Bilim, teknoloji ve maddi servet elde edilebilir.
Elde edilmesi zor olan hikmet, tefekkür ve yüksek ahlaki değerlere dayalı bir âlem tasavvuru ve bundan beslenen sosyopolitik düzendir. "Bilgi (malumat) çağı"nda yaşadığımız bir gerçek, internette ve kütüphanelerde on binlerce sahifelik malumat var; bu malumat çağında "bilinç ve bilgelik" olmadığı da bir gerçek. Kibrimizi besleyen bilim ve bilgi birikimi, insanlığın hayrına ve genel faydası yönünde işlemiyor, aksine türümüzün sonunu yaklaştırıyor. Dünyayı 30 kere imha edecek nükleer silahları okuma yazma bilmeyen ümmiler imal etmedi, bir gün kullanma çılgınlığını gösterecek olanlar da sıradan yoksullar olmayacak. En dikkate değer bilimsel buluş ve teknolojik sıçramaların ancak savaş zamanlarında gerçekleşmesi bize modern bilim ve teknoloji hakkında bir fikir verebilir.
Bu imha edici bilgi ve bilim Batı'da formüle edildi, geliştirildi, birikti, silah teknolojisine, sınırsız büyümeye koşullanmış üretime ve bedensel hazların enstrümanlarına dönüştürüldü. Söz konusu üretim ve birikimi arkadan besleyen güçlü bir "ilahiyat" yok. Yani müteal bir tefekkür, perspektif kazandıran bir felsefeden yoksun olarak salt geçimlik aklın (Akl-ı meaş) güdüleri ve bedensel-maddi reflekslerine cevap vermek üzere gelişmektedir.
Hıristiyan ilahiyatı, Katolisizmin yenilgisiyle sahneden çekildi; 19. yüzyılda mitoloji ve metafizikle aynileştirilip etkisiz hale getirildi. Bir ihtimal bu görevi "felsefe" yerine getirebilirdi, ne var ki, felsefenin başına iki büyük felaket gelmişti: İlki, Pisagor'un farkına vardığı gibi "hikmet sevgisi ve arayışı" olmaktan çıkmış, ilahi menşeinden (Nefha-i ruh'tan) koparılan aklın spekülasyonlarının içi boş enstrümanlarına, insanı hakikatin doğasına yöneltmeyen cedeline dönüşmüştü. Hakikat-i halde felsefenin kapısı Hegel'le değil, çok daha öncesinde Platon'la kapanmıştı, bu yüzden tarih içindeki bilumum Batı felsefesi için "Platon'a düşülmüş bir dipnottur" diyenler hiç de haksız sayılmazlar. Hikmet arayışı ve hakikat sevgisi olmayan akli çabaya, tabiatı gereği "felsefe" denemez.
İkinci büyük felaket, hem tabiat bilimlerinin arkaplanı olmaktan çıkarılmış hem Auguste Comte'la sosyal bilimlerin sahasından kovulmuş bulunmaktadır. Son üç yüz senedir dünya üzerinde tahakküm kuran Batı'nın hakikat arayışı olmamıştır, felsefesi, sanatı ve ilahiyatı da kalmamıştır. Üç yüz senedir Batı entelektüel bir çölde yaşamaktadır. Alman şairi Goethe'nin işaret ettiği gibi sözü ve gücü eline geçiren Faust'tur, o da güç, servet ve iktidarı elde etmek için Şeytan'la anlaşmıştır, anlaşmaya göre Şeytan ona istediklerini temin edecek, Faust da ona ruhunu satacaktır. Eğer sadece Göklerin Krallığı'ndan vazgeçirilmekle kalmayıp yeryüzü üzerindeki "misyonu"ndan yoksun bırakılan Hıristiyanlık'ın ve sürekli tarassut altında tutulan, sistemli bir biçimde itibarsızlaştırılan İslam'ın etkisizleştirilmesinden sonra Şeytan yeryüzünde bir imparatorluk kuracak olsaydı, Faust'un Krallığı olabilirdi ancak. Bu krallığın üçlü sacayağı tüketim ve refah; bedensel hazları kışkırtan, egoyu şişiren özgürlük ve yalancı güvenlik duygusudur.
Batı hikmeti unuttu, unutmak (nisyan) beşeri halin trajedisinin sebebidir. Doğu-İslam ise hikmeti kaybetti. Kaybeden, bir şeyler kaybettiğinin farkında ve eğer elinden çıkan şeye ciddiyetle ihtiyaç hissederse onu arayışa çıkar. Dünyanın ağırlık dengesi Batı'dan Doğu'ya doğru kayarken, Doğu, Batı'yı tekrar ediyor; kendi asli mirasına Taoizm'e, Konfüçyanizm'e, Budizm'e, Shintoizm'e dönmüyor. Dolayısıyla Doğu, İslam için yeni bir tehdit ve baskı unsuru olabilir.
Bu aşamada bizim kaybettiğimiz hikmet, irfan ve tefekküre -isterseniz Nübüvvet geleneğine bağlı felsefe de diyebilirsiniz- dönmenin çabasına girmemiz lazım. Nübüvvet geleneğine dönmeden, ne bilimsel bilgi, ne teknoloji ne maddi iktidar bize felah ve refah sağlayamaz. Buna su ve hava kadar ihtiyacımız var.
NOT: Bahri Zengin Bey'i de ebedi âleme uğurladık. Hayatını İslam'ın izzeti yolunda en ufak bir sapma göstermeden yaşadı. Bu güzel insan ve değerli dosta Allah'tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dilerim.
ZAMAN