“Çok şey bilen” adamların ölümü her zaman şüpheler içerir, şaibelidir. İster siyasetçi olsun ister asker, ister gazeteci isterse başka bir şey, ama eğer bir şeyler biliyorsa ve o bilinen şeyler önemliyse ya da bu kişilerin ölümü üzerinden hesaplar yapılabiliyorsa, bu hesapların ciddi sonuçlar doğurma gücü varsa, siyasi ve ekonomik sonuçlara yol açabiliyorsa, toplumsal etkileri olabiliyorsa ölümleri de, başlarına gelen kazalar her zaman ciddi bir sorgulama gerektirir. Bu ölümler ilk başta işe yarar, gerçekler karartılır, üstü örtülür, unutturulmak istenir. Ama yıllar geçse bile bir şekilde ortaya çıkar.
Sıradan bir kaza olabilir, eceliyle ölüm olabilir, herkesin tanık olduğu bir ölüm şekli de olabilir. Yine de bu kişilerin kimliği, gücü, etkisi, bilgisi böyle bir merakı, böyle bir sorgulamayı hakeder. Hiç gocunmadan, çekinmeden, yargılanma korkusu olmadan, itibarsızlık endişesine kapılmadan şüphelerin ciddiyetle ele alınması gerekir.
En küçük ayrıntı, dikkatlerden kaçırılan bir detay sadece o ölümü aydınlatmakla kalmaz, inanılmaz gerçeklere kapı aralar. Aynı zamanda büyük felaketleri, kötü sonuçları da önler. Dünya tarihi bunun örnekleriyle doludur. Yakın tarih bunun örnekleriyle doludur. Türkiye'nin siyasi tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bu ülkenin son yirmi yılı bu örneklerle doludur.
Esası kaçırmadan, gerçeğe sadık kalarak, zihinsel karmaşaya izin vermeden küçücük detayların, şüphelerin peşine düşmek hiç değilse soru işaretlerini ortadan kaldırır. Her şüphe gerçek içermez ama gerçeğe ulaşmada şüpheler her zaman işe yarar. Şüphelerin; toplumsal bir paranoyaya dönüştürülmeksizin, etkili ve etkin çevreler tarafından ciddiye alınması, üzerine gidilmesi, kanaatlerle yetinilmemesi, kanıt eksikliği ile bu şüphelerin unutulmasına izin verilmemesi gerekir. Çünkü yarın birileri bu tür dosyaları yeniden açar, bu mutlaka olur. “Çok şey bilen adamlar”ın başına gelen en sıradan şey bile bu yüzden önemlidir, önemli olmalıdır.
Fethullah Gülen Hoca'nın, Anadolu insanının önceki gün kalbine gömdüğü Muhsin Yazıcıoğlu ve ölümüyle ilgili sözleri bunları getirdi aklıma. Gülen, Muhsin Bey'in örnek bir Anadolu insanı olduğu gerçeğini teslim ettikten sonra, Orgeneral Eşref Bitlis'in de helikopter kazasında hayatını kaybettiğini hatırlatarak, “Kendisinin başına da dört-beş defa sürpriz trafik kazası gelmiş ve onları atlatmaya çalışmış. Bir yönüyle şüphelenmek lazım. Her şeyi kurcalamak lazım. Bu helikopter nasıldır? Niye böyle bir şeye itildim, neden ille bununla götürülmek istendim?” diyor. (Radikal) Elbette bu sözlerle bir şeyler ima edilmiyor. Hepimizin aklında olanlara vurgu yapılıyor.
Eminim; ben de dahil, şu an Türkiye'de yaşayanların büyük ekseriyeti aynı şeyleri düşünüyor. Kazayı öğrenir öğrenmez iki şey hissettim. Biri üzüntü diğeri şüphe. Günlerdir Muhsin Bey'le ilgili yazılanları okuyorum. Tartışmaları izliyorum. Ama bu şüphe hiç bir şekilde zihnimden çıkmıyor, çıkacak gibi de değil. Çıkmasını da istemiyorum aslında. Çünkü bu şüphe, şimdilik kesinlikle bir gerçek olmasa da, insanı diri tutuyor. Kazadan hemen sonra kendisiyle ilgili yazdığım yazıya özellikle “Sana ne oldu Reis” diye başlık attım.
Bütün bunları yazarken, herkes gibi, bir şey biliyor değilim. Sadece kamuoyunun ortak merakını paylaşıyorum hepsi bu. Kazanın oluş şekli, enkaza 47 saat sonra ulaşılması, İHA muhabirinin konuşmasına rağmen yer tespitinin yapılamaması, aranan bölgenin dışında neredeyse tesadüfen bulunması elbette şüphe besleyen faktörler. Ama olayın kaza olduğunu da biliyoruz. Devletin, herkesin kurtarma için seferber olduğunu da. Yazdıklarımızı bu gerçeklere inanarak yazıyoruz. Cumhuriyet savcılarının bugün milyonlarca insanın zihninde dolaşan soru işaretlerini gidermeye yönelik soruşturmalar yapması gerekiyor, enkaza ulaşan köylülerin “devletin itibarına zarar verip vermediğini” değil.
Bu ülkenin yakın tarihine, özellikle de son yirmi yılına neler sığdırdık biz. Binlerce faili meçhulü, son derece “olağan” görünen durumların aslında ne kadar olağandışı olduğunu, örtülü operasyonları, kirli dosyaları, iktidar mücadelelerinin hazin sonuçlarını… Mezar evleri gördük.. Üzeri betonlarla kapatılan. Şimdilerde bu hazin görüntülerin sadece bir örgütle sınırlı olmadığını, “devlet” iktidarını kullananların da mezar evlerle birlikte üzerinin açılması gerektiğini gördük. Daha neler göreceğiz.
Dünya genelinde suikastleri özellikle izleyen biri-yim. Son derece masum görünen olayların ne kadar hazin, ne kadar karanlık senaryolara bağlı olabildiğine dair ne çok örnek var. Uçakların, helikopterlerin uzaktan nasıl düşürüldüğünü, araçlara nasıl kaza yaptırıldığını gördük. Kalp krizlerin sebeplerini, zehirlerin bir yıl sonra etki ettiğini gördük.
O değerli bir insandı. En son Süleymaniye Camii'nde bir Bayram Namazı birlikteydik. Oğlu yanındaydı ve biz sohbet ettik. Değerli olduğu kadar da “çok şey bilen”lerdendi. Çok şey bildiği kadar bu ülkenin yakın tarihini aydınlatacak insanlardandı. Dahası, onca senaryoya göğüs gerdi, üzerinden hesaplar denenmeye çalışıldı hep. Ama o bunları bozmayı bildi. Çünkü onun tercihlerinin siyasi, sosyal sonuçları olacaktı. Birilerinin buna ihtiyacı vardı. Çünkü o bu güce sahip insanlardandı.
Bu elim bir kaza. Arkadaşlarıyla birlikte hayatını kaybetti. Ama geride şüpheler bıraktı. İster kabul edin ister etmeyin bu şüpheler hep varolacak.
Allah rahmet etsin….
YENİ ŞAFAK