Fes şehrinin gizemli sokaklarında
Geceyi Maulay İdris’deki Kasbah Otel’de geçirdikten sonra sabah erkenden Meknes’e giden belediye otobüslerinin geçtiği durağa gittim. 20 dakika kadar durakta bekledikten sonra otobüs geldi ve ben de diğer yolcular gibi koşarak otobüse binmeye çalıştım. İnsanlar bir taraftan birbirlerini iterken diğer taraftan otobüste yer kapmaya çalışıyorlardı. Bu durum bana oldukça garip gelse de kimsenin kimseye kızmaması, şen şakrak bir şekilde yer kapmak için uğraşmaları hoşuma gitti. Ortama tam ayak uyduramadığım ve Fas’ta otobüste yer kapma konusunda acemi olduğum için ayakta kaldım. Otobüste binmek için yer ararken şoförün arkasındaki demir bölmenin boş olduğunu fark ettim. Yüksek bir yer olduğu için buraya oturmak kimsenin aklına gelmiyordu. Önden sırt çantamı attım. Ardından da bir hamle yapıp şoförün tam arkasındaki bölmeye yerleştim. Artık buradan otobüsteki tüm yolcuları görebiliyordum. İstanbul’dan gelen Müslüman bir Türk olduğum anlaşılınca otobüsün içi neşelendi. Yolcuların çoğu köylüydü ve herkes bana sorular soruyor, Arapça konuştuğum için de mutlu oluyorlardı. Yaşlı teyzeler yemek ikram etmek için evlerine davet ediyor, Faslı amcalar ise ne ihtiyacım varsa karşılamaya hazır olduklarını söylüyorlardı. Otobüs her 5 dakikada bir durup yolcu alırken ortamın neşesi artarak devam ediyordu.
Fakir halk zengin kral
1 saate yakın süren zevkli yolculuğumuzun ardından belediye otobüsü El Hedim Meydanı yakınlarındaki bir durakta durdu. Burası Meknes’teki son duraktı. Ben de diğer yolcularla birlikte otobüsten indim ve Meknes’i gezmeye başladım. Bir süre daha Meknes’te vakit geçirdikten sonra tekrar trene atlayıp Fes’e doğru yol almaya başladım. Trende genç bir polisle tanıştım ve Fes’e kadar onunla sohbet ettik. Anlattıklarından polislerin Fas’ta geçinmek için bir hayli zorluk çektiklerini, bu nedenle de rüşvetin son derece yaygın olduğunu fark ettim. Ben de ileriki günlerde Fas yolculuğum sürerken hiç ummadığım bir yerde polislerin rüşvet talepleriyle karşılaşacaktım. Günler geçtikçe Fas’ın ekonomik imkânlarından Kral ve ona yakın isimlerin faydalandıklarını, halkın genelinin ise ekonomik olarak sıkıntı içinde olduğunu fark ediyordum. Fakat korona Fas’ı bizdeki kadar ekonomik olarak etkilememişti. Konuştuğum Faslılar korona öncesi ile korona sonrası arasında ekonomik olarak ciddi bir fark olmadığını söylüyorlardı. Tren Fes’e yaklaşırken beni de uzun bir zaman sonra tekrar Fes’i görmenin heyecanı sarmıştı.
Şehir Fes el Bali (Eski Fes), Fes el Cedid (Yeni Fes) ve Modern Fes olmak üzere üç bölümden oluşuyordu. Fes El Bali ile Fes el Cedid iç içeyken surların dışındaki Modern Fes eski şehre taksiyle 10 dakika uzaklıktaydı. Tren Modern Fes’te durunca eski şehre gitmek için bir taksiye atladım. Eski şehre yaklaştıkça artan heyecanım Medina’nın batı yakasındaki giriş kapısı Bab Bou Celud’u gördüğümde zirve yaptı. Çünkü bu kapıdan bir kez girdikten sonra surların ardında bambaşka bir dünyanın beni beklediğini biliyordum. Bab Bou Celud’dan girdikten sonra karşınıza iki yokuş çıkar. Bunlara Talaa Kebir (Büyük Yokuş) ve Talaa Sağıyr (Küçük Yokuş) denir. Ben Talaa Sağıyr’i tercih edip yürümeye başladım. Her tarafı daracık sokak ve geçitlerle, birbirinden renkli çarşılarla (sug) dolu olan Fes’in keyifli ritmine kısa sürede ayak uydurdum.
Darlar ve riyadlar
Eski şehre girdikten sonra Marangozlar Meydanı’na kadar etrafı seyrederek yürüdüm ve küçük meydana gelince karnımı doyurmak için lokanta aramaya başladım. Meydanda tanıştığım bir Faslı beni "riyaddan" bozma bir lokantaya götürdü. Fesliler mütevazı Arap evlerine dar, darların gelişmiş olanına riyad derler ve riyadlar daha çok konaklara benzer. Girdiğim riyad çok lüks bir yer olduğu için buranın pahalı olacağını düşündüm. Fakat yoldan geldiğimi anlayan lokantanın sahibi yemek fiyatlarını benim için yarıya indirdi. Ben de kendime Fas’ın ünlü yemeği kuskustan söyledim. Lokantanın tek müşterisi olarak bir taraftan et, bulgur ve patatesten oluşan kuskus yemeğini yerken diğer taraftan da lokanta olarak kullanılan riyadı seyretmekten gözümü alamıyordum. Burası da içinde avlu bulunan bir konaktı. Avlu içeriye aydınlık veriyor, insanın içinde bir ferahlık duygusu oluşturuyordu. Modern kentlerdeki kutu gibi evlerde oturup gökyüzü ile irtibatını koparmış insanlarla Fes’teki kadim evlerde sürekli bulutlar altında olan insanları kıyaslarken İslam şehirciliğinin insanca bir yaşam için ne güzel bir imkân olduğunu düşünüyordum.
Daruz Ziyafe ve Kerim
Karnımı bir güzel doyurduktan sonra riyadın sahibi bu sefer de kalmak için yere ihtiyacım olup olmadığını sordu. Başladığı iyilik serisini devam ettirmek istiyor gibiydi ve ikide bir bizlerin İslam kardeşi olduğunu söylüyordu. Bir arkadaşını arayıp otelinde yer olup olmadığını sordu. Otelde yer olduğunu öğrenip oldukça uygun bir fiyata anlaşınca otelin bulunduğu mıntıka olan Derbul Hurra’yı aramaya başladım. Labirentli sokaklardan, daracık geçitlerden sonra Derbul Hurra’yı buldum. Otel Daruz Ziyafe denilen bir Arap eviydi. Toplam 6 odadan oluşan Daruz Ziyafe’de kalanların hepsi dışarıdan gelen seyyahlardan oluşuyordu. Otelin sahibi ise Kerim adında Faslı bir gençti. Kerim ezan okunur okunmaz seccadesini alıp mahalle mescidine doğru koşuyordu. Ben de bu namaz vakitlerinde Kerim’in peşine takılıyordum. Namaz Kerim’le aramızda kısa zaman içinde iyi bir bağ oluşturmuştu ve aramızdaki ilişki otel sahibi ile müşterisi ilişkisini aşıp bir kardeşlik, arkadaşlık ilişkisine dönüşmüştü.
Mahremiyet duygusu ve Fes’in duvarları
Otelde bir süre Kerim’le sohbet ettikten sonra kendimi Fes’in sokaklarına attım. Tam dokuz bin dört yüz sokak ve geçitten oluşan Fes şehri, İslam şehirciliğinin dünyadaki en orijinal örneklerinden biridir. Yeryüzünde bu kadar çok sokak ve geçidin bu denli dar bir alana sığdırılabildiği ikinci bir örnek bulunmazken şehrin ruhunu mahremiyet duygusu oluşturur. Bu duygunun şekil bulmuş hali ise şehirde her adım başı karşınıza çıkacak olan duvarlardır. Bu duvarlar insana hayatın ancak sınırlara bağlı kalınıp mahremiyete dikkat ederek yaşanılabileceği gerçeğini öğretir. Modern kentlerde mahremiyetin kaybedilmesiyle insanın nasıl ilkelleştiği, utanma duygusunun yitirilmesiyle sokakların ne hale geldiği göz önünde bulundurulsa kadim İslam şehirlerinin duvarlara verdiği önem çok daha iyi anlaşılır.
Fes sokaklarında dolaşırken kendimi adeta bir bilmecenin içinde bulmuştum. Labirentli sokaklarla dolu olan şehir gizemli olduğu kadar insanı meraklandıran bir özelliğe de sahipti. Burada hiçbir şey tesadüfen inşa edilmemiş ve eski şehrin her bir köşesinin kendi içinde bir mantığı var. Ben şehre ancak üçüncü kez gelişimde yavaş yavaş bu mantığı çözmeye başladım. Evlerin birbirlerine olan mesafelerinden tutun da duvarlara kadar her şeyi doğru bir usulle kullanıldığında çok büyük bir imkân olan İslam fıkhı şekillendirmiş. Burada İslam’ın bütünlükçü yapısını da fark ediyordunuz. İslam Müslümanların en küçük ihtiyaçlarından en büyük yapılarına kadar her şeyi kaynaklara bağlı kalarak dinamik bir yorumlama yöntemi olan fıkıh üzerinden düzenleyebiliyor. Peki, fıkıh bu denli dinamik bir yapı ve imkana sahipken, fıkhı ısrarla dondurma taraftarı olanlara ne demeli?
Fes’in incisi Karaviyyin
Birçoğunu ilk defa gördüğüm dar sokaklarda saatlerce dolaştıktan sonra tekrar Marangozlar Meydanı’na yöneldim. Burayı arkamda bırakıp biraz daha yol yürüdükten sonra şehrin incisi olan Karaviyyin karşımdaydı. Bir cami, medrese ve kütüphaneden oluşan Karaviyyin aynı zamanda yeryüzünün ilk üniversitesidir. Karaviyyin şehri Tunus’ta olmasına rağmen yeryüzünün ilk üniversitesinin Karaviyyin olarak isimlendirilmesinin sebebi burayı yaptıran ailenin Tunus’un Karaviyyin şehrinden gelmesidir. Tüccar bir âlim olan babaları Muhammed Bin Abdullah El Fıhri ile Fes şehrine yerleşen Fatıma ve Meryem isimli kız kardeşler ilme önem veren bir ailede yetişmişlerdir. Bu iki kız kardeş babalarından ve erken yaşlarda vefat eden eşlerinden kalan mirasla tarihin en önemli ilmi mekânlarından biri olan Karaviyyin Külliyesi’ni inşa ettirirler. 859 yılında inşası tamamlanan külliye zamanla sadece Mağrip bölgesinde değil; tüm İslam âleminde ilmi hayata etki eden bir hale gelir. Hatta İbni Haldun ve İbni Rüşd başta olmak üzere birçok önemli ismin yolu da buradan geçmiştir. Külliyedeki caminin avlusundaki şadırvandan fışkıran sular güneşte öyle güzel parlar ki uzun zaman gözlerinizi bu şadırvandan alamazsınız. Müslümanların bir zamanlar suyu bile nasıl bir güzelliğe çevirdiklerine bir de burada şahit olursunuz. Hemen Karaviyyin’in yanındaki Ebu İnaniye Medresesi ise taşın adeta ilmek ilmek bir dantele çevrilmiş halidir. Bir berberi devleti olan Merinîler tarafından 1357’de yaptırılan medrese Müslümanların sadece ilimde değil; mimaride de ne denli incelikli bir bakış ve zevke sahip olduklarının göstergelerinden biridir.
Ahmet Ticani ve Afrikalı sufiler
Fas genel olarak tasavvufi kültür ve hayatın yaygın olduğu bir ülke. Ülkede özellikle Şazeli ve Ticaniler, Kadiriliğin bir kolu olan Budeşişiyye ve gariplerin tarikatı olarak bilinen Kerkeriler öne çıkan cemaatler. Fes şehri ise geçmişten bugüne Fas’taki tasavvufi hayatın merkezlerinden biri olarak kabul ediliyor. Fes’de zaviye adı verilen birçok dergâh bulunuyor. Burada şehrin kurucusu olan ve ehl-i beyt torunu olduğu söylenen II. İdris’in türbesinden sonra en çok Afrikalı ünlü sufi Ahmet Ticani’nin türbesi ziyaret ediliyor.
Sufiler başta Senegal, Moritanya ve Çad olmak üzere Afrika’nın farklı ülkelerinden gelip Ahmet Ticani’yi ziyaret ederler. Ben de Fes’teki ilk günüm yavaş yavaş akşama dönerken Karaviyyin Camii’nin yanındaki Kurtuba Kafe’de bir süre oturduktan sonra Ahmet Ticani’nin türbesinin olduğu binaya doğru yöneldim. Bir mescid, bahçe ve türbeden oluşan bina her zamanki gibi Afrika’nın farklı ülkelerinden gelen Müslümanlarla doluydu. İçeri girdim ve birlikte namaz kıldıktan sonra önce Senegalli daha sonra da Çadlı Müslümanlarla uzun uzun sohbet ettim. Afrika’daki Müslümanlarla ilgili haberleri bizzat yerinden almak için Ahmet Ticani’nin türbesi benim için bulunmaz bir fırsattı.
Zellij atölyesindeki renkli dünya
Ahmet Ticani’nin türbesinin olduğu binadan çıktıktan sonra gündüz yerleştiğim oteli bulmak için Derbül Hurra bölgesini aramaya başladım. Yokuşu çıkarken bir Zellij atölyesi dikkatimi çekti. Çini parçalarının mozaikleme tekniği kullanılarak bir araya getirilmesiyle oluşan sanata Zellij sanatı deniliyor. İslam’ın getirdiği suret yasağı sanatçılara motif ve sembolleri, geometriyi derin bir şekilde kullanma imkânı sağlamış. Bu da ortaya Zellij gibi harika bir sanatı çıkarmış. Başta El Hamra Sarayı olmak üzere duvarlarda görüp hayran olduğumuz süslemelerin çoğu Zellij ustalarının elinden çıkıyor. Zellij ustalarına Zalayiyyah denilirken Zalayiyyahlar hayatı, yeryüzünü adeta renkler üzerinden yorumlamaya çalışıyorlar. Ben de bir akşamüstü Fes’te selam verip girdiğim Zellij atölyesinde kendini tamamen işine kaptırmış bir Zalayiyyah’ı dakikalarca seyrettim. İkimiz de hiç konuşmadık. Sanki bu atölyede renklerin dışında başka bir şeyin konuşması yasak gibiydi. Usta kendini çoktan renklerin dünyasına kaptırmıştı. Ustayı seyrederken ben de bir süre sonra kendimi renklerin dünyasında buldum. İslam sanatlarının en güzellerinden olan Zellij sanatı beni kendimden alıp bambaşka bir dünyada sefere çıkarmıştı. Fas’ta bir günü daha arkamda bırakırken Zellij atölyesinde geçirdiğim güzel anları düşünerek Kerim’in Daruz Ziyafesi’nde uykuya dalıyordum.