Fıkıh Bize Ayak Bağı mı Oluyor?

Fıkıh aslında, müçtehitlerin kendi şartlarında anlayıp kayda geçtikleri, yazılı hale getirdikleri içtihatlar bütünü değildir. Fıkıh, hayatı Kuran ve Sünnet ışığıyla sürekli anlama çabasıdır.

Fıkıh bize ayak bağı mı oluyor?

Faruk Beşer / Yeni Şafak

Diyorlar ki:
Fıkıhtan herkes istediği fetvayı bulabiliyor. Eğer fıkhî fetvalar olmasaydı mesela DAİŞ ve benzeri örgütler yaptıkları cinayetlere mesnet bulamazlardı. Bugün çok karmaşık hale gelen meselelerimizi fıkıh kitaplarına bakarak halletmeye kalkarsak karmaşanın içinden çıkamayız. O halde doğrudan Kuran'a dönmeli ve hayatımıza onunla yön vermeliyiz.


Yine diyorlar ki, bizler bugün fıkha takatinin üzerinde yükler yüklüyor ve ondan bütün meselelerimizi halletmesini bekliyoruz. Böyle yapmamız fıkha da haksızlık olur.


İlk bakışta doğru sanılan bu kanaat, içinde pek çok yanlışı barındırıyor.
Yanlışlar öncelikle fıkıhtan değil, bizim fıkıhtan anladıklarımızdan kaynaklanıyor. Daha önce de söylediğimiz gibi fıkıh aslında, müçtehitlerin kendi şartlarında anlayıp kayda geçtikleri, yazılı hale getirdikleri içtihatlar bütünü değildir. Fıkıh, hayatı Kuran ve Sünnet ışığıyla sürekli anlama çabasıdır. Ve demiştik ki, fıkıh kavramı Kuranı Kerim'de yirmi yerde geçer ve bu yirmi yerin tamamında da isim olarak değil, geniş zamanlı fiil (muzari) olarak yer alır. Bu durum fıkhın sürekli yenilenen bir anlama eylemi olduğuna, böyle anlaşılması gerektiğine işaret eder. 

Çünkü fiilin bu kalıbı sürekli yenilenmeyi (teceddüd) ifade eder.

Fıkıh alimleri/fukaha kendi zamanları için yapılması gerekeni yapmış ve düşündüklerini, anladıklarını yani içtihatlarını yazılı hale getirmişlerdir. Onların zamanında toplumsal gelişmeler de bu içtihatlara göre düzenlenmişti. Başka ne yapabilirlerdi?


Gerçek fakihler bütün içtihatların kesin değil, zannî bilgi ifade ettiğini ve içtihat denen zihni çabanın zamanla değişebileceğini anlamış ve ona göre davranmışlardı. Çünkü içtihat, yeterli donanıma sahip/ehil bir âlimin bütün gücünü kullanarak gerçekleştirdiği anlama çabasıdır ve manası açık nasla hükmü bildirilen bir konuda içtihat olmaz. Bu gerçekleri de genel fıkıh kuralı olarak şöyle ifade etmişlerdi:


“Ezmanın tağayyürü ile ahkâmın tağayürrü inkâr olunamaz”


“Mevrid-ı nasta içtihada mesağ yoktur”.


Yani, zaman değiştikçe içtihatların değişeceği gerçeği göz ardı edilemez ve nas (ayet ya da hadis) bulunan bir konuda içtihat olmaz demek.


Buna fıkhın, moda tabirle, tarihselliği diyebiliriz. Demek ki fıkıh, yani anlama çabası, yani yorum tarihseldir. Oluştuğu zamanın ve mekânın şartlarından doğmuştur. O zaman ve o şartlar değiştiğinde fıkıh da değişmek zorundadır. Buna rağmen fıkhın birikimi olan içtihatlar önemlidir ve onlara bakmadan mesenin her boyutunu görebilmek de mümkün değildir. Eğer fıkhın/yorumun tarihselliğini göremezsek onu bütün olarak din zannederiz, hayat tıkanır ve biriler de bunun suçunu yorumda değil, Kuranı Kerim'de ararlar, onun dahi tarihsel olduğunu söyleme cehaletinde bulunurlar.


Şimdi başta sözünü ettiğimiz iddialara gelelim. Eğer bugün bazı gruplar kendi dar, hatalı ve ideolojik düşüncelerine destek olarak fıkıh kitaplarından fetvalar buluyorlarsa bu fıkhın değil, birinci derecede bu cahil insanların kendi hatalarıdır. İkinci ve bundan daha büyük hata ise, onların hatalarının fıkhın hatasından kaynaklandığını zanneden ehli ilmin yanılgısıdır. Oysa yapılması gereken şey yaşanmakta olan hayata Kitap ve Sünnet ışığıyla sürekli yön vermektir. Bunu yapamayanların kendilerini değil de fıkhı suçlamaları bir eksikliğin ve zaafın sonucudur.


Kaldı ki, keyfine göre fetva arayanlar fıkhı, hatta Sünneti bütünüyle devre dışı bıraksalar bile arzuladıkları fetvaları Kuranı Kerim'den de bulabilirler. Hz. Ali'nin Haricilerle görüşme yapmak üzere gönderdiği İbn Abbas'a dediği gibi, 'Onlara Kurandan deliller getirme. Çünkü Kuranın pek çok veçhi vardır'. Yani sen bir veçhini söylersin, onlar başka veçhini alırlar. 'Onlara Sünnetten, yani Hz. Peygamber'in uygulamalarından örnekler sun'.


Kaldı ki, hadi meselelerimizin çözümünü doğrudan Kuran'dan alalım desek bile senin anladığınla benim anladığım yine farklı olacak, farklı ayetleri delil tutacağız ve işte fıkıh yine ister istemez devreye girecek. Üstelik görüş beyan edenler fakih de olmayabilecek.


Kısaca fıkıh dinin sabitesi değildir ki, bizim önümüzü tıkamış olsun. Problem bizim yetersizliğimizden kaynaklanıyor. Bizler ümmetin önünü açacak yorumlar, anlamalar ve fıkhî istinbatlar yaptık da kabul mü görmedi?


Ama şu da bir gerçektir ki, bizim bunu yapabilmemiz uzun zamanlara muhtaçtır. Çünkü bizler şu anda hayatın her safhasında İslam'ın yaşandığı bir toplumun değil, modern ve melez bir kültürün yaşandığı bir tolumun çocuklarıyız. İnsanlar ancak yaşadıkları toplumun kültür kodlarıyla düşünebilirler. Üstüne üstlük, bir de geçmişin birikimini hesaba katmazsak, altımızı da kendimiz boşaltmış oluruz ve melez değil moloz bile olamayız.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!