Müslümanların modern dünyada Allah'ın rızasına uygun yaşama biçimlerini mümkün kılacak teorik ve pratik imkân ve şartları oluşturmaları, söz konusu mümkün şartlarda, maddi ve sosyo-politik ortamlarda İlahi hükümlere göre yaşamaları ve dinlerinin hakikatini tebliğ etmeleri her mükellef üzerine farzdır.
Bir vecibe herkese terettüb ediyorsa buna farz-ı ayın denir. Birilerinin onu yerine getirmesi başkalarının üzerinden düşmesine gerekçe teşkil etmez.
Ancak herkes her görevi yerine getiremeyeceğinden bazı görev ve hizmetler, vecibe ve işler toplumun bir bölümü tarafından yerine getirilir. Farz-ı kifaye bu şekilde ortaya çıkar.
"Farz-ı kifaye" bir bölümünün yerine getirmesi durumunda toplumun genelinden düşen farzlara denir. Hakikati itibarıyla farz-ı ayındır. Ancak bir grup insan bir vecibeyi yerine getirince, maksadı itibarıyla yeterlilik şartı tahakkuk ettiğinden herkesin aynı görevi yerine getirmesi gerekmez. Buna verilen meşhur örnek cenaze namazıdır. Hayatını kaybeden bir mü'mine karşı görevlerimiz onu yıkamak, kefenlemek, cenaze namazını kılmak ve mezara gömmektir. İslami usul budur. Bu görevler zinciri imkânı olan herkes üzerinde farzdır, söz konusu farzı erkekler yerine getiremiyorsa kadınlar yerine getirir. Hiç kimse yerine getirmiyorsa bütün mahalle sakinleri cenazeden sorumlu olur, ölünün hakkı ihlal edilmiş sayılır.
Bu meyanda inanç esaslarının (akaid) açıklanması ve savunulması, hayatın tanziminde esas alınacak hükümlerin istihracı ve açıklanması işini deruhte edecek ilim erbabının (kelam ve fıkıh alimi, müçtehit) yetiştirilmesi de böyledir. Tıp öğrenimi, askerlik, fiziki bilimler ve diğer zaruri hizmetler için uzman yetiştirmek de böyledir. Bir şehirde doktor yoksa halkın sağlığı, kelamcı yoksa inançları tehlikeye girer. Fakihin olmadığı toplumda insanlar heva ve heveslerine göre yaşar, günaha batmış ilişkiler insanları dejenere eder. Görülüyor ki, hakikatte İslam dini açısından "dini ilimler-dünyevi ilimler" ayırımı yoktur; manevi-ahlaki hayatımız, şahsi ve toplumsal kemalimiz için Kur'an ilimlerine ne kadar ihtiyacımız varsa, dünyevi hayatımızı tanzim etmeye hizmet edecek tabiat bilimlerine de öylece ihtiyacımız vardır.
Bunun "imam hatipler ve din eğitimi" çerçevesinde tartıştığımız konuyla ilgisi var. Her aile çocuklarına dinin esaslarını, ibadetleri, zaruri dini bilgileri öğretmelidir, bu herkese farz-ı ayındır. Her anne ve baba bu farzı yerine getirmelidir, aksi halde sorumlu olur. Doğru olan ailelerin veya sivil kuruluşların bu görevi yerine getirmesidir. Geçen yazılarda belirttiğimiz üzere, İslami ilimleri (tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf, mezhepler tarihi, İslam düşüncesi, İslam sanatları vs.) öğretmek ve bu alanda topluma yol gösterecek, fetva verecek alimler yetiştirmek de Müslümanlar üzerinde farzdır. Bugünkü imam hatipler ve ilahiyatlar aydın ve akademisyen-bilim adamı yetiştiriyor, ama fetva verecek, topluma rehber olacak, kısaca "Peygamberlerin vârisi ulema" yetiştirmiyorlar, bu açıdan ne maksad hasıl oluyor ne alim-rehber yetiştirme farzı yerine geliyor. Devletler alim yetiştiremez, bu görev topluma aittir. Mevcut durumunda özellikle ilahiyatlar farz-ı kifaye vecibesini yerine getiremiyorlar. Kelam, fıkıh vb. ilimler hakkında tarihi ve akademik bilgileri oryantalistler de çok iyi öğreniyor, ama hiçbiri kelamcı veya fakih değildirler.
Bu arada bir yazarımız, "başörtüsünün farz-ı kifaye" olduğunu, tartışmanın sona ermesi için aslı olan farz-ı kifaye hükmüne rücu etmesi gerektiğini yazmıştır. Cümle şöyle: "Başörtüsünün hâlen aslına (farz-ı kifâye olan bir ibadet) rücû ettirilemediği bir ülkede yaşıyoruz."
Başörtüsü ve tesettür farz-ı ayındır. Ergenlik çağına girmiş bütün mü'min kızların ve kadınların yerine getirmesi gereken dini vecibedir. Farz-ı kifaye olsaydı, bir bölüm kadının başını örtmesi durumunda diğerlerinin başı açık gezmeleri mümkün olurdu ki, böyle bir fikre ilk defa rastlıyoruz. Muhtemelen bir bilgi yanlışlığı veya sürç-i lisan eseri bir cümle olmalı bu.
Başörtüsü ile ilgili hüküm açık, net ve kesindir. Her ne kadar son yıllarda başörtüsü vecibesini iptal eden birtakım görüşler ileri sürüldüyse de, bu görüş sahipleri İslam'ın tarih içinde esas aldığı usule aykırı yol takip ettiklerinden muteber değildirler.
ZAMAN