Asım Öz / Haksöz Haber
Fethullah Gülen grubundan insanların yorumlarını okudum. Herkes ne diyeceğini şaşırmış halde. İtiraz edenler yahut soru soranlardan bazılarının mail gruplarından atıldığını biliyorum söyleşinin yalanlanmasını bekleyenlerin sayısı çok. "Senelerce izi kalacak bir açıklama" yorumunu yapan insanlar var. Bir de inanılmaz tevil yeteneğini konuşturan tipler de var. Basına gelirsek; Tüm gazetelere ulaşamadım. Ulaştığım kadarına baktım: Ahmet Hakan kısa bir derleme yapmış konu ile ilgili..
Nazlı Ilıcak vurucu bir soru soruyor: "Otorite zulmediyorsa gene itaat mi icap ediyor?" diyor haklı olarak..
Ali Karahasanoğlu'nun yazısı da etkileyici. Doğan grubu ise tek kelime ile bayram yapmış. Aykırı çıkışlar da yok değil hani. Cengiz Çandar yetmişli ve seksenli yıllardaki halini anımsatan bir yazı yazmış.
Kimleri sevindirdi, kimleri üzdü.. Kalpler kırıldı.. Bir rüya da geçmiş yıllarda olduğu gibi böylece BİTTİ.
Kürşat Bumin İHH ile Nasıl Tanıştı?
Dünkü yorumlardan sonra bugünkü gazetelerde çıkan yorumlardan bazıları şöyle: Kürşat Bumin İHH ile Tanışmam başlıklı yazısında klasik hümanist duruşundan kaynaklı çapaklı yorumları olsa da genel olarak şöyle diyor yazısının sonunda: "İHH Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım'ın Gazze'ye yardım götürürken dini aidiyetin akıllarına gelmediğini belirttiği -o onlarca kez alıntılanan- güzel sözleri gibi gemiye çıkan İsrail askerlerinin elinden aldıkları silahları nasıl hiç düşünmeden denize attıklarına ilişkin açıklamaları da yıllardır dünyanın dört ucuna insani yardım ulaştırmaya çalışan bu "insani yardım militanı"nın duruşu hakkında yeterli bilgiyi veriyor sanırım. Dolayısıyla Yıldırım ve onun başında bulunduğu vakfı bizde bazı yorumcuların, Avrupa'da ise Bernard Henri-Levy gibi "eski filozoflar"ın yaptığı gibi Hamas'ın (ya da daha geniş daireye geçerek Müslüman Kardeşler'in) bir kolu olarak takdim etmeye çalışmak haddinden fazla önyargılı ve dolayısıyla tarafgir bir tutumdur. Tamam, İHH'nın üslup açısından (Zaman'dan Kerim Balcı'nın sözleriyle) bazı zamanlar "cidal ve itidal arasında yer yer gidip geldiği" izlenimi verebilir. Bu çerçevede kimi İHH gönüllülerinin hayattayken cephelerde nasıl savaştıklarından, nasıl birer mücahit olduklarından söz edilmesi de sorgulanabilir. Hatta, Bülent Yıldırım'ın Türkiye'ye ayak basar basmaz ettiği şu sözler son derece münasebetsiz de bulunabilir: "İlk şehit düşenler Güneydoğulu vatandaşlar oldu. Kürt kardeşlerim koşa koşa şehitliğe yürüdü. Bütün dünya da görecek Kürtler İslam'ın dışında mı? Selahattin Eyyübi'nin torunları mı?"(!)
Ancak İHH benim gözümde, içinde bu ve benzer eleştiriye açık yönleri barındırsa da, her şeyden önce –din-dil farkı tanımadan- çoğunluğu çocuk on binlerce Afrikalının katarakt ameliyatını yaparak onları ışığa kavuşturan bir kuruluştur. Bülent Yıldırım, bu alanda 2012 yılının sonu için hedeflenen sayının 100 bini bulacağını söylüyordu.
Ve biliyor musunuz ki, İHH'ya yapacağınız 100 liralık (sadece yüz lira) bir bağış, çoğunluğu çocuk bu on binlerce insandan birisini ışığa kavuşturuyor...
Ben tamı tamına üç yıl önce İHH'nın başlatıp yürüttüğü bu müthiş kampanyadan haberdar olduğumda, "Ben 'sivil toplum'un İHH gibi olanını severim" demiştim.
Bugün bazı sorular benim de aklımı kurcalasa da, görmeyen gözleri ışığa kavuşturan bu vakıf için yine üç yıl önceki gibi düşünüyorum. Bu kanaatimi koruduğum için mahçup olmam inşallah...."
Hep Biz mi İzin Almalıyız Hocam?
Ali Karahasanoğlu ile yazısının girişinde Fethullah Gülen'in yaklaşımını eleştiriyor devamında ise ironik biçimde otoriteden izin almanın nerelere varabileceğini gösteriyordu: "
İHH, Gazze'ye insanî yardım götürürken, mutlaka izin almalıydı, İsrail'den..
Doğru söylüyorsunuz; hocam!
Eğer izin vermezse, götürülmemeliydi o yardımlar.. Çünkü bu takdirde yapılmayan yardımın sorumluluğu İsrail'indi, değil mi hocam?!..
Sizin; 1970'li yıllarda Üsküdar'daki bir camide, İslâm tarihindeki "fedakârlığın zirve noktası" olayı anlatışınızı, hiç unutamıyorum..
Savaş sırasında yaralanmış, son nefeslerini vermek üzere olan üç sahabe, kendilerine uzatılan suyu içmeyip, "su... su..." diye inleyen diğer sahabeye, o suyun götürülmesini istediği anı anlatıyordunuz..
İslâm'ın en temel kavramlarından birisinin özünü zihinlere perçinleyen o tarihi olayı siz anlatırken, tüm cami ağlıyordu..
Siz de kürsüde ağlıyordunuz, hocam...
Şimdi ise, sadece biz ağlıyoruz.. Sizin (yanlış aktarıldığını umduğumuz) sözlerinizi; okurken hocam.."
Otorite Zulmediyorsa!
Nazlı Ilıcak ise "Gülen'in Yorumu" başlıklı yazısında oldukça önemli bir noktaya temas ediyor ve şunları ifade ediyordu: "Fethullah Gülen, İHH'nin davranışını "fayda getirmeyecek şekilde otoriteye başkaldırmak" diye nitelendiriyor. Bu tespite mukabil, şöyle bir soru sormak isterim: "Otorite zulmediyorsa gene itaat mi icap ediyor?"
Zalime itaatin, ne insani, ne İslâmi bir karşılığı olduğunu sanmıyorum. Ayrıca, Gazze gönüllüleri, çok önemli bir başarı elde ettiler: İsrail'in ablukasını yeniden dünya gündemine taşıdılar. Onurları zedelenerek, yokluk içinde yaşamak zorunda bırakılan Filistinlilere, onları düşünen, onlarla birlikte üzülen insanların var olduğunu hatırlattılar. Burada bir fayda yok mu?
Gülen, niçin böyle bir eleştiri yapma lüzumunu hissetti bilemiyoruz. Türkiye'de olsaydı, belki halkın hissiyatını görür, onları rencide edebilecek bu gibi sözlerden imtina ederdi."
Obama'nın Dili Gülen'in Dili
Mehmet Altan ise Konya'dan Pensilvanya'ya başlıklı yazısında görece nesnel bir dil üzerinden konuşsa da Recep Tayyip Erdoğan'ın dili ile Fethullah Gülen'in dilini kıyaslayarak geleceğe dair bir öngörüde bulunuyor: "İsrail vahşetine...
İçeriden bakış ile dışarıdan bakış arasında "farklılık" artıyor...
Başbakan'ın söylemi keskinliğini koruyor...
Öfkesi de ivmesini artırıyor...
Buna karşın, olaya dışarıdan bakışta "soğukkanlı bir mesafe" göze çarpıyor...
***
Yakın siyasal geleceğimizi İsrail'in barbarlığına bu "içeriden" bakış ile "dışarıdan" bakış arasındaki fark belirler ise şaşmam...
Sürece tavizsiz...
Atılan adımların tümünü Hamas üzerinden sahiplenerek bakmak var...
Yardımı yapamadan, Gazze'ye ulaşamadan, dokuz insanımızın öldürülmesine yol açan serüven olarak eleştirisel bakmak var...
Bu ikisi arasındaki farktan söz ediyorum...
Bu açıdan dün Konya - Pensilvanya...
Ve Ankara ile Washington hattında önemli bir gündü..."
Ahlaki Olarak Sağlam Bir Yerde Durmak
Cengiz Çandar Referans'ta yayımlanan yazısında yaşan hukuk ihlali ve işlenen cinayetten hareketle açık biçimde hem İHH'yı suçlayanları eleştiriyor hem de olayı bütün olarak görüp şu açıklamayı yapıyor. Kekeme olmayan bu dil oldukça hakkaniyetli: "Kestirmeden söyleyelim:
1. İsrail devletinin askerleri 'uluslararası sular'da Gazze'ye 'insani yardım malzemesi' götüren bir konvoya saldırmışlardır.
2. İsrail askerleri bu saldırılarıyla 'silahsız' dokuz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını öldürmüşlerdir.
Birincisinin 'uluslararası hukuk'a girebilecek, sığabilecek hiçbir yanı yoktur.
İkincisi ise düpedüz 'cinayet'tir.
Bu iki tartışma götürmeyen 'gerçek'ten hareketle:
1. İsrail devletini temsil eden İsrail hükümeti hesap vermek zorundadır.
2. Bu 'cinayet'in sorumlularının cezalandırılması gerekmektedir.
Bu çıplak, çırılçıplak gerçeklerden hareket etmeyen, yola çıkmayan hiç kimse; adı ister İsrail saldırısının 'meşru olduğunu' söyleyen ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden, ister Fethullah Gülen olsun, ister Türkiye'deki iktidar mücadelesine taraf olan ve iktidarın ayağı sürçsün diye pusuya yatmış siyasi aktörler ve isterse gözleri Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla kararmış, körleşmiş ve zıpırlıkta sınır tanımayan Türkiye'nin bazı köşe yazarları olsun, ne hukukî, ne siyasi ve ne de ahlâki olarak sağlam bir yerde duramazlar." Burada şunu da anımsatalım Said Nursi Onaltıncı Mektub'un Zeyli'nde şöyle diyor: "Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dava etmek ve onlara müracaat etmek; bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir." Dolayısıyla her türlü haksızlığı uygulayan, BM kararlarını takmayan, ahlaki hiçbir değeri olmayan bu insan bozmalarından hak dilenmek, mutabakat aramak son derece anlamsız gelmekte. Ancak medeni insanlara karşı hukuki yollar aranır..
"Aşırı İslamcılığın En Etkin Muhalifi"
Mehmed Ali Birand ise Milli Görüş-Fethullah Gülen çekişmesinden hareketle Gülen'in yaptığı açıklamaları çok anlamlı bulduğunu ifade ederek onun farklılığını durduğu yerden şöyle anlamlandırmakta: "Fethullah Gülen hareketi ile Milli Görüş hareketi arasındaki yaklaşım farkı, hiç beklenmedik şekilde ortaya döküldü. Milli Görüşçüler çok memnunlar. Konuştuklarım "Fena bir gol attık" diyorlar. Golü de Gülencilerin kalesine attıklarını söylüyorlar. Baktım da, gerçekten Gülen ekibi rahatsız.
Tam Türkçe Olimpiyatları gibi dev bir organizasyonun ortasındayken ortaya çıkan Mavi Marmara gemisi, tüm gösterilerin ikinci plana düşmesine neden oldu. Onca çaba, boşa gitmedi ancak gereken medya ilgisini toplayamadı. Gülen cemaati Milli Görüşçülerin bu kampanyalarını da oldukça net şekilde eleştiriyor. Hele Fethullah Gülen'in, Amerikan Wall Street Journal'daki söyleşisi, bunun en tipik örneği. Gülen ekibi, Milli Görüşçüleri kaba ve İslam'ı kullanarak, sırf kendi propagandalarını yapmak için abartılı bir gösteri peşinde koşmakla suçluyorlar. "Biz de Gazze'ye, hem de yıllardır muazzam yardım yolluyoruz. Amacımız Gazzelilere insani yardım yapmak olduğu için, BM aracılığı ile ve normal yollardan götürüyoruz" diyen, Gülen'e yakın bir isim, Milli Görüş'ü Türkiye'nin başına dert açmakla suçluyordu.
Gülen'in söyleşisi de hemen hemen aynı çizgide. Doğrusu ben şaşırdım. Toplumda öylesine bir duygu kabarması var ki, bu ortamda Gülen'den böyle bir eleştirinin gelmesi, çok anlamlı. Gülen, kendini son derece farklı bir yere koyuyor ve aşırı İslamcılığın en etkili muhalifi olacakmış gibi bir izlenim veriyor. Çok dikkatle dinlenmesi ve bazı dersler alınması gereken uyarılarla dolu bir söyleşi..."
Otorite Ve Max Weber İtikadı
Taha Akyol ise muhafazakar liberal teologluğunun burada da işlemesinden oldukça memnuniyet duyduğunu açıkça ifade ederek Max Weber üzerinden bayram ediyor:
Olayın başından itibaren Zaman gazetesinin yayınları da farklı oldu. Mesela dün Zaman'ın manşeti "Uluslararası soruşturmaya ilk delil Adli Tıp'tan"dı. Halbuki öbür gazeteler şehitliği, şehitlerin cenaze törenini, İsrail'in katliamını, 'gazâ'yı manşet yapmışlardı.
Basit bir taktik farkı değil...
Bu fark "otorite" ve "itaatsizlik" kavramlarında somutlaşıyor. Gülen "otoriteyi hiçe sayma"yı doğru bulmuyor, itaatsizlik eylemleri yerine "diplomatik yollar"ı tavsiye ediyor...
İHH çizgisinde ise "sivil itaatsizlik" kavramı ve "aktivist" tipi öne çıkıyor.
İslami kesimdeki değişimi ve çeşitlenmeyi görmek önemlidir: Türkiye'de toplumsal modernleşmenin yani şehirleşme ve dışa açılmanın toplumda yarattığı çeşitlenme, çoğulculuk ve sivilleşme İslami kesimde de yaşanıyor...
Düşünce ve davranış farklılaşmaları İslami kesimde de ortaya çıkıyor.
Seyyid Kutup'ların, Mevdudi'lerin "devlet" ve "şeriat düzeni" odaklı İslam anlayışı yerine demokrasi vurgusunu ve sivil toplum davranışlarını ön plana çıkaran anlayışlar gelişiyor...
Kim bilir, Max Weber yaşasaydı "ben dememiş miydim?" diye yorumlardı belki de.
Gülen'in "otorite" duyarlığı geleneğe ve evrensel anlamdaki muhafazakârlığa, mesela Edmond Burke'ün anlayışına daha uygundur. Davranış modeli olarak "diplomatik yollar"ı tercih etmesi de ister istemez yine gelenekteki "suhulet, istimalet, hilm" gibi kavramları çağrıştırıyor.
İHH'nın davranışları ise mesela Green Pease'e benziyor; "sivil itaatsizlik" kavramı ve "aktivist" tipi öne çıkıyor. Bosna ve Çeçenistan konusunda da aynı "aktivist" yardım eylemlerinde bulunmuşlardı.
Dikkat çeken başka bir yön, her ikisinin de dışa açık olması, başka dinlerden, hatta ateist insanlarla belirli konularda beraber olabilmeleridir."
Ertuğrul Özkök ise açıklamalara benim gibi hiç şaşırmamış.Yalnız olmadığıma sevinemedim doğrusu. Şöyle diyor yazının girişinde Özkök:
"DÜN sabah saatlerinde bir dostum aradı.
Fethullah Gülen'in Wall Street Journal'deki sözlerine çok şaşırmış görünüyordu.
"Ben hiç şaşırmadım" dedim.
Evet, şaşırmadım, tanıdığım Fethullah Gülen bu insandır.
Ne Türkiye içinde, ne Türkiye dışında din eksenli maraza çıkarılmasından hoşlanmaz.
Tam aksine, din eksenli gerginliklerde hep yatıştırıcı bir rol oynamıştır.
Yıllar önce Çevik Bir'e telefonda bunları anlatmaya çalışmıştım." Devamında ise İslamcı hassasiyet ile dindar yahut sağcı hassasiyetin altını çiziyor.
Bu yazılar dışında Eyüp Can'ın yazısında Gülen'in konuştuğu Amerika'nın en etkili sağcı gazetesinin Wall Street Journal olduğunu öğreniyoruz. Devamında ise yine Gülen'in hikmetinden sula edilemez karizmasının vurgulanışına şahit oluyoruz.
İlk Söyleşinin Açık Ettikleri
Mehmet Y Yılmaz İsrail yandaşı olarak nitelendirilmiş olmanın da acısıyla kaleme almış yazısını ve Gülen söyleşisi ile ilgili önemli tespitlerde bulunmuş Yumuşak güç olarak İsrail'e önemli bir alan açan söyleşi aynı zamanda Gülen'in ABD'de bir gazeteye verdiği ilk söyleşi olma özelliğini taşımakta:
"Dün The Wall Street Journal'da Fethullah Gülen ile yapılan bir söyleşi yayımlandı. Bu, Gülen'in ABD medyasına verdiği ilk söyleşi. Şöyle diyor Fethullah Gülen: "İsrail'in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır!"
Gülen, kendisine yakın olanlara da böyle bir yardım işini örgütlemeden önce "İsrail'den izin alın" dediğini de söylüyor.
Fethullah Gülen'e katılmıyorum. Bu otoriteye başkaldırıdır evet, ama zaten amaç da Gazze'deki insanlara o kötü şartlarda yaşamayı dikte eden otoriteyi teşhir etmekti.
Ama şu ortaya çıkıyor: Bu işin böyle gerçekleştirilmesinde yanlışlıklar olduğunu söyleyen bir tek bizler değiliz. Fethullah Gülen de mi "İsrail yanlısı"?
WSJ'nin haberinde dikkatimi çeken bir şey daha oldu.
Gülen, kendisini Pensilvanya'da ziyaret etmek isteyenlerden öncelikle bulundukları bölgedeki kongre üyelerinin seçim kampanyalarına bağış yapmalarını istiyormuş! Yerel politikacıları desteklemenin İslami bir gelenekten kaynaklandığını söylüyormuş.
İşte bunu gerçekten ilginç buldum. Acaba Gülen'in yıllardır ABD'de rahatça hareket edebiliyor olmasının nedeni de bu bağışlar mı?"
Anlaşılan Fethullah Gülen'in açıklamaları daha çok yazı yazılmasına sebep olacak. Ama üç aşağı beş yukarı bu açıklamalar yukarıdaki yazıların anlam çerçevesinde olacak..