İktidar çatışması bazen öyle çirkin haller alır ki, millet; suçlayandan da suçlanandan da yaka silkmeye başlar. Bu mücadele ister silahla olsun, ister demokratik yöntemlerle olsun son derece sancılıdır, acımasızdır, gözleri kör eder, bilinci felce uğratır. Malezya'daki iktidar kavgası bunun en iyi örneklerinden. Ülkenin kurucu iktidarı, siyasi eliti ile muhalefet lideri Enver İbrahim arasındaki kavga gerçekten çirkinlikler barındırıyor. Türkiye'deki gibi askeri müdahale geleneği olmadığı için, oradaki iktidar kavgası şark usulü cinliklerle dolu.
Enver İbrahim, yeni bir "fiili livata" soruşturmasıyla karşı karşıya gelince, "görüşme yapmak" için Türkiye'nin Kuala Lumpur Büyükelçiliği'ne geldi. Ancak bir daha çıkmadı. Siyasi sığınma istemedi. İsteyemezdi, istemezdi. Çünkü Malezya'nın liderliğine oynayan bir kişinin sığınma istemesi düşünülemezdi.
Gözaltına alınma korkusu ya da kendi ifadesiyle "can güvenliği" nedeniyle büyükelçiliğe sığınmıştı. Türkiye'yi sıkıntıya düşüren gelişme dün sona erdi ve Enver, hükümetin güvence vermesi üzerine elçilikten ayrıldı. Tabii bu arada, adını temize çıkarmak için bu ağır itham karşısında yüksek mahkemeye dava açtı. Türkiye, bu hassas durumdan, Malezya halkının gözündeki imajına zarar vermeden çıkabildi.
Türkiye'deki "Malezya örneği" tartışmalarını, Richard Holbrooke'un "ılımlı İslam" konusunda Türkiye ile Malezya'yı birbirine benzetmesini bir tarafa bırakalım. Olay tam da Başbakan Tayyip Erdoğan'ın D-8 Zirvesi için bu ülkeye gitme aşamasında gerçekleşti. Hapisten çıkan, ülkenin gelecekteki lideri gözüyle bakılan Enver İbrahim'in Halkın Adalet Partisi'nin Eylül ayında yapılacak seçimlerden zaferle çıkacağı beklentisinin arttığı bir dönemde yaşandı.
Enver yanlıları hükümeti yeni bir komplo yapmakla suçlarken hükümet, gıda krizi ve petrol fiyatları nedeniyle ülkedeki bu hassas dönemin istismar edildiği kanaatinde. Olay hükümeti çok kızdırmış olacak ki, Dışişleri Bakanı "Türkiye içişlerimize karışıyor" açıklaması bile yaptı.
Oysa Türkiye ile Malezya arasında hiçbir dönemde benzer suçlamalar olmamıştı. İki ülke ilişkilerinde ne 22 yıl iktidarda kalan ve Batı'nın "diktatörlük"le suçladığı Mahathir Muhammed döneminde ne de ondan sonra benzer bir sıkıntı olmamıştı. İki ülke ilişkileri hem ekonomik hem güvenlik hem de siyasi açıdan sorunsuz devam ediyordu.
Enver daha önce de benzer suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Yanında çalışan bir kişiyle cinsel ilişkide bulunmakla suçlandı. Daha sonra yüksek mahkeme suçlamayı asılsız buldu. Bir komploydu. Ancak başka suçlamalardan 6 yıl hapis yattı. İşkence gördü, işkence görüntüleri dünyaya yansıdı. 5 yıl siyasi yasak aldı. Bu süre doldu. Bu süreçte çok büyük mücadele veren eşi Azize İsmail'in kurduğu partinin başına geçmesi, seçimlerde başarılı olması, iktidardaki Birleşik Malay İttifakı'ndan transferler yapması gündemdeydi.
Çirkin iddialar, suçlamalarla dünyaya yansıyan bu kavga aslında çok derin bir siyasi rekabetin, çatışmanın sonucu. Bu çatışma ne kadar Malezya'nın iç dengeleriyle sınırlı, tartışılabilir.
22 yıl kesintisiz başbakanlık yapan, ülkeyi bugünkü mucizevi başarıya ulaştıran Mahathir'in yardımcısı olan Enver'in kaderi dramatik biçimde değişti. Malezya Müslüman Gençlik Teşkilatı lideri olarak dışarıdan Mahathir'in kadrosuna katılan ve kendisinden sonra Malezya'nın doğal lideri gözüyle bakılan Enver, olukça çirkin yöntemlerle iktidardan uzaklaştırılıp hapse gönderildi. Çok ağır ithamlarla kamuoyu etkisi kırılmaya çalışıldı. Ülkedeki iç iktidar savaşının dışında Mahathir'in ekibi, özellikle de Mahathir, Enver'i küresel finans çevreleriyle fazlaca içli dışlı olmakla suçluyordu ve onu ülkenin geleceği için tehlikeli buluyordu.
Asya ekonomilerini vuran büyük kriz, Mahathir'in korumacı yaklaşımı, kriz sırasında George Soros ve küresel sermaye ile yürüttüğü çetin tartışmalar hatırlanırsa, Enver olayının sadece bir iç mesele olmayabileceği de düşünülebilir.
Mahathir küresel sistemle hep kavgalı oldu. Batı'ya çok ağır eleştiriler yöneltti. Kriz sırasında IMF kredilerini bile reddetti. Bankacılık sistemine katı denetim uyguladı. Yabancı sermayeye sınır koydu. Ama bu tedbirler sayesinde krizden birkaç yıl sonra Malezya dış ticaret fazlası vermeye başladı. Enver, bu yaklaşımların dışında bir isimdi.
Ülkenin doğal lideriydi. Ekibi de kendilerini ülkenin doğal sahipleri, öncüleri olarak görüyor. Bu yüzden, ekipten olmayan Enver dışlandı. Dışlanmakla kalmadı kendisine karşı oldukça yıpratıcı bir kampanya yürütüldü. Siyaseten engelleme dışında eşcinsellik suçlamalarıyla kitlelerin gözünden düşürülmek istendi. Ancak başarılamamış olacak ki, benzer suçlamalar yeniden başladı.
Enver olayı, Malezya'da kurucu felsefe ile değişimci/Batı'yla daha yoğun entegrasyon isteyenlerin kavgası gibi duruyor. Bu yüzden de çatışma bitmeyecektir. Öyle Türkiye'de sanıldığı gibi laik-İslamcı kavgası değildir. Malezya'nın enerjisini tüketen bir kavga bu. Bir çok etnik ve dini yapıdan oluşan ülkede patlamalara yol açabilecek bir kavgadır.
Malezya'yı seven bir Türkiyeli için bu kavga sadece üzülmemize sebep oluyor. Çünkü bu ülke, bugünkü noktaya gelene kadar korkunç bir mücadele verdi, özveride bulundu. Yüzyıllara dayanan sömürge trajedisinden sonra millet olmayı, devlet olmayı, Müslüman olmayı yeniden keşfetti. Bunda Mahathir'in liderliği gerçekten çok büyük. O adeta yeni bir millet oluşturdu.
Bu kritik anda, Türkiye'de bir kriz yaşanırken, Başbakan'ın ziyareti gündemdeyken Enver neden Türkiye Büyükelçiliği'ne sığındı? Sadece Türkiye'ye güvendiği için mi? Arada ne tür bir bağlantı kurulmak istendi? Herhalde oradaki büyükelçiden iyi bilecek değilim!..
Yeni Şafak gazetesi