Şehir, yerleşik hayat yaşayan insanların siyasal, idarî organizasyonlarını, geliştirdikleri kurumlarını, sıkı veya gevşek kamu otoritesini ifade eder. Batı'nın antik dönemlerinde şehirler yönetim ve siyaset ağırlıklı merkezler olmaları hasebiyle "polis (site)" denmesi bu yüzdendir.
Polis'te ticaret ve zenaatin gelişmesiyle idari organizasyon teşekkül etmiştir. Batı'da güçlü olan bir polisin diğer zayıf siteleri denetimi altına almasıyla devlet ortaya çıkar. Fakat Batı'dan farklı mülahazalarla ilk şehirler Mezopotamya, Anadolu, İndus Vadisi ve Akdeniz çevresinde görülür. Benim kanaatime göre ilk yerleşim birimi Mekke ve havalisidir, sonraları merkezin dışına doğru şehirler halka halka genişledikçe, şehirlerin kuruluşunda manevî faktör yerini maddî ve ekonomik faktörlere bırakmıştır.
Roma'nın güçlü şehirleri vardı, bu büyük imparatorluk "civitas" diye ifade edilen şehirler federasyonunu kurmuştu. Roma'nın cumhuriyeti, Yunanlıların demokrasisi gibi iktidar seçkinlerinin, aristokrat sınıfların yönetimiydi. Merkeze bağlı şehirler Roma'nın demir yumruğu altında yaşıyordu. 476'da vuku bulan barbar istilalarıyla bu şehirler ya yıkıldı veya içlerine kapanıp zamanla işlevsiz hale geldiler. Roma'nın yıkılışından 14. yüzyıla kadar süren feodal dönem, Batı'da şehirlerin aktif olarak tarihten ve hayattan çekildiği dönemdir.
Roma'yı yıkan Avrupa'nın bedevileri neredeyse bin sene boyunca şehir kültürü geliştiremediler. Oysa Doğu'da neredeyse tümüyle haderileri yerlerinden eden bedeviler, bir süre sonra kendileri de haderileşti, büyük medeniyet merkezleri kurdular. Bu olgu, dinlerin ve peygamberlerin ağırlıklı olarak bu bölgede neşvü nema bulmasının sonucuydu. Moğollar geldi şehirleri yerle bir ettiler, sonra Müslümanlaşıp İslam medeniyetine katıldılar. Haçlılar geldi, ana yurtlarında kır-köy hayatı yaşıyorlarken Ortadoğu'da şehir hayatı geliştirdiler. Batı'da feodaliteden sonra ortaya çıkan şehirlerin ilhamı, Haçlıların bölgemizde görüp öğrendikleri şehir medeniyetidir ki, harici bir sebep olarak Batı feodalitesini çözen önemli faktörlerden biri İslam şehir medeniyetidir.
Feodalite; kırın medeniyete, köylülüğün şehre hakimiyet kurmasıdır. Derebeyler kırda şatolar kuruyordu. Kilise de şehirleri geliştiremedi, cansız-işlevsiz şehirleri papazlardan oluşan kurullar yönetiyordu. Şehir halkı görece özgürdü; ama toplumsal ve maddi hayat kırın etkisindeydi. Batı Hıristiyanlığı medeniyet yönünde bir dönüşüm sağlayamadı, bunu işlevsiz/sönük küçük şehirler ile köy arasında ve adına "burg" denen ara halkada yaşayan burjuvazi yapacaktı. Oysa Doğu'da şehir medeniyetini kuran dindi. 622'deki Hicret'ten sonra Yesrib'in ismini "Medine olarak değiştiren Hz. Peygamber (sas), bu kavramı "dinin mekânda ete kemiğe bürünmesi" anlamında kullandı; böylece "din"in zemininde "Medine", "medeni" ve "medeniyet" gelişti. Ünlü sözdür "Ed Din fi'lmedin!"
Müslümanların her yerde feodaliteyi yıkıp yerine büyük medeniyet merkezlerini kurduklarının en çarpıcı örneği, Endülüs'tür. İber Yarımadası Avrupa'nın diğer bölgeleri gibi derin bir fedoal uyku içinde uyurken, Müslümanların İspanya'ya çıkmasıyla birden canlandı; Kurtuba, Gırnata, İşbiliyye gibi büyük şehirler kuruldu. İslam'ın fethettiği her yerde iki dönüşüm sağlanmıştır; biri feodalitenin yıkılması, diğeri din ve vicdan özgürlüğünün hukukî güvence altına alınması. Bağdat, Kahire, Şam, Basra, Kudüs, Isfahan, Tebriz, Semerkant, Buhara, Konya, Bursa, İstanbul, Sarayova vd. Avrupa'nın Ortaçağ'da feodal dönemi yaşadığı zamanların büyük medeniyet merkezleridir.
Asırlardır Doğu ve Güneydoğu'nun feodalitenin ağır hükmü altında yaşadığını iddia eden sosyal bilimcilerimiz ve aydınlarımız, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Van gibi medeniyet harikası merkezlerin tarihsel varlıklarını nasıl açıklayabiliyorlar acaba?
ZAMAN