Merve Şebnem Oruç / Yeni Şafak
Recep Tayyip Erdoğan, Gezi olayları Türkiye'yi esir almışken, Kuzey Afrika seyahatinden dönüp gece yarısı Atatürk Havalimanı'na indiğinde, onu bekleyen dev kalabalığa seslenmiş ve “Karşımıza dikilenler kimler için dikildi?” diye sormuştu. Başkaları “Mesajı aldık” demeyi tercih etse de o, Gezi'nin ardında hangi üst aklın olduğuna odaklanıyor ve 'faiz lobisi'ni işaret ediyordu. Bugün üç sene öncesine göre her şey daha açık. Arap Sokağı'nda devrimlerin karşı devrimlere, baharın kışa döndüğü, terörün IŞİD'le beraber sürüm yükselttiği günlerde zaman çizelgesinde kuşkusuz bir mihenk taşıydı Türkiye için Gezi. Ama Erdoğan'ın 'faiz lobisi' ifadesini aslında ilk başta büyük bir çoğunluk anlayamamıştı. Türkiye ancak Arap Baharı sürecinde iç meselelerinden kafasını kaldırıp dünyada ne olup bittiğiyle biraz ilgilenir bir ülke olmuştu. 2008'de mortgage kredilerine bağlı ABD gayrimenkul piyasasının çökmesiyle başlayan küresel kriz Türkiye'yi gerçek manada teğet geçtiği için, ABD'nin borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmesi, AB ülkelerinin iflasın eşiğine yaklaşması, bir tek ilgilisinin farkında olduğu konulardı.
Oysa küresel kriz, bütün teknik karmaşıklığına rağmen, aslında faizle borçlanmaya dayalı küresel finans sisteminin sonucuydu. Şöyle özetleyebiliriz: Aralık 2015 itibarıyla dünyanın toplam parasal büyüklüğü aslında 80.9 trilyon dolar. Ama küresel bankacıların ekranlarında görünen para ve para türevlerinin büyüklüğü 1.2 katrilyon dolar. Yani hesaplarda gözüken büyüklük gerçekte karşılığı olan büyüklüğün yaklaşık 15 katı. Dahası bu 80.9 trilyon doların sadece 5 trilyon dolarının basılı para olarak karşılığı var; kalanını altın, ticari taşınmazlar, hisse senetleri vs oluşturuyor. Borçlanmaya dayalı böylesi bir sistemin oluşturduğu balonun, küresel krizde sadece fragmanını gördüğümüz gibi patlaması elbette kaçınılmaz. Bitmedi; üç yıl önce yukarıda bahsettiğimiz parasal büyüklük 70 trilyon dolarken, bankaların hesaplarındaki türevlerin büyüklüğü 700 trilyon dolardı. Yani üç yılda parasal büyüklük %15 oranında artarken türevlerin artışı %42 civarındaydı. Bu karşılığı olan ve olmayan para arasındaki uçurumun gittikçe büyüyor olması demek. Faizle borçlanmaya dayalı sistem, Merkez Bankaları gibi kuruluşların ekseninde bankaların oluşturduğu borç sarmalıyla, dünyanın %99'unu yıllardır esir almışken, tepetaklak olması riski artıyor ve artık %1'i de tehdit ediyor. Bu nedenle %1, gidişatın 'sürdürülemez' olduğunu kabul ediyor.
Dünyada ilk kez devletlerin kendi aralarında ortak bir parasal düzen üzerinde anlaşması olan 1944 tarihli Bretton Woods Sistemi'yle altına dönüştürülebilen tek para biriminin dolar olmasına ve diğer para birimlerinin de dolara göre ayarlanmasına karar verilmişti. Aynı anlaşmayla IMF ve Dünya Bankası'nın kurulması kararlaştırılmıştı. Amaç II. Dünya Savaşı sırasında çöken Avrupa ekonomilerini borca dayalı ABD desteğiyle fonlamaktı. Ancak sistem, zamanla tüm dünyada dolar fazlalığına ve doların değerinin düşmesine neden olmuştu. 1971'de ABD doları altına endekslemekten vazgeçti. Doların altın karşılığını bulundurma zorunluluğu kalkınca, paranın borca dayalı olarak üretilmesi IMF gibi kuruluşlarca dünyada yaygınlaştırıldı. Öte yandan Bretton Woods güncellenerek 73'te yerine, kısa bir süre önce bu köşede ele aldığımız, petrol satın alınabilen tek kur olarak doların belirlendiği 'petro-dolar döngüsü' diye tabir edilen sistem ikame edildi. O yazıda petro-dolar döngüsünü şöyle özetlemiştik: 73'te Suudi Arabistan petrol satışlarında sadece dolar kabul etmeye başladı. Sistem oldukça basitti. Suudiler yalnız dolar karşılığında petrol satıyor, petrol gelirlerini Amerikan Bankalarına ve bonolarına yatırıyordu. ABD zenginleşirken IMF de parayı petrol ihraç eden ülkelere borç vermekte kullanıyordu. 1974'te resmileşen bu anlaşmayı hazırlayan dönemin Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger'dı. Petro-dolar döngüsü 1975 yılında tüm OPEC ülkelerini kapsayacak şekilde genişletildi. Bu şekilde petrol alım-satımı üzerinden dünya ekonomisi kontrol altında tutuluyor, kimin borç alacağına ve petrol ihtiyaçlarını karşılayabileceğine, kimlerin gelişip kimlerin gelişemeyeceğine bu şekilde karar veriliyordu. Yani dünyanın ipleri bu sayede ABD'nin ellerindeydi.
2009 küresel krizinin ortaya koyduğu borçlarını ödeyemeyen bir ABD ihtimali, beraberinde çok daha büyük bir kriz riskini de getirmiş ve gelişmekte olan ekonomileri farklı arayışlara itmişti. Sıkça hatırlattığımız gibi, yeni endüstrileşen ülkeler hem petro-dolar döngüsüne hem doların hegemonyasına karşı seslerini yükseltiyor hem de yeni bir dünya düzeninin gerekliliğini vurguluyordu. Soğuk Savaş sonrasının tek kutuplu dünya düzeninin sonu gelirken, çok kutuplu veya kutupsuz dünya ihtimalleri ilk kez dile getiriliyordu. ABDli politika yapıcılar o günlerde farkında oldukları gerçekleri ifade etmekten çekinmiyor. Örneğin CFR direktörü Richard Haass 2014'teki 'The Unraveling' başlıklı yazısında şöyle söylüyordu: ABD'nin domine ettiği tek kutuplu dünya düzeni çöküyor; Rusya, Çin ve İslam ülkeleri yeniden dağıtılan güç dengelerinin önemli parçaları; ve ABD bunların hiçbirine doğru düzgün karşılık veremiyor.
Haass da geçen yazımızda bahsettiğimiz Kissinger gibi yeni bir dünya düzeni öneriyor. Bu isimlerin kapitalist sisteme güzelce entegre olmuş Rusya ve Çin hakkındaki mesajları şimdilik netlik içermezken, birincil tehdit olarak İslam ülkelerini gördükleri birkaç makalelerini bile okuyanın bile fark edebilir. Çünkü İslam, mevcut adaletsiz ve borca dayalı küresel para sistemine alternatif, gerçekçi ve adil bir sistem önerebiliyor. Ve modern çağın faizle borçlanmaya dayalı kölelik sisteminin kirli yüzü Erdoğan gibi bir Müslüman lider tarafından ısrarla dünyaya anlatılıyor.
Hal böyleyken, ABD kongresinin Suudi Arabistan'ın 11 Eylül saldırılarında rolü olduğunu vurgulayan ve yargı yolunu açabilecek bir yasa tasarısı üzerinde çalışıyor olması nedeniyle ABD'yi 750 milyar dolar değerindeki FED tahvillerini ve bonolarını satmakla tehdit eden Suudi Arabistan'ın bu tehdidini gerçekleştirmesi durumunda olacakları düşünün derim. Suudi Kralı Salman bin Abdulaziz İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesi için Türkiye'deyken NY Times'ın yayınladığı bu haber sonrası açıklama üstüne açıklama yapan Obama dün Riyad'a ayak bastı. Batı bir yandan ellerinde tuttukları dünya düzeninde revizyona gitmeye çalışır, bir yandan bizi birbirimize düşman olarak tutmayı başarırken, kendi zayıflıklarının da gayet farkında. Peki biz güçlerimizi birleştirebilirsek ve aklımızı başımıza toplarsak neler yapabileceğimizin farkında mıyız?