Av. Nuri Gürdal’ın kaleme aldığı konuyla alakalı yazıyı ilginize sunuyoruz:
FETÖ DAVALARINDA GENÇLERİN DURUMU VE GELECEK TASAVVURU
“İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!”(Diyanet Vakfı Meali, İsra Suresi, 11)
“…Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”(Diyanet Vakfı Meali, Bakara Suresi, 216 )
İnsanlar olarak hergün Rabbimizin ayetlerine şahitliğimizle SubhanAllah(Allah CC eksiklikten münezzehtir) zikrinin dilimize vird olması önemini daha iyi anlamakta, gönderdiği şu iki ayetin hayatımıza yön vermemesinin eksikliğini hissetmekteyiz. Ayetlerin ışığından uzaklaştığımızda nefsi hareketlerimizin ne sonuçlar doğuracağını, özellikle de “biz bunu hak etmemiştik” diyerek attığımız adımların bireyler olarak ümmet için ne sonuçlar doğuracağının farkında değiliz. Bireyler derken bunu ya bir kişi ya da şu an varolan insanlık içinde küçük-büyük bir topluluk olarak anlayabiliriz. Ümmeti, insanlığı etkilemesi için bu bireylerin elinde olağanüstü bir kudret, siyasi veya askeri bir güç olması da gerekmiyor. Çünkü, ümmet olarak Resulullah (sav)’in bildirdiği hadisiyle Mü’minler olarak bir vücudun organları gibiyizdir; insanlık için ise “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” (Ali İmran, 110) ayetiyle bireyler olarak attığımız adımların ümmetin özelinde insanlık için sonuçlar doğuracağının farkında olmalıyız. Bu farkındalığı oluşturacak olan ayetler ve sahih sünnettin rehberliğiyle yaklaşık iki buçuk yıl önce yaşamış olduğumuz ve günümüzde de etkisi devam eden darbe teşebbüsünün bazı yönlerini belirterek, Rabbimizin istediği “adil şahitler olun” emri gereği ve hesap günü Rabbime sunacağım bir mazeret olması için ve belki aceleci fıtratımızla yanlış, toptancı yaklaşımlar sergileyen Müslüman kardeşlerimizi zandan kurtarmayı üzerime bir görev olarak bilmekteyim.
Isparta’da hayatını sürdüren görme engelli bir avukatım.
19 yıl kamuda çalıştıktan sonra 2017 yılında emekli olarak serbest avukatlık yapmaya başladım. Haksızlığa uğradığını düşündüğüm mazlumlara (yardıma ihtiyacı olduğuna inandığım kişilere) destek olmak için avukatlıklarını yapmaya gayret etmekteyim.
Bana gelen kimi davalarda, dava içeriğinden hoşlanmasam da mazlumiyeti giderip adaletin sağlanmasına katkıda bulunma gereği üzerime düşeni yapmaya çalışmaktayım. Rabbimizin emri de bu değil mi?
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.”(Diyanet Vakfı Meali, Mâide Suresi, 8)
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Diyanet Vakfı Meali, Nisa Suresi,135)
Tarafıma en son gelen davalardan birini merkeze alarak durum tespitinde bulunmak istiyorum.
Hiçbir zaman birlikte hareket etmediğim, hatta hayranlıkla bakıldığı yıllarda bile yanlış itikadi anlayışları, Müslümanlardan ziyade Müslümanlara düşman olanlara yakınlıkları nedeniyle uzak durduğum ve üstelik 2013 yılında benim telefonlarımı da dinleyerek “Selam Tevhid Örgütü” gibi bir gruba üye olduğuma dair şahsıma iftira atan FETÖ örgütüne üyelik iddası ile bazı davalar gelmeye başladı.
Özellikle dava dosyalarını incelediğimde; öğrenci ya da herhangi bir resmi işi olmayan sivil konumda yargılananların birçoğunun mağdur olduğunu gördüm. Bu düşünce ile genellikle öğrenci konumunda bulunanları davalarında vekillik yaparak savunmalarını yapmaya başladım. “Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin.” (Maide, 8) emri gereği masumiyetine inandığım şahısların avukatlığını kabul ettim.
FETÖ üyeliğiyle suçlanan ve vekaletini üstlendiğim şahıs; birçok öğrencinin de aynı durumda bulunduğu, suç konusu örgütle 2005-2006 yıllarında henüz çocukluğunu tamamlamadan ortaöğretim 1. sınıfta tanışmış, 2016 yılının ilk aylarında da suç konusu örgütten kopmuş, ancak etkin pişmanlıktan faydalanan; daha önce birlikte kaldığı, yemek yediği belki de sırrını paylaştığı başka bir öğrencinin ismini vermesi ile, telefonunda da Bylock adlı program olması üzerine gözaltına alınmış, 3-4 gün gözaltında tutulmuş, hakkında dava açılarak silahlı terör örgütüne üyelikten yargılaması başlamıştır.
Bu durumda olan şahısların psikolojisi; en yakınları tarafından ihanete uğrama, güven olgusunun bitmesi, dışlanma, yalnızlık ve içine kapanma… olgusu şeklinde ortaya çıkmaktadır.
İlgililerin gerekli tedbirleri almamaları durumunda bu gençlerin 3-5 yıl sonraki durumları kaybedilmiş bir nesil olarak; hayata karamsar bakan, menfaatçi ve en çok da Müslümanlardan nefret eden bireyler olarak ortaya çıkacaktır.
Bir de suç konusu FETÖ’nün toplumun en az 2/5’ine ulaştığını gözönüne alırsak kaosun büyüklüğü on binlere belki de yüz binlere ulaşacaktır. Bu sonucun ne tür bir yıkıma yol açacağını tesbit etmek imkansızdır.
Gülen yapılanması,1966 yılından itibaren faaliyetlerine başlamıştır.
Özellikle 1980 ihtilalinden sonra örgüt, siyasiler, iş adamları ve din adamlarının birçoğunun desteğiyle yurt içinde büyümüştür. Söz konusu örgütün lideri ve yakın çevresinin 1999 yılında ABD’ye gitmesinden sonra, örgüt yurtiçinden sonra dünyaya da açılmış ve destekleyenleri çok fazla artmıştır.
2000’li yıllarda örgüt yurtiçinde ve yurtdışında reklamları yapılarak cazibe merkezi olarak gösterilmiştir. Yüzlerce dershanesi, okulu, yurtları, yayınevleri, banka/finans kurumları, sigorta ve kargo şirketleri, hastaneleri ve üniversiteleriyle toplumun bütün katmanlarını kuşatan kompleks bir yapılanmaya dönüşmüştür.
Hatta; her İle üniversite açılması, üniversitelerin 2 yıllık meslek yüksek okullarının ise şehirlerin ilçelerine kurulması üzerine öğrencilerin barınma problemleri ortaya çıkmış, devlet bu barınma problemini tam olarak çözememiştir. Bu durumdan da suç konusu örgüt yararlanmıştır. Öğrencilerin birçoğu zorunlu olarak bu suç konusu örgütün yurtlarında ve evlerinde kalmışlardır.
Çocuğunu bu yapının okullarına ya da dershanelerine göndermeyenlerin sayısı sıradan halk arasında çok az; bakan, milletvekili, askerî ve sivil bürokratlardan ise neredeyse hiç yok denecek kadar azdır.
Bu durumlar, pek çok insanın şu veya bu şekilde bu yapılanmanın çeşitli birimleriyle yollarının kesişmesine ve pek çok kimsenin de buyapıya teveccühüne neden olmuştur.
‘Çok yönlü hayır hareketi olarak görülen ve yurtdışında da ülkemizin olumlu reklamını yaptıkları kanaatiyle “bu yapıdan zarar gelmez” düşüncesiyle devletçe her aşamada desteklenen bu yapının halk tarafından kabul görmesinin sonradan yadırganmasını, kimilerinin bu nedenle itham edilerek cezalandırılmalarını ve bu ilişkiden dolayı mağdur edilmelerini adaletle bağdaştırmak mümkün değildir.
Gülen ekibinin parlatıldığı, adeta yerlere göklere sığdırılamadığı, hakkında konferanslar ve ‘dinlerarası diyalog’ organizasyonlarının tertiplendiği, yetkililer tarafından da beğeniyle karşılanan ve desteklenen Türkçe Olimpiyatları organizasyonu gibi uluslararası organizasyonların düzenlendiği döneme bakalım. Bu ekip, dinle oynadığı ve hatta dini değiştirmeye yeltendiği, medya, yargı, siyaset ve iş dünyasını yönlendirdiği dönemlerde hiç kimse tarafından eleştirilmemekte idi. Bu ekibi besleyen, öven, koruyanlar, toz kondurmayanlar, ‘Hocaefendi Hazretleri’ ifadesini ağızlarından düşürmeyenler, bugün günah çıkartmakta ve belden aşağı vurmaktadırlar. Belki bu ekip daha da ağırını hak etmiştir. Ama bugün bu tavrı takınanlar acaba dün mü doğru davranmakta idiler, yoksa bugün mü? Bunun iyice düşünülmesi gerekmektedir.
Gülen ekibinin faaliyetleri, özellikle de eğitim konusundaki faaliyetleri sadece devlet, iktidar ve bürokratik çevrelerde değil, kimi İslami çevrelerce de gıpta ile izlenmekte ve imrenilmekte idi. Bu nedenle en ‘radikal İslamcı’dan en radikal laikine kadar çoğu kimse çocuklarını ve imkânlarını Gülen ekibine aktarmakta idi.
Hâl böyleyken müvekkilim, güvenlik ve istihbarat birimleri bulunan devlet tarafından izin verilen okul, dershane, kurs gibi eğitim kurumlarında yapılan sınavlarda başarı göstererek ortaöğretim yıllarında dershanede ücretsiz eğitim görme hakkı kazanmış, MEB tarafından yapılan TEOG sınavında iyi bir puan alarak sıralamada ilk 7000 içerisine girme başarısını göstererek eğitim kalitesi ve imkanları açısından suç konusu örgütün kolejine kaydını yaptırmış, kolejin yanında bulunan kolej yurdunda kalmıştır. 2012 yılında bulunduğu ilde üniversite sınavını kazanarak, ortaöğretimden koleje kendisiyle ilgilenip fedakarlık gösteren öğretmenleri ve büyüklerinin iknasıyla, temiz bir fıtratın yitirilmeyen ‘vefa’ değeri gereği düşüncesi ve imkanlar avantajı nedeniyle öğrenci evlerinde kalmayı kabullenmiştir. Suç konusu örgütle, 2005-2006 yıllarında 12’li yaşlarda karşılaşan bir çocuğun, 2008’de 15’li, 2011’de ise 18’li yaşlarda olan bir gencin ve ailesinin, söz konusu suç örgütünün o yıllarda devlet ve Anadolu insanı tarafından yaptıkları hizmetlerden dolayı takdirle karşılamaları çok normaldir. Hayatın olan akışına uygun olan da budur.
Henüz doğru ve yanlışı tam olarak ayırt edemedikleri çocuk yaşlarda suç konusu örgütle tanışan, 20’li yaşlara kadar hep aynı çevre ile yoğun bir ilişki içinde olan öğrencilerden durumu fark edip vazgeçmelerini beklemek mümkün değildir.
Üstelik öğrenci konumunda olan birçok genç geçmişlerini sorgulamaktadırlar. Devlet organları, bu gençlere bir ana ve baba gibi yaklaşıp, suç konusu örgütün gerçek yüzünü anlatmalı ve gençliğine sahip çıkacak programlar yapmalıdır.
Geçmişte suç konusu örgütün asıl gayesinin dini duyguları kullanarak, İslam dinine şüphe tohumları atmak, İslam’ı protestanlaştırmak, emperyalistlerle iş birliği yapıp iktidarı ele geçirerek ülkeyi emperyalistlere peşkeş çekmek olduğu gerçeği çok az kişi tarafından dile getirildiğinden ve bu gerçekleri dile getirenlerin iftira ve suikastlerle susturulmaları ve suç konusu cemaatin çok yönlü sivil toplum örgütü olduğu reklamlarının sürekli yapılarak gündem edilmesi ile örgütün gerçek yüzünü ve amaçlarının ne olduğunu birçokları göremeyip aldanmışlardır.
2013 yılına kadar, neredeyse suç konusu örgüt üzerinde hiçbir olumsuz izlenim dile getirilmemiş, 2013 yılının ilk aylarında yavaş yavaş suç konusu örgüt mevcut iktidarla çatışmaya başlamıştır.
17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra ise, mevcut iktidar suç konusu örgütün gerçek yüzünü anlamaya başlamıştır. Ancak muhalefet ve toplumun büyük bir kısmına bu durum pek inandırıcı gelmemiştir. Suç konusu örgüt; bütün kurul ve kurumlarıyla da 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimine kadar Silahlı terör örgütü olarak anılmamıştır.
Herkesin bildiği bir kural vardır: Kanunsuz suç olmaz ve kanunlar geriye yürütülemez. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için o eylemi kapsayacak bir kanunun olması gereklidir.
Gerçekleştirilen eylem, 15 Temmuz 2016 yılından önce varolan kanunlar itibariyle suç teşkil eden eylemlerden değilse ve 15 Temmuz 2016’dan sonra çıkarılan kanunlara göre suç teşkil edecek ortamı oluşturmuyorsa bu eyleme suç denemez, ceza verilemez.
Yargıtay içtihatlarında da bu durumlara dikkat çekilmiştir. (Yargıtay 5.Ceza Dairesinin 2017/ 447 E 2017/ 753 K sayılı kararında; 15.CD’nin 2017/ 199 E sayılı kararında;15.CD’nin 2017/ 15256 E sayılı kararında; aynı dairenin 2017/ 14662 E sayılı kararında; yine Yargıtay 4.CD’nin 2017/ 414 E sayılı kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 04.12.2007 tarihli 2007/ 247 E 2007/ 257 K sayılı kararlarında ve birçok kararında, şüpheli bilerek kasten veya başka bir amaçlı suçu üstlense, kabullense bile CEZA HUKUKU VE CEZA YARGILAMASINDA AMAÇ MADDİ GERÇEĞİ ORTAYA ÇIKARMAK VE BUNA GÖRE şüpheliye ve sanığa ceza verilebileceği ortaya konmaktadır.
Anlatılmak istenen, 15 Temmuz 2016 tarihli hain darbeyi planlayanlar, öncesi ve sonrasıyla darbeyi ve darbenin arkasındaki güçleri destekleyenler için ancak somut deliller varolduğu sürece bu eylemleri suç teşkil etmelidir.
15 Temmuz 2016 darbe öncesi öğretim kurumlarında öğrenim görmek, dernek-sendika üyelikleri, ses kayıtları, yazışma kayıtları suç oluşturan etkenler içermiyorsa bunlar suça delil sayılamaz ve bunlar üzerinden ceza verilemez.Çünkü biliyoruz ki; yanlış bir işlem toplumda yanlış bir sonuç doğurur. Ve eğer bu yanlış toplumun büyük bir kısmını etkiliyorsa geri dönüşlerin büyük bir infiale yol açacağını bilmemiz gerekmektedir.
FETÖ’ye karşı mücadele yürütülüyor diye bir mazlumlar kitlesi oluşturulmamalıdır. Asıl olan FETÖ ile mücadelede kılı kırk yararak yeni mazlumiyetler oluşturulmadan darbe ile bağlantılı olanlara gerekli cezaların verilmesidir.
Almış olduğum davada müvekkilime yönlendirilen (genellikle öğrenciliği bitmemiş şahıslar hakkındaki iddiaların % 90 aynı minvaldedir) suçlamaları sizlerle paylaşarak, oluşan mağduriyetlere bir örnek sunmak istiyorum.
Müvekkilin darbe teşebbüsünün yapıldığı 15/07/2016 tarihinde henüz öğrenciliği devam etmektedir.
Darbeden 21 ay 10 gün sonrası küçük bir ilçede 3-4 emniyet aracı ile ikametgahına gelinerek gözaltına alınmıştır. İlçede olay hemen yayılmış, “24 yaşındaki genç bir kız silahlı terör örgütüne üyelikten emniyete götürülmüş” şeklinde haber yayılmıştır.
Genel olarak suçlamalar müvekkilimin, Bylock yüklemesi ve kullanması, ortaöğretimden üniversiteye kadar okuduğu okullar, kaldığı evler, yurtlar ve üniversite aşamasında kendisi gibi düşünen, daha güvenli olduğunu sandığı ve suç konusu örgüte yakın olan gidip geldiği dernek kaydı silahlı terör örgütüne üye olarak kabul edilmiş ve bu doğrultuda iddianame hazırlanmıştır.
Suçlamaları ele aldığımızda;
A… Akademi Merkezi Derneği’ne üyeliğinin bulunması
B… ByLock, Kakotal ve Hve programlarını kullanması
C… 2012 yılında liseyi bitirmiş olmasına rağmen, iddianamede okuduğu okula ilişkin “suç konusu örgütün okullarındandır” denilerek yer verilmesi.
- … Akademi Merkezi Derneği’ne Üyeliğinin Bulunması
Müvekkilim, 2014 yılında, söz konusu derneğe, mühendislik ve mimarlık fakültesi öğrencisi iken gidip gelmektedir.
Söz konusu dernek de resmi izinle kurulmuş ve hain darbe girişimi sonrası kapatılmıştır. Müvekkilim, derneğe aynı düşünceleri paylaştığı arkadaşlarının bulunduğundan bir muhabbet ortamı için gitmektedir. Yapılan piknik ve kahvaltı programlarına katılmıştır. Söz konusu suçlamada üyelik, yönetim kuruluna yedek üyelik, denetim kurulu üyesi olmak suç iddiası olarak gösterilmektedir.
Oysa bir dernek suça yardım etmediği sürece suç unsuru olarak görülemez, kimseye zarar vermediği sürece aynı düşünceleri paylaşan insanların bir araya gelerek düşüncelerini beyan etmeleri insani bir haktır, benimsenmiş olan anayasal, demokratik yapı da bunu desteklemektedir. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde 2017 yılında, 2017/1862-2017/5796 EK. sayılı kararında; sendika, dernek üyeliklerinin suç konusu örgüte üyelikten değil, yardımdan yargılama konusu yapılabileceği yönünde karar vermiştir. Müvekkilimin herhangi bir suça yardımı söz konusu olmadığından bu suç da mesnetsizdir. Bu yüzden her sendika, dernek üyesini ancak suça yardım oranında suçlu saymak zorundayız.
- ByLock, Kakotal Ve Hive Programlarını Kullanması
Müvekkil, 17-25 Aralık 2013 olaylarından itibaren söz konusu suç örgütünü sorgulamaya başlamıştır. Ancak çocukluk döneminde tanışmış ve fedakarlıklar gördüğü camiadan kopması 2016 yılı başlarında gerçekleşebilmiştir.
2014 yılında, çok güvendiği abla diye hitap ettiği kişilerin iknalarıyla bu programları kurmuş ve kullanmıştır.
Mahkeme ise, Bylock gibi programların içeriğine bakmadan, yüklü olmasını üyelik için yeterli görmektedir. Etkin pişmanlıktan faydalanmama durumunda verilecek en az ceza 5 yıldır. Bu ceza 10 yıla kadar çıkabilmektedir.
Suç konusu örgütte, belki de örgütün içyüzünü bilmeyen iyi niyetliler, müvekkil ve onun durumunda olan öğrencileri ikna için, ”emperyalistler bizim büyümemizi istemiyorlar, hükümeti de bize düşman ettiler” gibi ikna yollarıyla kendi aramızda bu programları kullanacağız demeleri üzerine kendi adına kayıtlı hat ve telefona Bylock programını yüklemiştir ve kendi gerçek adıyla programı kullanmaya başlamıştır. Günümüzde gelişen teknolojilerle birlikte aynı oranda siber saldırıların da artmasıyla siber güvenlik önem kazanmıştır. Bir birey veya topluluk kendi özel haberleşme sistemini oluşturdu ve kullandı diye suçlanamaz. İnsanlığın tecrübesiyle sabittir ki, bir eşyayı yerli yerince kullanmak, kullanan kişilerin niyetlerine kalmıştır. Şu an popüler haberleşme portalı olan WhatsApp’ta, bir terör eylemi haberleşmesi yapılması o programı yazanların mı, programı kullanan herkesin mi yoksa sadece kötüye kullananların mı suçu olur? Veya devlet kurumlarının içerisinde kendilerine tanınan özel görevleri suça yönelik kullananlar için devleti mi devletin kurumunu mu verilen görevi mi yoksa kötüye kullanan bireyleri mi suçluyoruz?
Müvekkilim de güvendiği kişiler tarafından telefonuna yüklenen programları kullanmakta bir beis görmemiş, kod adı kullanmamış, her şeyi meşru bir şekilde yapmıştır.
Programın yüklü olmasının başlı başına bir suç teşkil etmediğine kanaat ettiysek programın ne anlamda suç teşkil edebileceğine bakalım. Programın kendisinde bir sorun yoksa mesela insanların güvenliklerini tehdit eden bir casus yazılım değilse burada asıl olan neler yazıldığı nelerin paylaşıldığıdır. Müvekkilimin yazışma kayıtlarına bakılınca suç teşkil eden bir mesaj görülmemektedir (merhaba, nasılsın, Yasin okuyalım, hatim yaptın mı, Allah sıkıntılı günlerden çıkmamızı nasip etsin, görüşürüz, pikniğe gidiyor muyuz…) gibi mesajlar olduğu görülecektir.
Görüldüğü gibi delil kabul edilemeyecek iddialarla hazırlanan iddianame müvekkilimin eğitim geçmişiyle desteklenmeye çalışılmıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi söz konusu örgütün eğitim kurumları, hükümet ve devlet organları tarafından desteklenerek, çocuğunun iyi bir eğitim almasını isteyen her ailenin tercihi olmuştur. Bu mesnetsiz ifadelerle müvekkilim ve onun gibi birçokları bu iddianamelerle mağdur edilmektedir.
Müvekkilim gibi hakkında iddianame hazırlanan sanıklara Türk Ceza Kanunun (TCK)’nın 314/2 maddesine atıfla Terör Örgütü üyesi olma suçlamasında bulunulmaktadır. Bu kanuna göre örgüt üyeliğinin 5-10 yıl, örgüt yöneticiliğinin ise 10-15 yıl hapis cezası vardır. Ama TCK’nın 221 maddesi olan etkin pişmanlıktan yararlanarak örgütten isimler verirseniz ceza genellikle 2 yılın altında olur ve ertelenir.Bu kanunlarla hakkında iddianame hazırlananlar, özellikle öğrenciler, gözaltında korktuklarından ve hapse girmemek için aynı evde veya yurtta kaldıkları arkadaşları dışında bildikleri pek kimse olmaması nedeniyle, mecburen arkadaşlarının isimlerini verirler.
Etkin pişmanlıktan faydalanmak üzere verilen isimler de gözaltına alınır ve onlar da isimler verirler. Her öğrenci 20-30 arkadaşının ismini verince 3-5 yıl sonra sonuç birilerinin de istediği gibi tam bir kaos olacaktır. Güven duygusunun kaybolduğu, menfaati dışında bir hayat programı olmayan sayısız insan aramızda dolaşacaklar, en yakın arkadaşlarından nefret eden, herhangi bir kutsalı olmayan ve en çok da İslam’a düşman olan bireyler olacaklar.
Belki birilerine bu ifadeler abartılı gelebilir; ama 30-40 yıl öncesine baktığımızda sağcı-solcu, Türk-Kürt… ortaya atılan kısa sürede büyüyen fitne tohumları belki silahlı güçler olarak başarıyı yakalayamamış olsa bile, toplum ve özellikle de gençlik üzerinde ahlaken ve zihnen ne kadar başarılı oldukları ortadadır. Rabbimizin bizlere uyarısına dikkat edelim:“Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.”(Bakara Suresi, 191). Belki bu durumlar söz konusu suç örgütüyle kaşık tutanlar için iyi-kötü gibi safların belirginleşmesi gibi tanımlanabilir; ama unutulmamalıdır ki ‘Allah, insanı iddiasından vurur.’, ağzımızdan çıkan her sözle sınanırız ve Resullerin, öncülerimizin fitnenin her türlüsünden Allah’a sığındığını hatırlatmak isterim. Fitne ortamları hikmetle ve onun belirgin göstergesi adaletle yönetilir ve biz mülkün temeli olan adaleti yolun başında kaybedersek hikmeti bulamadığımızın göstergesi olacaktır.
Eğer bu gidişimizden Allah’a, O’nun rahmet ve adaletine sığınmazsak korkarım ki bu fitne çığının altında hepimiz kalacağız, Allah bizleri korusun.
Resulullah (sav) Muaz (ra)’ı Yemen’e vali olarak gönderirken ona toplumu neye davet edeceğini bildirmiş ve cümlesini şu şekilde tamamlamıştır: “Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah'la bu beddua arasında perde yoktur."( Buhari, Zekat 1, 41).
Olur da bir mazlumun bedduasından bana bir pay düşmemesi ve hesap günü Rabbime adil şahitlerden olabilme mazereti sunabilmek için bu konuları, tanıdıklarımla paylaşıyor ve ilgililerin (siyasilerin) bu durumu dikkate alarak kanuni bir düzenleme yapmaları konusunda çaba harcıyorum. Bu sebeple, gazetelerin ve haber sitelerinin mail adreslerine mail göndererek, telefon konuşmalarıyla gündem oluşturulması için çalışıyorum. ByLock yüklü olması, örgütle bağlantılı dernek, sendika, banka kaydı. vb… üyelikler kabul ediliyor. Ben de ısrarla Bylock içeriklerine bakılmalı, dernek ve banka kayıtlarının üyelik olarak kabul edilmemesi gerektiğini, suç teşkil eden mesaj, darbeye hazırlık çalışmaları ve darbeden haberdar olma durumu yoksa özellikle öğrencilerin beraat etmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Bu tür muğlak iddialarla mağdur edilen binlerce kişi, cezaevlerinde veya aramızda bir yerlerde üzerine atılan çamurdan kalan lekeler nedeniyle toplumdan soyutlanarak hayatlarını devam ettirmekteler ve ciddi travmalar yaşamaktalar. ‘Geç gelen adalet, adalet değildir.’ düsturu gereği bi ran önce bu davalar sonuçlanmalıdır. Hem sanıklar adalete kavuşarak rahatlamalı hem de bu davaların fazla uzaması nedeniyle oluşan mağduriyetler nedeniyle verilecek yüklü tazminatlar bu halka fatura edilmemelidir. Bu iddiaların asıl muhatapları olması gereken işadamları, yargı elamanlarının bir kısmı, gazeteciler, silahlı suç örgütünün elebaşları… kaçtıkları ülkelerde keyifli bir yaşam sürmektedirler. Devlet güçlerinin, bu mağdurlarla daha fazla uğraşmadan asil faillere yönelmeleri gerekmekte ve güçlerini bu örgüte destek olan mihraklara göstermelidirler.
Sonuç olarak; bu kıssadan hissemiz bir daha göstermektedir ki “Aşağılık bir yöntem kullanılarak şerefli bir hedefe varılamaz.”(ümmet olarak sürekli tecrübe ettiğimiz bu hatadan dönememekteyiz. Müslümanlar olarak eğitimlerimizi, hedeflerimizi… şahıslara veya şahıslara atfedilen kitaplardan değil, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Resulullah (sav)’in Sünnetinden almalıyız ve taassubumuz bunlara olmalıdır. Resulullah(sav) şöyle emretmiştir:“Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”(Hâkim,1/93). Hasan el-Benna şu sözüyle bu gerçeği çok güzel ifade etmektedir:”İslam’da şahıslara bağlılık yoktur. Şahıslar Allah ve Resulüne bağlılık derecesine göre itibar görür.“ Doğru-yanlış, iyi-kötü süzgecimiz Kitap ve Sünnet kriterlerinden oluşmadığından şahıslara, olaylara bakışımız birilerinin istediği şekilde olmaktadır. FETÖ olayında da hain darbe girişimine kadar örgütün iç yüzünün alt tabakalar tarafından tam olarak görülmeme nedeni de budur. Bu kör taassuplarından dolayı onlara, kendilerini ‘ Tevhidi Camialar’ olarak nitelendiren kardeşleri tarafından haklı olarak belki kızgınlık beslenmiş olunabilir; ama bu kardeşlerimize de hatırlatmak isterim ki hidayet Allah (cc)’nun elinde, bizlere doğru kılavuzları gönderen de O’dur. Bu nedenle merhamet duygumuz tüm diğer duygularının önüne geçmelidir ki, ümmet üzerinde oynanan bu oyun ve diğer oyunlar da bozulabilsin. Aksi halde yaşamımızı şekillendirmemiz hep bir noktada düğümlenip çıkmaza girecektir. Yazımı Rabbimizin göndermiş olduğu yolumuzu, geleceğimizi aydınlatan fener misali şu iki ayetle bitirmek istiyorum:
“Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.”( Diyanet Vakfı Meali, Talak Suresi, 2-3)
“Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.”(Diyanet Vakfı Meali, Enfâl, 29)