Kemalist rejime getirdiği eleştirilerle tanınan Fikret Başkaya, söz konusu Müslümanlara karşı yapılan baskı ve zulümler olunca eleştirdiği Kemalist Paradigmanın diliyle konuşuyor.
Fikret Başkaya’nın söz konusu yazısı:
Birinci Tahrir devriminden yaklaşık iki yıl sonra ve Müslüman Kardeşler iktidarının birinci yıl dönümünde, işçi, emekçi, kadın, genç, çocuk, her yaştan 16-17 milyon insan, Mısır’ın tüm kentlerinde tekrar sokaklara döküldü. İki yıl önce Mubarek’i iktidardan kovduğu gibi, bu sefer de Amerikancı Müslüman Kardeşler iktidarına son verdi. Zira Mursi iktidarı Mubarek’in yolundan gidiyordu. Mısır halkı böylece özgürlük, sosyal eşitlik ve demokrasi mücadelesinde kararlı olduğunu bir kere daha dosta-düşmana gösterdi. Müslüman Kardeşler 1928 yılında kurulduğundan beri, ilerleminin, özgürlüklerin, seküler değerlerin ve demokratikleşmenin karşısına dikildi. Başlarda İngiliz istihbaratı, 1950 sonrasında da Amerikalılar tarafından desteklendi, araçlaştırıldı ve kullanıldı. Hiç bir alternatif toplum projesine sahip değildir. Söyledikleri tek şey: Çözüm Islamdadır”... Bu kafayla insanların yüz yüze geldiği sorunlar çözülebilir mi? İlk kurulduğu yıllarda Mısırda seküler, ilerici, ulusçu, demokrat, sosyalist, komünist ve anti-kolonyalist hareketlere karşı kullanıldı. İkinci emperyalist savaş sonrasında da ABD tarafından araçlaştırıldı. Dine gönderme yapsa da dinle ilgisi retorikten ibarettir. Neoliberal teokrasinin timsali olan bir siyasi hareketin Mısır halkına teklif edeceği bir şey olabilir miydi?
ABD Birinci Tahrir devriminde Orduyla anlaştırarak, Müslüman Kardeşleri iktidara taşıdı. Amaç devrimci kalkışmayı etkisizleştirmek, yolundan saptırmak, yerli mülk sahibi sınıfların ve emperyalist kampın, tabii Siyonist İsrail’in çıkarlarını güvence altına almaktı. Lâkin hesap tutmadı. Mısır halkı yoluna devam etmekte kararlı olduğunu bir kere daha gösterdi ve Mubarek gibi Mursi’yi de iktidardan uzaklaştırarak, taleplerinin arkasında olduğunu gösterdi. Her ne kadar ordu son anda devreye girip, sürece müdahale etse de, Mursi iktidarına son veren ordu değil, görkemli halk hareketiydi. Birinci Tahrir kalkışmasında ordu halk hareketine müdahale edemedi. Müdahale etmekten çekindi. Bölünmekten korktuğu için. Zira devrim anlarında hiç bir toplum kesimi yükselen dalganın dışında kalamaz. Buna bürokrasinin bileşenleri de dahildir... Bu sefer iki taraf arasında yatıştırıcı rol oynamak üzere sürece müdahale etti. Böylece konunumu bir süre daha korumayı amaçlıyor. Dolayısıyla Mursi bir darbeyle değil, halk hareketiyle uzaklaştırıldı. Bu, Mısırın geniş emekçi kitlelerinin büyük başarısıdır. Bu hareti küçümsemek, itibarsızlaştırmak için darbe söyleminin çok kullanılacağı anlaşılıyor. Bizde sürüler halinde televizyonlara çağrılan Müslüman Kardeşler muhibi “konunun uzmanları”, bıktırırcasına seçilmiş bir başkana ve hükümete yönelik kitle tepkisini, halk iradesine karşı bir darbe olarak sunmak için yarışıyorlar. Halkın kendi iradesine, kendi kendine karşı olması mümkün müdür? Halk oy atmaya giderken iyi de, iktidara karşı gösteri yapınca neden darbeci sayılıyor? Kaldı ki, katılımın %46 da kaldığı bir seçimde oyların % 52’isini alarak başkan seçilen Mursi, oy hakkına sahip olanların dörtte birden azıyla o makama getirilmiş demektir. İkincisi seçimlere hile karıştırıldığı da cümle âlemin mâlumuydu... Dolayısıyla halk iradesi safsatasının da bir karşılığı yok.
Mursi’nin seçimle geldiğinde ısrarlı olan zevat, Mursi’nin iktidar olduğu bir yılda neler yaptığını neden hiç sorun etmiyor? Durum gayet açık. Mursi tüm devlet kurumlarına kendi yandaşlarını yerleştirmek dışında, halkın talepleri doğrultusunda tek bir adım atmadı. İşsizlik, yoksulluk, açlık, ve sefalet derinleşirken, insanlar çöp dibonlarından karın doyurmaya çalışırken, kazalar tam bir katlima dönüşürken, elektirik kesintileri sıradan hale gelirken, sınırlı özgürlükler de ortadan kaldırılırken, rejim hızla şeriat rejimine, tek adam diktasına dönüşürken, halkın bu kepazeliği uzaktan seyretmesi, gelecek seçimleri beklemesi mi gerekiyordu? “ Seçimle gelip, seçimle gitmeli” diyenler, seçimle nasıl gelindiğini de sorun ediyorlar mı? Seçimlerin ahmakları aldatma dışında bir şeye yaramadığını biliyorlar mı?
Bu kalkışma, özü itibariyle kapitalizme, emperyalizme, siyonizme karşı bir harekettir. Göstericilerin taşıdıkları afişlerde Mursi ile birlikte ABD’nin Mısır büyükelçisi Anne Patterson’un resmini üzerine de çarpı işareti konulması, ABD’ye yönelik nefretin dışa vurumudur. Mısırın emekçi halkı emperyalist hesapları ve Müslüman Kardeşler’e dair yaratılan efsaneyi boşa çıkardı. Velhasıl Müslüman Kardeşler ideolojik savaşı kaybetti, karizmaları çizildi... Geniş halk kitleleri ikinci ayaklanmada birinciden daha güçlü tepki vererek, kaldığı yerden yoluna devam edeceği kararlılığını ortaya koydu.
Türkiye’deki Müslümün Kadeşler muhibi iktidar çevreleri, akıl hocaları ve sözcüleri bu devasa kalkışmayı, “dış güçlerin” marifeti olarak sunmak için boşuna çırpınıp duruyorlar. Aslında bu anlayış, halkın kendiliğinden, kendi iradesiyle, kendisi için hiç bir şey yapmaya ehil olmadığı, öyle bir istidadı olmadığı inancının ve saplantısının bir tezahürüdür. AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, sevgili müttefikin sahneden çekilişinden duyduğu rahatsızlığı ifade ederken şöyle diyor: "Bu darbenin dış desteği de var. Bazı batı ülkeleri, Müslüman Kardeşler hareketinin iktidara gelmesini hazmedemediler, hazmetmek istemediler. Önce meydanları hareketlendirdiler, sonra muhtıra verdiler, şimdi de darbeyi yaptılar". Müslüman Kardeşlerin Başta ABD olmak üzere, emperyalist Batı tarafından iktidara taşındığını sağır sultan bile biliyorken, bu tür zorlamalar ne anlama geliyor?
O halde iki şey: Birincisi, Mısır devriminin ikinci dalgası bölgedeki hesapları ve dengeleri alt-üst etmiş bulunuyor. Ve ikincisi, emperyalist Batı ve bölgedeki uşakları [bir de ne demekse “stratejik müttefik” diyorlar] Mısır’ı istikrarsızlaştırmak için, Libya’da, şimdilerde Suriye’de yaptıkları gibi paralı askerleri, profesyonel katilleri, cihadcı denilen canileri seferber ederek, iç çatışmaları körükleyerek, devrim sürecini sabote etmek isteyeceklerdir. Bu amaçla manipülasyonlara gireçeceklerdir. Lâkin Mısır halkı bu tür saldırıları püskürtmeyi de başaracaktır.
Artık kesin olan bir şey var: Burjuva uygarlığı gününü doldurdu. Brezilya’dan Türkiye’ye, Mısır’a… ne zaman nedere patlayacağı meçhul kitle kalkışmaları sıradan – bilinen şeyler değil. Aracın rotasını, şeylerin seyrini kalıcı olarak değiştirme istidadı taşıyan, dolayısıyla yeni bir uygarlığın habercisi olan büyük depremler.”