Hale Beyza Avcı kardeşimizin yeni yazısı:
FARK YARATAN BİR YETİ: FARKINDALIK
Sürekli güncellenen hayat içerisinde doğal olarak bilgilerin de güncellenmesi ihtiyacı ortaya çıkıyor. Ancak hayatın temel paradigmasına yönelik girişimleri olan insanlar, kuşatıcı ve kapsamlı çalışmalarıyla bilgi akışına yön verirken, bunlara karşı ortaya atılan fikirler; bırakın savunma seviyesinde kalmayı, çoğu zaman meseleye yaklaşamıyor bile.
Bir tezi anlamadan, antitez üretemezsiniz. Tezin konusu, amacı, nerelere ulaştığı gibi konular bilinmeden karşı bir fikir üretmeye çalışınca; tezin yazıldığı kağıt, yazı puntosu sorunu gibi olayın aslıyla ilgisiz müdahale girişimleri ortaya çıkıyor. Tez sahipleri bu duruma kıs kıs gülüyor olsa gerek. Nitekim bu tür eleştiriler, tezin piyasada daha çok tutulmasına bile sebep olabilir. Çünkü pek çoğunun derdi savundukları fikri yaygınlaştırmak. Bunu insanların daha çok seveceği şekilde servis etmek işlerine gelir. Sonuçta biz onları dize getirdiğimizi düşünürken, onlar hoşumuza gidecek şekilde kendi fikirlerini bize empoze ederler.
Charles Duhigg’in “Alışkanlıkların Gücü” adlı dünyaca ünlü kitabında yeni bir ürünü iyi pazarlamak için söylediklerine de bir bakın; “Sattığınız şey ister yeni bir şarkı, ister yeni bir yiyecek, ister yeni bir karyola olsun, alınacak ders aynıdır: Yeni bir şeyi eski alışkanlıklarla paketlerseniz, insanların onu kabul etmesi kolaylaşır.” Yani sunum değişse de, ürün aynıdır. Ama biz ambalajın büyüsünden, içinde ne olduğunun farkına bile varmayız!
Charles Duhigg kitabının bir başka bölümünde, diş macunu ile ilgili doğru olduğuna pek çoğumuzun inandırıldığı bir şehir efsanesinin aslını gün yüzüne çıkarıyor:
“Dilinizi dişlerinizin üzerinde şöyle bir gezdirin. Bir tabaka hissedeceksiniz. Dişlerinizin rengini donuk gösteren ve çürümelere davetiye çıkaran şey işte budur!”
Bugüne kadar diş macunu reklamlarında Claude Hopkins’e ait olan bu sözleri çok duyduk! Hopkins kariyeri boyunca; pazarladığı ürünleri tüketicilerin kullanmaya ikna olmalarını sağlayacak basit tetikleyiciler bulmuş. Hopkins yine bir tetikleyici bulma niyetiyle, sonradan okurken çok sıkıldığını ifade ettiği, diş hekimliğiyle ilgili bir yığın ders kitabı incelemiş. Kitaplardan birinde dişler üzerinde oluşan plaklara değinildiğini görmüş. Sonrasını Hopkins’ten dinleyelim:
“Ben onu sonradan ‘tabaka’ diye adlandırdım. Bu bana parlak bir fikir vermişti. Diş macununu bir güzellik ürünü olarak tanıtmayı aklıma koydum. O rahatsız edici tabakanın hakkından gelecek bir ürün olarak.”
Hopkins; dişler ne kadar fırçalanırsa fırçalansın geçmeyecek ve ne yenirse yensin dişlerin üzerinde doğal olarak oluşan bir zara “tabaka” diyerek “sorun” oluşturmayı başarmış. Hem de o zamanın önde gelen diş araştırmacılarından birinin; tüm diş macunlarının özellikle de Hopkins’in pazarladığı diş macununun, plak üzerinde hiçbir etkisinin olmadığını tespit etmiş olmasına rağmen.
Çözümü yutturmak için oluşturulmuş bir sorun, doğru teknikler kullanılır ve sorgulanmazsa eğer, üzerinden yıllar geçse bile etkililiğini koruyabiliyor. Diş taşı temizliği için gittiğim diş hekiminin bana “Dilini dişlerinin üzerinde gezdir. Pürüzsüzse dişlerini iyi fırçalamışsın demektir.” demesi sanırım etkililiğin boyutlarını anlatmak açısından yeterli olur.
Niyetim ortaya kapkaranlık bir tablo çıkarmak değil. Çözümü olmayan bir sorun yoktur, tabi en azından sorunun ne olduğunu bilirsek. Vurgulamak istediğim şey hayatın özünü kavramanın önemi. Hayata imtihan olma yeri ve ahirete geçiş yolu olarak baktığımız zaman, olaylara pencereden bakmayı bırakıp, olayları bütünüyle görebileceğimiz bir yerden incelemeye başlayacağız zaten. Ancak bu; meseleler üzerinde, Kur’an perspektifiyle derinleşmekle mümkün olabilecek ve ölene dek bitmeyecek bir mücadele.
Dönemsel olarak şişirilip ortaya atılan, “sorun” başlığı altında servis edilen “önemli” meseleler de dahil olmak üzere pek çok konunun üzerinde düşünmek ve araştırma yapmak sorumluluğundayız. Altından bambaşka bir şey çıkınca çıldıracak gibi olsak, tamamen uzaklaşmayı düşünsek, uzlete yönelsek bile; nerede olursak olalım adımlarımızı sağlamlaştıracak, tavırlarımıza yön verecek bir kitabımızın olması, bizi mutedil olmaya sevk edecektir. Bu noktada Seyyid Kutub’un sözlerine kulak verelim;
“Batıl, zaman zaman bağırıp çağırır. Ortalığı gürültüye boğabilir. Velvele koparabilir. Tüylerini her tarafa yayabilir. Gözler ve basiretleri bağlayan yapmacık haleleri etrafı kuşatabilir. Ve insan o halelerin gerisindeki çirkin, lekeli ve kanlı çehreyi; alçak, nefret ettirici simayı görmeyebilir. Ama yine de mü’min o şişmiş, kabarmış batıla ve aldanmış kalabalıklara yüksekten bakar. Gevşemez ve üzülmez. Yolunda yürüdüğü hakka olan ısrarlı bağlılığı eksilmez. İzlediği metodda direnmekten çekinmez. Aynı zamanda sapıkları ve aldanmışları hidayete getirme arzusu da zayıflamaz.”
Olayları bakış açısı sorunu mesabesine indirgeyen çözüm önerilerinden tutun, olmayan bir sorunu varmış gibi gösterip, esas sorunun örtbas edilmesinde kullanılmasına kadar pek çok problemli yaklaşımın tespit edilmesi farkındalık gerektiren bir durum. Bu farkındalığın oluşması ve devamlı olması için, bildiğimizi düşündüğümüz şeyler dahil her şeyi, Rabbimizin çizdiği sınırlar içerisinde, Rabbimizin izin verdiği yere kadar sorgulamalıyız.
“Bilmiyordum.” demek için geç bir çağda dünyaya geldiğimizi de düşünürsek; sorgulamadıklarımızdan da hesaba çekileceğimiz bilinciyle hareket etmek, varlığımızın ve varoluş sebebimizin farkındalığıyla fark yaratanlardan olabilmek duasıyla…
Kaynak: Kültür Ajanda Dergisi Mart Sayısı