Hiç aklınıza gelir mi bilmem acaba Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, diyelim Lübnan'a giderken ne hissederler, Brüksel'e giderken ne?
Buralara yapılan gezilerde ne görüyoruz?
Mesela, Başbakan Erdoğan'ın Lübnan gezisinden yansıyan fotoğrafları gördük. Orada derin bir muhabbetin görüntüsü var. Sıcaklık var. Samimiyet var. "Sizi özledik" duygusu var. Bayrak taşıyan çocukların gözlerinde derin pırıltılar... Yaşlı insanlarda bağrına basma hamleleri...
Pakistan'a gittiğinizde de benzeri fotoğraflar görebilirsiniz. Cezayir'de, Libya'da, Endonezya'da da... Afrika'nın Senegali'nde, Gine'sinde, Burkinefaso'sunda, bilirsiniz ki, sizin için çarpan bir yürek var.
Peki ya Cumhurbaşkanı Gül'ün Lizbon gezisi nasıldı?
Brüksel zirvesinde nasıl görüntüler ortaya çıkar?
Almanya'da, Fransa'da neleri konuşuruz?
Washington temasları nasıl bir atmosfer oluşturur?
Batı'dan saydığım bu ülkelerin tamamı, Türkiye'nin ittifak ilişkisi ya da ortaklık görüşmeleri içinde bulunduğu ülkeler. Diğer ifadeyle "dost" kavramı ile tanımlanacak ülkeler. NATO ile 60, Avrupa Birliği ile yarım asırlık ilişkidir ilişkimiz...
Peki bu ilişkilerde dostluk iklimini duyumsayabiliyor muyuz?
Yoksa mesela hep gardını almış ilişkiler mi söz konusu?
Yani bir mesafe en azından...
Yani bir türlü çözümlenmemiş sorunlar... Pazarlık, pazarlık, pazarlık... Ve her pazarlıkta karşı taraf gibi konuşlanma hep...
Bir türlü kendinden kabul etmeme hali.
Derinden derine dışlama. Yargılama... "Biz başkayız" duruşları... Batı ailesinin üvey evladı konumlandırmaları...
"Sen de bizdensin" derken bile, bir ayrımın sinyalini vermek...
Bunu, Batı dünyası ile her temaslarında hissettiklerini sanıyorum devlet temsilcilerimizin...
AB ile ilişkilerde mesafe...
Amerika ile ilişkilerde hep lobiler üzerinden hesaplaşma ukdesi...
Bu, hiç kuşkusuz, bizdeki bir kompleksin değil, karşı taraftakinin verdiği hisle bağlantılı bir şey.
Acaba Amerika nasıl bakıyor bize?
Acaba Almanya, Fransa nasıl bakıyor?
Belli ki, İslam coğrafyasında görüldüğümüz gibi görülmüyoruz oralarda...
Belli ki İslam coğrafyasında kendimizi daha rahat hissediyoruz, Batı coğrafyasında gergin...
Bu değerlendirmeden gelmek istediğim nokta, İslam dünyası ile ilişkileri geliştirip, Batı dünyası ile ilişkileri daha mesafeli hale getirmek değil.
Türkiye, özellikle son dönemde, her iki dünya ile de ilişkilerini geliştirmek istiyor.
Hep söylenir, "AB ile ilişkiler bir devlet politikası" denir.
Amerika ile ilişkiler de, devletin ana çizgisi halinde...
Ama Türkiye son dönemde, içinde bulunduğu coğrafya ile ilişkileri geliştirme yolunda adımlar atmaya yöneldi.
Türkiye, bin yıldır bu coğrafyada ve bu coğrafyadaki tüm halklarla, akrabalık, yani yakınlık bağları oluşturmuş. Türkiye'nin bu coğrafya ile münasebeti, hiç akrabalık bağı olmasa bile, sırf komşuluk sebebiyle olmazsa olmaz bir münasebet. Kaldı ki, o akrabalık bağı, araya giren senelere ve gerginliklere rağmen, neredeyse bir aile sıcaklığı sağlamış bulunuyor.
Evet, bir yanda bir aile sıcaklığı...
Diğer yanda "devlet politikası"na rağmen, ukdeler...
Burada asıl sorunun, Batı camiasında bulunduğunu düşünüyorum ben.
Batı'nın hafıza kayıtlarında, zihinsel alt yapısında, özetle Türkiye'ye temel bakışlarında...
"Eksen kayması" diye geliştirilen Batı kaynaklı tartışmanın altında da, Türkiye ile ilgili bu hesaplı duruş var.
Yani Türkiye'nin koydukları yerde durmadığı, bir tür yaramazlık yaptığı, Batı kurgusunu bozduğu düşünceleri...
"Osmanlı'yı bir asır önce bitirmiştik, şimdi bunlar ne oluyor", fısıldaşmaları...
Bunların hepsi Türkiye'ye karşı negatif bir hafıza kaydını yansıtıyor ve ilişkilerde hep bir mesafe hassasiyetini gerektiriyor.
Olması gereken ne peki diye sorulursa derim ki Batı'nın bu hafıza kaydını değiştirmesi, daha doğrusu zihnini problemli birikimlerden arındırması gerekiyor.
Böyle bir arınmanın gerçekleşmesi durumunda bile, belki ilişkiler, İslam coğrafyasında olduğu gibi sıcak ve samimi olamayabilecektir. Ama o durumda, hiç olmazsa ittifak ittifak olacak, dostluk dostluk olacak, ortaklık ortaklık olacaktır. En azından Türkiye açısından "Batı beni nerede vurur" endişesi bulunmayacaktır.
Ve Türkiye'yi temsil edenler, Batı ile buluştukları her platformda, zihinlerinde, nasıl bir gadre uğrayacakları endişesi ile dolaşmak zorunda kalmayacaklardır.
Bu nasıl olur, ne zaman olur, hatta gerçekten olur mu sorularının cevabı maalesef kolay değil. Çünkü bu gerçekten büyük bir zihinsel dönüşümü gerekli kılıyor. O da, Türkiye'nin Batı ile ilişkiyi, kendi coğrafyasında kazanacağı büyük birikime dayanarak sürdürmesiyle, birebir bağlantılı görünüyor. Türkiye de onun için çaba sarf ediyor. Yaşadığımız günler, o çabaların yoğunlaştığı günler. O yüzden, Lübnan'daki görüntülerin Washington'da da, Brüksel'de de diplomatik karşılığının bulunduğunda kuşku yok.
BUGÜN