kavramları aynı zamanda insanların zihinlerini işgal etmekte kullanmaya çalıştı. Zihinlerin işgalinin toprakların işgalinden tehlikeli olduğunu ise muhtelif yazılarımızda dile getirdik.
Bu süreçte öne çıkarılanların başında demokrasi, insan hakları, uluslararası hukuk, barış, çocuk hakları, kadın hakları, eşitlik, düşünce özgürlüğü gibi kavramları zikredebiliriz. Bunlar ilk bakışta insana sevimli ve cazibeli geliyor. Bu kavramların cazibesi onları kullanan güçlerin arka planda duran amaç ve niyetlerini sorgulama ihtiyacı duymayan kitlelerin temayüllerini etkileyebiliyor ve istikametlerinin belirlenmesinde çok işe yarıyor.
Bu kavramların etki gücünün artması için zıtları da tespit edildi ve onlar da birilerinin dışlanması, mahkum edilmesi, hedefe yerleştirilmesi ve köşeye sıkıştırılması için değerlendirildi. Bu nitelikte kavramların en başında terörü ve diktatörlüğü zikretmek mümkündür. Küresel emperyalizmin medya üzerindeki gücü bu türden kavramların, kendi politikalarıyla uyuşmayan yapılanmaların zayıf düşürülmesinde ve mahkum edilmesinde çok işe yaradı. Medyanın yönlendirdiği kitleler ise bu kavramların ne kadar adilce kullanıldığını, iddia edilenlerle gerçeklerin ne kadar uyuştuğunu sorgulama ihtiyacı duymadı. Dolayısıyla küresel emperyalizm kendi politikalarıyla uyuşan yapıların icra ettiği şiddeti “savunma hakkı”, haksızlığa maruz kalmaları, topraklarının işgal edilmesi ve kendilerinin bizzat şiddete maruz kalmaları sebebiyle fiili mücadeleye başvurma ihtiyacı duyanların sergilediği şiddeti ise “terör” olarak nitelemekte hiç zorluk çekmedi.
Küresel emperyalizm kavramlar üzerinden sömürme politikalarını yürütmek için muhtelif uluslararası kurumlar da kurdu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, emperyalizmin güdümünde bir küresel sistem oluşturma amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler teşkilatını bunların başında zikredebiliriz. Normalde bu teşkilat, II. Dünya Savaşı’nda büyük bir felaket yaşayan insanlığın bir daha benzeri bir durumla karşı karşıya gelmemesi için küresel barışın hakim kılınması ve tüm dünyada hukukun, insan haklarının gözetilmesi konusunda baskı aracı oluşturulması amacıyla kurulmuştu.
BM ile bağlantılı olarak uluslararası hukukun hakim kılınması, insan haklarının gözetilmesi, özellikle ırkçı politikaların önüne geçilmesi, soykırım uygulamalarına engel olunması gibi insanlığın ortak değerleri açısından öncelik ve ehemmiyet arz eden birtakım gayelere yönelik muhtelif uluslararası kuruluşlar da kuruldu.
Bütün bu kuruluşların faaliyetlerini gözetleyen ve insani değerlere sahip çıkan bir üst mekanizma olduğu kanaati oluşturulması amacıyla “uluslararası toplum” kavramının da yaygın bir şekilde kullanılması sağlandı. Görünüşte bu kavramla sözünü ettiğimiz uluslararası kurumların işlemesini sağlayan üst akıl kastedilir. Ama fiiliyatta bir karşılığı olmayan soyut bir kavram olduğundan, yüklediği sorumluluğu üstlenecek bir muhatabı bulunmamaktadır.
Ancak perdeyi kaldırdığınızda karşınızda tüm dünyaya hükmedebilmek için gücün her şeyi çözeceğine inanan, egemen yapının çıkarlarının olduğu yerde hukuki, ahlakî ve insani değerlerin hiçbir geçerliliğinin olmadığını savunan makyavelist felsefeyi bir hayat nizamı olarak benimsemiş emperyalizmi görürsünüz.
İşte bu gerçek bugün Filistin’de, siyonist vahşete sınırsız ve şartsız destek veren Batı emperyalizminin sergilediği tavırla bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Tamamen ırkçı amaçlar doğrultusunda tam bir soykırım gerçekleştirirken, bu soykırımda hiçbir sınır tanımazken, bütün insani değerleri ayaklarının altında çiğnerken siyonist katillere şartsız ve sınırsız destek veren emperyalizmin sözünü ettiğimiz kavramlarda ne derece ikiyüzlü, sahtekar ve yalancı olduğu, bütün bu kavramları aslında kendisinin gerçek yüzünü gizlemek amacıyla bir maske olarak kullandığı iyice açıklık kazanmıştır.