Feminist İdeoloji Şiddeti Önlüyor mu, Körüklüyor mu?

Sefa Saygılı, kadın cinayetlerini ve kadına yönelik şiddeti değerlendirdiği yazısında Feminist ideolojinin cinsiyetçi tanımlamalarının şiddeti önlemekten ziyade daha çok körüklediğini ifade ediyor.

Sefa Saygılı’nın Yeni Akit’te yayımlanan konuyla alakalı yazısını (07 Eylül 2019) ilginize sunuyoruz:

Kadına Şiddet Feminist Politikalarla Önlenebilir mi?

Şiddet, “Meseleleri uzlaşma yoluyla değil kaba kuvvet kullanarak halletmeye çalışma ve bunun için kullanılan kaba kuvvet” olarak tanımlanmaktadır. Hayatın stresi, mutsuzluk, maddi ve manevi sıkıntılar, haksız tahrik, öfke, bağımlılıklar (alkol-uyuşturucu-kumar) şiddeti artırmaktadır. Psikolojik, biyolojik ve sosyolojik olumsuz etkenler bireyleri şiddete eğilimli hale getirmektedir. Kamu gücü ve cezalandırma son çaredir.Asıl olan şiddeti doğuran sebepleri ortadan kaldırmaktır.

Feminist ideolojinin cinsiyetçi tanımlamaları şiddeti körüklemektedir. Her haksız fiilde “ERKEK ŞİDDETİ/CİNAYETİ”  yargısı ve genellemesi sınıfsal bir çatışmayı çağrıştırıyor. Suçların şahsiliği ilkesine aykırı değerlendirmeler, maddi gerçekliği anlaşılmadan yapılan ve masumiyet karinesini yok sayan yorumlar, toplumda kin ve düşmanlığı tahrik etmektedir. Adil ve doğru yargılamanın yerini linç kültürü almaktadır.

Feminist önderlerin üstün gayretleri ile çıkarttıklarını iddia ettikleri güncel yasalarda; ailede ve/veya kadına yönelik şiddette, uzlaşma ve arabuluculuk hükümlerinin yasaklanması, delil ve belge aranmaksızın tedbir, uzaklaştırma (sürgün) ve tazyik hapsi kararları verilmesi, kadının beyanının esas alınması çatışmaların sürmesine ve artmasına neden olmaktadır. Ceza yargılamalarında son düzenlemelerle hırsızlık, kasten yaralama, dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma vd. gibi suçlar uzlaşma kapsamına alınmıştır. Bu kapsamda uzlaşma hükümlerinin uygulanması olumlu sonuçlar vermiştir. Hâlbuki hemen kolluk güçlerinin devreye girmesi yerine esas yapılması gereken; ailede, eşler arasında öncelikle uzlaşmanın sağlanmasıdır. Uzlaşma veya arabuluculuk yerine kişilerin özel alanına, ailenin içine kamu gücünün ve yargının bu denli girmesi doğru olmamıştır.

Şikâyette,  kadının beyanının esas alınmasına rağmen aynı kadına şikâyetten vazgeçme hakkı tanımamak da adalet duygusunu zedelemektedir. Kadının ikinci bir mağduriyet ve acı çekmesine neden olmaktadır.

Yaşanmış bir olayı davanın hâkiminden dinleyelim: “Erkek eşine karşı basit yaralama suçunu işlemişti. Adamı yasaların gerektirdiği şekilde tutukladık. Kadın günlerce adliye koridorlarında çaresizlik içinde dolaştı. Sonunda odama geldi ve ‘Hâkim bey, ben kocamla barışmak istiyorum. Şikâyetimden vazgeçtim. Çocuklarımız evde bakımsız, aç ve muhtaçlar. Eşim işini, gelirini kaybetti. Bize kim bakacak, yardım edecek’deyince dondum kalakaldım. Nasıl anlatabilirdim ki? ‘Aynı suç (tabii yapan eşiniz olmasaydı) uzlaşma kapsamında olurdu ve şikâyetten vazgeçebilirdiniz. Ancak siz evli olduğunuz için maalesef bu haktan mahrumsunuz’ da diyemedim”.

Hâkim dostumuzun anlattığı bu olay karşısında ürperdim. Birileri bu mağduriyeti yakınan kadına ve çocuklarına anlatmalı.

Bu ve buna benzer mağduriyetleri ısrarla yazmamıza rağmen (feminist örgütlerin ve sosyal medyanın baskısı sonucu olduğunu düşündüğümüz) yetkili makamlardan ses seda çıkmamaktadır.

Tekraren soruyoruz: Delilsiz ve belgesiz; sadece kadının beyanı ile evinden, çocuklarından 6 ay uzaklaştırılan; tedbir nafakasına ve tazyik hapsine mahkûm edilen bir kocanın veya babanın ıslah olması, pişmanlık duyması beklenebilir mi?

Ailesinden uzun süre uzak kalmış, onuru kırılmış, sevgisi ve sabrı tükenmiş olan baba/eş elinde olmadan öfkeli olarak eve dönecektir (Adalet Bakanımızın dün açıkladığı rakama göre; bu konuda sadece 2019’da verilen toplam tedbir kararı 375 bin 425’dir. Yılsonuna kadar bu rakamlar daha da artacaktır.)

14 Mayıs 2016 tarihli ‘Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi’ amacıyla kurulan MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU RAPORUNDA aynı tespitlerde bulunulmasına rağmen bugüne kadar herhangi bir tedbir ve düzenleme yapılmamıştır. Kamuoyunda yükselen çığlıklara, hatta bizzat Sayın Cumhurbaşkanımızın huzurunda MİLLİ İRADE toplantısında tüm STK temsilcilerinin talep ve tepkilerinin dikkate alınmadığını görüyoruz.

Aile biterse toplum çöker. Tüm zor şartlara rağmen ülkemiz ancak güçlü aile ile ayakta kalır. Bizleri “AİLECİ POLİTİKALARLA!” suçlayan, itham eden, aileyi dışlayan feministlere itibar edilmemelidir.

İstanbul Sözleşmesinin ve 6284 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren şiddetin ve boşanmaların arttığı, evliliklerin azaldığı apaçık ortada olmasına rağmen halen ‘bu yasaları daha da sert uygulayalım’ diyen çığırtkanlara itibar edilmektedir. Tekil olayları alıp vahşi, kalleşçe işlenen cinayetleri örnekleyip, aile kurumunun tahrip edilmesine müsaade edilmemelidir. Şiddet karşısında erkek cinsiyetçi yaklaşımlar, ayı posterleri dağıtmak çare olmadığı gibi cezaları artırmak, kamu gücünü kullanmak kolay reçetelerdir. Maalesef şiddet azalmıyor aksine artıyor. Şiddetle mücadele etmek için şiddeti doğuran sebepleri ortadan kaldırmaktan işe başlamalıyız.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!