“Belki silahlı bir cemiyetten söz etmek şimdilik mümkün değildir. Ancak, ele geçirmeyi hedeflediği devlet kurumlarından bazıları dikkate alındığında, hedefi topyekûn ele geçirme şeklinde ve bu kurumların yöneticilerinin Işık evlerinde yetişen mensupları tarafından işgal edilmesiyle mümkün olacağı gerçeği kendi deyimleri ile itiraf edilmiş bir suç olarak karşımızdadır.”.
Bu satırlar bundan tam 17 yıl önce Gülen örgütü için yazıldı. Yazanlar devletin resmî görevlileri olan Ankara Emniyet Müdürlüğü’ndeki polislerdi.
1999 yılında Gülen örgütünün polisteki kadrolaşması üzerine dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral liderliğindeki emniyet mensupları örgüt hakkında kapsamlı bir rapor hazırlamaya girişti. Raporlarının sâdece ilk iki bölümünü yazabildiler. Üçüncü bölümü yani örgütün finans kaynaklarını yazmaya başladıkları sırada haklarında gazetelerde “usûlsüz telefon dinleme” iddiaları haberleri çıktı. “Telekulak Çetesi” olarak adlandırıldılar. Raporlarını tamamlayamadan görevlerinden uzaklaştırıldılar. Haklarındaki “Telekulak” iddialarından beraat etse de Cevdet Saral bir daha emniyette hiçbir koltuğa oturamadı.
Gülen hakkında devlet içinde üretilen ilk kapsamlı rapor olan “Işık Tarikatı/Fethullahçılık” raporunun hazırlanış ve bitirilemeyiş hikâyesini raporu hazırlayan ekibin lideri Ankara’nın eski emniyet müdürü Cevdet Saral anlatıyor:
“Ne Olursa Olsun Bu Çalışmayı Yapacağız”
Gülen örgütü hakkında neden bir rapor yazdınız?
10 Ocak 1999’da Aydınlık Dergisi’nde “Fethullah Emniyeti Ele Geçirdi” başlıklı bir haber yayımlandı. O haber üzerine Milli Güvenlik Kurulu üzerinden İçişleri Bakanlığı’na bu konunun araştırılması ile ilgili talimat gelmiş. Bu talimat Emniyet Genel Müdürlüğü’ne intikal etti. Emniyet Genel Müdürlüğü, Müfettiş Ahmet Saraç’ın başkanlığında üç müfettişi görevlendirdi. O arkadaşlarımız öncelikle Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde İstihbarat, Organize ve Terör dairelerinde kendilerine bu yönde destek olunamayacağı şeklindeki kanaatlerle birlikte bize, yani Ankara Emniyet Müdürü olarak bana geldiler. “Biz İstihbarat’tan, Terör’den, Organize’den bir şey alamadık. Ankara Emniyet Müdürlüğü olarak bu çalışma ile ilgili bize destek verir misiniz?” diye sordular. Ben de “Bana resmen bir yazı yazarsanız çalışma ile alâkalı taleplerinizi iletirseniz, çalışma yaparız.” dedim. Müfettişlerle bu görüşmeyi tamamladıktan bir gün sonra İstihbarat Daire Başkanlığı o gazete kupürünün fotokopisini dönemin İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun imzası ile Ankara Emniyet Müdürlüğü İstihbarat’tan sorumlu Müdür Yardımcısı Osman Ak adına gönderdi. Yazı, “derinlemesine bir araştırma yapılmak suretiyle sonucunun iliniz emniyet müdürünün imzası ile gönderilmesi” şeklinde bir talimat içeriyordu. Osman Ak, yazıları aldı bana geldi. O yazılar üzerine biz bir değerlendirme yaptık. Cemaatin devletteki, siyasetteki, medyadaki etkinliğini aşağı yukarı tahmin ediyorduk. Ben arkadaşlara “Çocuklar emniyet teşkilatının en yüksek rütbesi Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı’dır, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü bize vermezler. Ben Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı görevini yaptım, şimdi de Ankara Emniyet Müdürü’yüm. Yapacağımız bu çalışma sizi çok büyük sıkıntılara sokabilir. Dikkatli olmamız gerekir. Bu çalışmayı nasıl ve ne şekilde yürütmek gerektiği konusundaki hazırlıklarınızı yapın, ona göre tekrar bir değerlendirme yapalım.” dedim. Ekiptekiler, “Biz bu çalışmayı yapmazsak gelecekte bu cemaat ile alâkalı hiç kimsenin çalışma yapacağını tahmin etmiyoruz. Ne olursa olsun bunu yapacağız.” dediler. “Yapın.” dedim. Arkadaşlarımız gece gündüz çalıştılar, çalışmanın sonucunda konunun genişliği ve derinliği itibariyle sâdece Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün bu çalışmayı yürütmesinin mümkün olamayacağını Türkiye sathına yayılmış bir cemaatin sâdece Ankara Emniyet Müdürlüğü çalışmalarıyla deşifre edilmesinin mümkün olamayacağı kanaatine vardık. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bir yazı gönderdik. Yazıda, “Hadise bundan bundan ibaret, şöyle gelişmeler mevcuttur, İstihbarat Daire Başkanlığı’nın çıkartmış olduğu kitapçıkta da bu cemaat hakkında müspet mütalaalar mevcuttur. Belli ki bir konjonktür değişikliği oldu, cemaatin derinlemesine araştırılması istendiğine göre o zaman İstihbarat Daire Başkanlığı bünyesinde planlı bir istihbarat operasyonu yapalım.” dedik.
“Raporu Teslim Etmemizden 3 Gün Sonra Gülen Yurtdışına Gitti”
Ne cevap geldi?
“Sâdece Ankara Emniyet Müdürlüğü bu konu ile ilgili çalışma yapacaktır.” şeklinde cevap geldi. Peki, dedik, o zaman arkadaşlarımız çalışmayı gizlilik içerisinde yürüttü. Şubat ayı içinde bir analiz raporu ile birlikte gelen yazıları İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderdik. İstihbarat’ta bir sıkıntı zuhur etti. Sonuçta biz çalışmaya devam ettik. İkinci bölümü hazırladık, ikinci bölümün içerisinde isimlendirmeler vardı. Cemaate mensup emniyet mensuplarının, 130 kişinin ismini hem müfettişlere hem de İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderdik. Biz raporun ikinci bölümünü 18 Mart’ta gönderdik, 21 Mart’ta da Fethullah Gülen’i yurtdışına kaçırdılar. Çalışmalarımızın Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) nezdinde soruşturmaya tâbi tutulması için bütün delil ve dokümanları DGM Savcılığı’na da gönderdik. Raporun ikinci bölümünü gönderdiğimizde altına 3. bölümün finans ile ilgili olacağı notunu düştük.
“Medyada ‘Telekulak Çetesi’ Bombardımanına Tutulduk”
Aynı tarihlerde siz ve ekibiniz hakkınızda merkez medyada “usûlsüz telefon dinlediğinize” dair haberler yer aldı. Yaptığınız çalışma ile alâkası var mıydı?
Olmaz mı? Vardı tabî. Mayıs ayı içinde ana medyada “Telekulak Çetesi” başlıklarıyla bombardımana tutulduk. Ankara Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Dairesi’nin bütün devlet kurumlarını dinlediği şeklinde hazırlanan dosyalar yedi klasör hâlinde Hürriyet Gazetesi Ankara Bürosu’na verildi. Oradan aleyhimize bir yayın bombardımanı başladı. Ben bu kampanyanın, haberlerin doğru olmadığını zamanın İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a anlattım. Bakan Bey, sanki benim anlatımlarımı duymamış gibi “Medya mensupları senin arkadaşın olur, söyle onlara yazmasınlar.” dedi. Bu görüşme 7 Haziran 1999 tarihinde oluyordu. Bakan ile yaptığım bu görüşmeden sonra ben ve ekibim açığa alındık. Bizi görevden alan İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bir hafta sonra da Fethullah Gülen’in ABD’deki korumasının görev süresinin uzatılmasının onayını çıkarttı. Sonuçta aleyhimizde bir soruşturma yürütüldü. Müfettişler bir koldan adlî yargı, bir koldan yürütülen soruşturma sonucunda uzun bir süre yargı güzergâhında bekledik, sonra bütün davalardan beraat ettik. O süreçte öylesine bir baskı altındaydık ki kendimizi ne medyaya ne de devlet kurumlarına anlatabildik. Fethullahçı kadrolar o dönem siyasetçileri teker teker dolaşmak suretiyle “Ankara Emniyet Müdürlüğü sizin telefonlarınızı dinliyor.” diye bilgi yüklemesi yaptılar. Telefon dinleme iddiaları manşete çekildikten sonra büyük bir suç işlenmiş intibaını topluma yerleştirdiler. Tam bir algı operasyonu yaptılar. Hakkımızda sahte deliller ürettiler, bulunduğumuz kata bir Yargıtay başkanının avukatı ile yapmış olduğu telefon görüşmesinin kasetini dahi koydular. Bu kaseti Fethullahçı polisler koymuştu. Bunların hepsi yazdığımız Fethullah Gülen raporlarının doğru olmadığına herkesi ikna etmek, ben ve ekibimi kötü imaja mahkûm bırakmak içindi.
“Ecevit Hükümeti Yıkar”
Yakınlarda katıldığınız bir TV programında 1998 yılında Gülen örgütü hakkında araştırma yapmak için dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’dan izin istediğinizi, onun da bu talebi hükûmet ortağı olan DSP lideri Bülent Ecevit hükûmeti bozar dediği için yapamadığınızı söylediniz. Neydi tam olarak yaşanan diyalog?
Mesut Yılmaz Başbakan iken bir konuyu görüşmek için 1998 yılında ziyaret ettim. Resmî görüşmeyi bitirdikten sonra “Sayın Başbakan bu cemaat emniyette müthiş bir kadrolaşmaya gitti. Bizim aleyhimizde de müthiş bir kampanya yürütüyor. Müsaade ederseniz ben cemaat ile ilgili araştırma yapmak istiyorum.” dedim. Yılmaz, “Sakın ha, hükûmeti yıkarsın!” dedi. “Anlayamadım, Sayın Başbakan.” dedim. Kendileri “Ecevit’in bunlara sempatisi var ve birçok faaliyetinin de destekçisi. Hoşgörü ve diyalog söylemleri üzerinden yürüttükleri çalışmaları çok beğeniyor. Eğer böyle bir çalışma yaptığını duyarsa hükûmeti yıkar.” dedi. Biz de kendimizi geri çektik. Bir ay sonra da hükûmet, Türkbank ihalesi sırasındaki bir ses kaseti nedeniyle düştü. Kasette İşadamı Korkmaz Yiğit ile Abdullah Çakıcı arasında telefon konuşması vardı. Kaseti o dönem açıklayan Fikri Sağlar’dı. Kaset Fikri Sağlar’a emniyetten gitmişti, veren de bu cemaate yakın bir polis müdürüydü muhtemelen.
“Cemaat bizim aleyhimize de kampanya yürütüyor.” dediniz. Gülen örgütü neden sizin aleyhinize kampanya yürütüyordu?
Biz farkında olmadan cemaat ile ilgili bazı çalışmaların içine girmişiz. 1998 yılında Akın Birdal’a yönelik cinayet teşebbüsünün aydınlatılması esnasında yakalanan kişilerden bir kişinin mafya babalarından Sedat Peker’in cemaate maddî destek sağladığına ilişkin bir paragraflık ifadesi cemaatte müthiş rahatsızlık meydana getirmiş. Bizim arkadaşımız bu ifadeyi bilerek isteyerek buraya koymamış, sorguda gelişen bir hadiseymiş. Bu bilgi cemaati rahatsız etti.
Emniyet Arşivinde Gülen Aleyhine Raporlar Bulunamıyor
Polis içinde Gülen örgütü hakkında ilk kapsamlı raporu hazırlayan siz oldunuz ama sizden önce de 1991 yılında Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde Ünal Erkan da örgütün “hileli kura” çekimine suçüstü yapmıştı. Siz o dönemki soruşturma evraklarından yararlandınız mı?
Aslında 1991 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü kendi bünyesinde bir hamle yapmak suretiyle bir deşifrasyon gerçekleştirdi. 1991 yılında cemaat kendi kadrolarını emniyet teşkilâtının önemli birimlerine yerleştirmek üzere sözde mezuniyetten sonra âdil şekilde çekilmesi gereken kurada çift torba yöntemiyle hile yaparken dönemin Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan tarafından suçüstü basıldılar. Ünal Erkan, o dönem bu işi tezgâhlayan öğretim görevlileri, öğrencileri, komiserleri Ankara DGM’ye gönderiyor. Uzun bir aradan sonra dosya takipsizlik ile sonuçlanıyor. Bir süre sonra da memurlara yönelik sicil affıyla idarî cezalar da kalkıyor. Biz rapor hazırlarken bu dosyanın peşine düştük, Emniyet Genel müdürlüğü arşivinde değil, DGM’de savcının odasında zar zor bulduk. Bu takipsizlik ve sicil affı ile cemaat devlet kadrolarında çok rahatladı.
“Özal, Cemaatin Önünü Açan Kişiydi”
Sizce Gülen örgütü devlet içinde nasıl büyüdü?
Bu cemaat, ağırlıklı olarak 1978 yılından bu yana Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Polis Koleji ve Akademisi’nde öğrenci yetiştirmeye başladı. Bu dönemin siyasîleri içinde cemaatin önünü kim açtı, diye tahmin yürüteceksek 1980 ihtilali bu işin başlangıcı. Özal bu cemaatin önünü açan ve yurtdışı açılımlarına tavsiyede bulunan ilk Başbakan ve Cumhurbaşkanı’ydı. Sonra bunu diğer siyasîler takip etti. 1990’lı yıllarda bu cemaatin ilgi alanına girmeyen ne bir medya vardı ne bir etkili bürokrat. Cemaat çok ince bir taktikle etkili yerlerdeki bürokratların çocuklarını okullara almak suretiyle devletteki nüfuzunu artırma stratejisi izledi. O dönemdeki bürokratlar masumane bir eğitim faaliyetine destek verdiklerini düşünüyor olabilirler. AK Parti iktidara geldiği zaman ciddi bir bürokratik kadrosu yoktu. Eğitilmiş, seçilmiş, göze batan etkili konumlarda görevlendirilmiş kadro cemaatin kadrolarıydı, sâdece emniyette değil bütün bürokraside böyleydi. DSP’nin de içinde olduğu koalisyon dönemindeki kadrolaşma had safhadaydı. Cemaatin bürokraside tek bir kimliği yok ki DSP’ye göre kimliği var, MHP ye göre kimliği var, ANAP’a göre kimliği var, AKP’ye göre de kimlikleme yapmada önemli bir zorlukla karşılaşmadı. Yurtdışı okul faaliyeti nedeniyle her kesimin sempatisini kazanmıştı. O dönemde cemaatin çekim alanına girmeyen tek bizlerdik herhâlde. AK Parti iktidara geldiğinde cemaatin kadrolarını bürokraside hazır buldu. AK Parti dönemi cemaatin kadrolaşması, ekonomik menfaat elde etmesi ve politika belirleme konusunda çok uygun bir ortam oldu. Cemaat AK Parti iktidarını kullandı, en güçlü ekonomik alt yapısını AK Parti döneminde kurdu.
“İstihbarat Değil İstihbaratçı Zaafiyeti Var”
1999 yılında Gülen örgütü için yazdığınız raporda “Belki silahlı bir cemiyetten söz etmek şimdilik mümkün değildir. Ancak, ele geçirmeyi hedeflediği devlet kurumlarından bazıları dikkate alındığında, hedefi topyekûn ele geçirme şeklinde ve bu kurumların yöneticilerinin Işık evlerinde yetişen mensupları tarafından işgal edilmesiyle mümkün olacağı gerçeği kendi deyimleri ile itiraf edilmiş bir suç olarak karşımızdadır.” diye yazdınız ve 15 Temmuz’da tam da dediğiniz gibi oldu. Sizce bundan sonra örgüt ile nasıl mücadele edilebilir?
Devletin zararına sebebiyet verecek faaliyetlerle alâkalı devlet kurumları içinde en şüpheci davranması gerekenler İstihbarat birimleri ve emniyet teşkilatıdır. Biz yıllarca bu konsept içinde eğitildik, yetiştirildik. Biz Ankara Emniyet Müdürlüğü olarak cemaati objektif devlet kriterlerine göre analize tâbi tuttuk. Cemaatin faaliyetlerinin ileri aşamalarda nelere sebebiyet vereceğini tahmin ettiğimizden ve analizi o şekilde yaptığımızdan dolayı bugün ne kadar doğru analiz yaptığımızı net olarak görüyoruz. Şu anda bu konuda devletin en yükseklerinde istihbarat zaafiyetinden söz ediliyorsa devlette ciddi anlamda istihbaratçı zaafiyeti var demektir. İstihbarat zaafiyeti değil, istihbaratçı zaafiyeti var. Devletin bu açığı süratli bir şekilde kapatması gerekiyor.
Kaynak: İrfan Bozan / Al Jazeera