“Lâ uhibbu’l êfilîn”, “Fânî olanları sevmem” demişti İbrahim aleyhiselam.
Fânî olanları; yani kaybolanları, batanları, gelip geçici olanları, ölümlü olanları, hakikati kendilerinden olmayanları...
“Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim” (Enam 6/79) diyerek de bu feryadını gerekçelendirmiş, Ezelî ve Ebedî olanı tercih ettiğini ilan etmişti.
“Hanif olarak”; yani Allah’a şirk koşmadan, Hakk’a yönelerek, batıldan hoşlanmayarak ve fânî olanların iğvasına kapılmadan Allah’a (c.c) bütün kalple teslim olarak...
Dünyevîleşme tam da fânî olanları sevmek ve onlara aşırı bağlanmak, bağlanmakta ölçüyü kaçırmak demektir. Buna fânî olana duyulan sevginin kalıcı olana duyulan sevginin yerini işgal etmesi de diyebiliriz. Derece farklılıkları olsa da fânî olanda ebedî haz arama şaşkınlığı bir yerde.
Dünyevîleşme illâ da ideolojik olmak zorunda değildir. Kişi inanç kimliğini İslâm olarak belirledikten sonra da dünyevîleşebilir. Dünyevîleşmenin itici gücü, dünyevî unsurların; mal-mülk, makam, statü, şöhret, beğenilme duygusu, toplumsal ilgi odağı olmak gibi şeylerin kalbi kalıcı değerlerden daha fazla heyecanlandırmasıdır..
Velhâsıl kalbin genelde mâsivaya asılı kalması, önceliği ona vermesi ve âhiretten ürkmesi, bir diğer ifadeyle kalbin kıblesini şaşırması hâlidir..
Kişinin fikri neyse zikri de odur kelamı kibarı, kalbinde ne varsa dilinde de o vardır hükmünü anlatır ya. Müslüman kimliğine rağmen dünyevîlikler kişinin diline pelesenk olmuşsa, takvasını değil mal-mülkünü üstünlük değeri addetmişse, malına biraz zarar geldiğinde dinine zarar gelmesinden daha fazla üzülüyorsa, reel ticaret bunu gerektiriyor diye yalan dolanı meşrulaştırıyorsa, haz peşinde koşmak yaşam tarzı olmuşsa, orada dünyevîleşme vardır.
Dünyevîleşme önce kalpte başlar, sonra söze ve amele bulaşır. Mesele dünyayı kerih görmek meselesi değil, fânî olana aşırı bağlanma meselesidir. Kalpte öncelikler sıralamasının bozulmasını işaretleyen bir aşırı gitme durumu yani. Her aşırılık da haddi aşmaktır.
Efendimiz’in (sas); “Dinî / ahlâkı güzel olanla evlenin.” Soy, mal ve beden güzelliğine takılıp kalmayın zira onlar fânîdir, bunlar yarın kaybolacak geçici değerlerdir tavsiyesini hatırlayın. Efendimiz (sas) geçici olanları kalıcı olanlara tercih etmeyin eğer tercih etmek gerekiyorsa, aksi takdirde hüsrana uğrarsınız diye neden uyarıyor Müslümanları?
Eş bulabilmek yahut beğenilme duygusunu tatmin edebilmek için nebevî uyarıya kulaklarını tıkayıp “giyinik çıplak” hükmüne razı olan dindar (!) kadınların, ruh kalitesini umursamayıp beden güzelliğine ram olan dindar (!) beylerin kalıcı değerlerden yana oldukları söylenebilir mi?
Artık insanlar huzurla yaşlanamıyorlar bile. Yaşlılık başa gelebilecek en kötü şey kabûl ediliyor. Çünkü yaşlılık insana hem fânî olduğunu hatırlatan hem de fânîlerle ilişkisini ebedî olarak keseceğini ihtar eden güçlü bir habercidir de ondan.
Sosyolojik kuraldır; bir toplumda dünyevî rol modeller dinî rol modellerin önüne geçiyorsa, dünyevî ilimlere duyulan rağbet ile dinî ilimlere duyulan rağbet arasındaki denge dinî ilimlerin aleyhine bozuluyorsa o toplum sekülerleşmeye / dünyevîleşmeye teşnedir. Burdan yola çıkarak toplumdaki tercihler bizi yeterince uyarmıyor mu?
Bu çağda kalpten gelen bir nidâyla; “Ben fânî olanları sevmem” diyebilmek ne de zor!
YENİ AKİT