Fil ve fare

Beni en hayrete düşüren sözleri bir gazeteci söyledi. Üstelik iddianamenin basına yansımasından birkaç saat sonra... Şu an, bu satırlar kaleme alınırken dahi kimsenin iddianamenin tamamını okuduğunu zannetmiyorum.

Lakin bu gazeteci, üstelik kendini bir duvarın üzerine tırmandırıp toplumun her kesimine belli bir mesafede durduğunu iddia eden ve çoğu zaman bunu serzenişle 'kimseye yaranamıyorum' şeklinde ifade eden bu gazeteci, aradan üç saat bile geçmeden 'iddianame tutarsız, bozuk, aceleye gelmiş, ya savcılar dertlerini anlatamamışlar ya da meseleyi anlamamışlar' dedi, diyebildi. Bu kadarına 'helal olsun' demekten başka elden bir şey gelmiyor!

Kolay değil biliyorum; bir ülkenin sifonunu çekmek, tüm pisliklerini kısa bir sürede akıtmak mümkün mü? Daha önce de yazdım, bir şekilde 'bu kadar uzun sürede iddianame mi yazılır?' şeklindeki itirazlar saflıktan kaynaklanmıyorsa kasıtlıdır. Bir baskı oluşturup, 'Ergenekon' denen yapılanmanın tam anlamıyla ortaya çıkarılmasını, resmin tamamının çekilmesini istemiyorlar. 'Yok efendim bu kadar sürede iki bin bilmem kaç sayfa olduysa, süre uzasa kim bilir kaç sayfa olacaktı?'Palavranın dik alasıdır, taşların yerli yerine oturmasını beklemek sayfa sayısının artması demek değildi. Resmin netleşmesi demekti. Ergenekon'a bilinçli-bilinçsiz destek veren medya-siyaset ikilisi bunu engellemek istedi. Buna rağmen ortaya çıkan tablo nasıl bir canavarın dişleri arasında yaşadığımızı gösteriyor. En azından bunu sağlam deliller ve belgeler ile iddia ediyor. Bombaların akrabalıklarına bakmak yeterli bunun için. Ya da eli kanlı tetikçinin ailesinin banka hesabına bakmak...Elbette 'Av tüfeği ile darbe yapacaklardı' gibi, cımbızları köhnemiş zihniyetin süreci bulandırma ve sulandırma çabası devam edecektir. Tıpkı 'dağ fare doğurdu' diye üfleyenler gibi. Manzara ortada; dağ mı fare mi, tüm dünya gördü ve görecek...

28 Şubat'tan beri bilinçli yahut bilinçsiz şekilde bu zihniyetin dümen suyuna giden medya ayağı olduğunu biliyoruz. Lakin bu ayak hâlâ hâlâ işini yapmaya devam ediyor. En azından deniyor... Belki medya tablosu eskisi gibi olsa, iddianame bile ortaya çıkmayacaktı. Buna izin vermeyeceklerdi. Zaten iddianameyi okumak buna yetiyor, şüphelilerin birbiriyle yaptıkları muhabbetin en önemli maddelerinden biri de bu! Meseleyi 'av tüfeği' basitliğine indirerek sulandırmaya çabalayanlara Danıştay saldırısını anımsatmak lazım. Topla, tüfekle, tankla olmadı o eylem. Bir tabanca ile oldu. Sonrasını hatırlayın. Andıç Medyası'nın halay başlarının 'Türkiye'nin 11 Eylül'ü' manşetlerini çakmasını filan... Ecevit'i ölüme götüren protesto organizasyonlarını, buna katılım için davet yapanları vs...Bir de zavallı bir kısmı kendilerince aydınlığı, demokrasiyi, özgürlüğü talep ediyorlar. Ve kirli işleri de ilk önce kendilerinin deşifre ettiğini söyleyip hava atıyorlar. Sonrasında ortaya çıkan pisliğin büyüklüğüne bakıp, 'Heryerekon' şeklinde meseleyi bulandırıp, 'bana müsaade' diyorlar... Gönüllü avukatların, savcıyı küçümsemek için kalem oynatıp 'tespih' illüzyonu yapanların, 'ne yani biz kendi kendimizi mi bombalattık?' diye işi basit mantık oyunuyla küçümsemeye kalkanların maskesini düşüren bir iddianame ile karşı karşıyayız.

Hikâyeyi bilir misiniz? Bir konakta yaşayan fareler mutlu bir hayat sürerken bir kedi musallat olmuş konağa... Her gün bir fare eksilmeye başlamış konaktan. En deneyimli olanı, 'çözüm basit' demiş; 'Aramızdan biri kendini feda edip kedinin boynuna çıngırak takacak. Böylece kedi ne zaman yanımıza yaklaşsa çıngırak ötecek ve biz kaçacağız...' bu harika çözüm tüm fareleri sevindirmiş. Lakin başka bir sorun belirmiş: Çıngırağı kim takacak?Hiçbir fare yeteri kadar cesaretli çıkmamış ve gidip çıngırağı takma girişiminde bulunmamış. Ve kedi tüm fareler bitene kadar hepsini teker teker avlamaya devam etmiş...Birileri bu ülkede, canavarın başına çıngırak geçirebilecek cesareti gösterecek kimsenin olmadığını düşündü yıllardır. Sanırım bu iddianameyi yazanlar bu zihniyeti de yıkmış oldular!

ZAMAN