Develer tellal pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken dönemleriydi. O kadar da uzak olmasa gerek. En iyisi mi biz zamanı biraz ileri saralım...
"Faşo Ağa!" Eminim çoğunuz hatırladı bu duvar yazısını. Ama bilmeyenler için de söyleyeyim ben yine. Duvar yazısından mülhemle, aklınıza, facebook'daki "ne düşünüyorsun, ...?" sorusuna karşılık; "seni" cevabını yazmak istediğiniz duvarınız filan da gelmesin. "Kibar Feyzo" filmindeki duvar yazısından bahsediyorum. "Kibar Feyzo"nun kendini köyden kovdurtmak için elinden geleni ardına komadığı repliğinden.
Bu ibare Türkiye sinemasında da bir kült haline gelmiştir aynı zamanda. Film dönemin ağa motifi üzerinden düzeni/sistemi dokutturmalarla eleştirir. Film iki bölümden de oluşur denilebilir. Kibar Feyzo'nun şehre gitmeden önceki durumu ve şehirden geldikten sonraki durumu farklıdır. Şehre gitmeden önce marabadır. Şehre gidip geldikten sonra yine marabadır ama bu kez "gözü açılmış" bir marabadır. Şehirde karşılaştığı duvar yazılarını, işçi grevlerinde okuduğu, duyduğu sloganları geri döndüğü köyünde ağaya/ağalık düzenine karşı kullanmaya çalışır. Film baştan sona dönemin işçi, köylü, maraba, düzen, ağa, başlık parası gibi başlıca sorunlarını irdeler. Ki dönem itibariyle faşizm de her yerdedir. Şehirlerde başkalarının eliyle gerçekleşirken, köylerde ise faşistliği ağa ya da ağalar temsil etmektedir!
Haklı olanın değil de, güçlü olanın sözünün geçtiği bu duruma karşı bir şeyler yapmak lazımdır. Kibar Feyzo'da her ne kadar "Ş" harfini ters yazsa da, bu haksızlığı "Faşo Ağa" ifadesiyle ayyuka çıkarır. Ve faşizmin ne kadar da hakarete teşne olduğunu, ağanın "Faşo ne demektir? sorusuna karşılık ardı ardına kullandığı iki sözcükle ifade eder. Çünkü faşizm bu iki sözcüğü ve daha fazlasını hak etmiştir. Çünkü faşizmde tekçilik en başat faktördür. Çünkü çıkar faşizmin en önemli sacayağıdır. Çünkü kendisinden değilse, kendisi gibi de değilse bir başkası barınmaya, giyinmeye, yeme içmeye tenezzül dahi edemez bir faşist için öteki... Hatta o faşist için kendisi gibi olmayanın yaşamaya dahi hakkı yoktur. Olsa dahi ancak kendisi için bir tatmin aracıdır. Onun üzeriden kusar bütün şeytani vesveselerini, düşüncelerini!
"Faşo Ağa"lık bazen İtalya'da da karşınıza çıkar. Dönemin İtalyasında dolaştığınızda, bir esnafın camında "Köpekler ve Yahudiler giremez!" yazısıyla karşılarsınız aniden. Şaşırırsınız. Yanınızda çocuğunuz da varsa eğer, bu durumu "Hayat Güzeldir" filmindeki sahneyle açıklama yoluna gidersiniz.
Bir de bakmışsınız ki bu "Faşo Ağa"lık; Almanya'da, önceden Yahudilere şimdi de Türkiye'den gidenlere karşı ortaya çıkmış. Haykırırsınız. Kızılderilerililere, siyahilere karşı Amerika'da kendisini gösterdiğindeyse, Tarantino'nun filmlerinden bunun acısını çıkartırsınız. Önce SSÇB ve sonra Rusya'da, muhalif halkların Sibirya Çölüne terk edildiğini duyduğunuzda, "Yiğit Şamil, Can Şamil, Bu Can Kurban Şamil" ezgisini terennüm edersiniz. Siyonsitlerin, Filistin'e olan ambargosunu delmek için gemiler yürütürsünüz. Çin'in, Uygur Türklerine yaptığı zulümleri gördüğünüzde yumruğunuzu sıkarsınız. Türkiye'de, faşizmin Kürtlere karşı inkar ve asimilasyon politikası olarak uzun süre işletildiğini öğrendiğinizde, "ne kadar da salakçaymış" dersiniz. Yetmezmiş gibi, Denizli'de bir tostçu dükkanının camında "İran, Suriye ve Afgan müşteri bu dükkana giremez, alışveriş yapamaz, girerse dayak yer" haberini okuduğunuzda da bu yazıyı yazıverirsiniz. Yazının sonuna da... Mesleğini küçümsemiyorum. Ama yani Allah aşkına günde o dükkana zaten kaç kişi girebilir, kaç kişi senden tost alabilir be adam, bu neyin kafası böyle yoksa sucukların eşek etinden mi? demeden de edemezsiniz. Neyse ki güzel haber, Denizli'deki bu faşistliğe karşı yargı harekete geçmiş. Ve bu şahıs hakkında gereken işlem başlatılmış.
Faşizm kadar iğrenç ve bir o kadar da insanlık için tehlikeli başka bir ideoloji olmaz. Bir saplantı hali aslında bu. İnsanın şeytanlaşması da denebilir. Ki malumunuzdur. İlk faşist de şeytandır. Birkaç gün önce ABD konsolosluğunun bulunduğu sokağa adının da verildiği Malcolm X ağbinin dediği gibi; "Faşizm, ırkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır!"
Geçenlerde, Sakarya'da da mekansal bir faşizm yaşandı. O ne diyeceksiniz şimdi? Anlatayım. Olay şu şekilde: SakaryaSpor-AmedSpor takımlarının maçı var. İki şehir, Diyarbekir'de katledilen Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okan'ın hatırası üzerine uzun yıllardır kardeş şehirler olarak da biliniyor. Fakat daha maç başlamadan stadyumun dev ekranında, "Ölürüm Türkiyem" -ki bence sorunlu bir şarkı. sonuçta ölmeyelim, yaşayalım ki devlet yaşasın de mi!- şarkısı eşliğinde, "Askeri Operasyon" görüntüleri izlettiriliyor. Mekansal bir faşizm söz konusu olduğu açık. Yoksa bir kitleyi, bir toplumu domine etme babında müzik, şarkı, şiir bunlar olabilir. Askeri operasyon görüntüleri de verilebilir. İşin bu kısmında bir sıkıntı yok. Ama bir stadyumda, bir maç öncesi ve takımlardan birinin de AmedSpor olması bilinçli bir tercihi gösteriyor. Bunun adına mekansal faşizm diyorum. Bunları söylerken de bir Diyarbekirli olarak değil, sade bir vatandaş olarak ifade ediyorum. Diyarbekir söz konusu olunca birilerin aklına öteki olarak salt Kürtler, Kürtler denince de eli silahlı unsurlar gelmemeli. Trabzon, İstanbul, Antalya, İzmir gibi bizim şehrimiz, bizim insanımız, bizim halkımız gelmeli. Yakışmadı bu hareket Sakarya'ya. Orası stadyum beyler. Savaş alanı değil. Meşin yuvarlağa da yoksa güllemi deyolar sizin oralarda?!
Birkaç ay öncesinde Suriyeli bir kadının nasıl vahşice katledildiğini hatırlamak gerekiyor. Yer yine Sakarya'dı. Sakarya halkı nasıl ki o olayda da yapılanlardan tiksinti duymuş, iğrenmiş ve o olayı yapanları lanetlemişse; eminim ki bu olayda da aynı tavrı sergilemişlerdir.
Bu zihin dünyası, sadece Denizli ya da Sakarya'da yaşananları yaşatanlar için geçerli değil elbet. Bu gibi hadiseler yukarıda ismini verdiğim koca koca ülkelerde, devletler eliyle ve daha vahşice gerçekleşebiliyor. Bize düşen, bu türden tavırlara sahipsek eğer bilelim ki bu ideolojik bir durum değil bütünüyle hastalıktır. Bu hastalıktan kurtulmadığımız sürece hem toplumumuzda hem de dünyamızda huzura kavuşmamız çok güçtür.
***
Not: Günlerdir sosyal medya hesaplarımdan 18-21 Ekim Tarihlerinde gerçekleşecek Diyarbakır'daki gençlik festivaliyle alakalı yazıyorum. Festival içerik olarak çok iyi. Çok öğretici. Ben de ailem ile beraber gideceğim inşaallah. Yalnız bir konuda maruzatım vardı. Bu etkinliği düzenleyenlerin kendilerinin gitmeyeceği ve çocuklarını da götürmeyeceği "pop" konserlerine, başkalarının çocuklarını yönlendirmek reva mıdır? diye sormuştuk. Gündüzleri kendilerini bulmak, tanımak, yeteneklerinin farkına vardırmak için yapılan onca etkinliğin gecelerinde, özellikle de "pop temalı" konserler olması aynı gençlerin bu kez kendilerini kaybetmeleri için mi? diye başka soru da sormuştuk. Ama bütün bunlara rağmen konser boyutunda herhangi bir değişiklik olmadı ya, yetkililerin alacağı olsun. Yazık oldu. Hem de çok yazık oldu.