Failler Yine Hesabı Ödemeden Kapıdan Çıkıp Gitti

Yıldıray Oğur, İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi tarafından hazırlanan Cizre raporunu kaleme aldığı yazısında, failleri meçhulleştiren raporla ilgili tutarsızlıkları ve çelişkileri gözler önüne sermiş.

Failler yine hesabı ödemeden kapıdan çıkıp gitti

Yıldıray Oğur / Türkiye

Sonuç kısmında şöyle yazan bir Cizre raporu bu:

“Yapılan operasyonun hangi amaçlı yapıldığı heyetimizce tespit edilememiştir. Zira sokağa çıkma yasağı duyurusundaki örgüt üyelerinin yakalanması amacı karşısında operasyon sonrası herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu durum da operasyonun aslında halka yönelik bir saldırı, korkutma, tehdit ve yıldırma niteliğinde olduğu kanaatine ulaşılmıştır.”

İHD Diyarbakır Şubesi’nin Cizre raporunda YDG-H, silahlı milisler yok, özyönetim, özsavunma için kazılmış, mayın ve bombalarla doldurulmuş hendekler, barikatlardan da tek kelime bahis yok. En basit bir PKK medyası taramasında, bir Youtube search’ünde karşımıza çıkabilecek Cizre sokaklarında gururla keleşleriyle, roketatarlarıyla gezen özsavunma güçleri de mevzilerini rapor için terk edip gitmişler. http://www.ihddiyarbakir.org/UserFiles/588463CİZRE%20RAPORU.pdf

Raporda varsa yoksa Kürtleri öldürmek, korkutmak için her an fırsat kollayan yarı vampirimsi şeytani bir devlet var.

(6-8 Ekim Pogrom’u üzerine raporlarıyla daha önce bu köşede misafir edilmişlerdi. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/582753.aspx

Tabii bir de bolca eksantrik ismini vermeyen görgü tanığı ifadesi.

Mesela şöyle şeylerden bahsediyoruz:

“Özel harekâttı, başını çıkardığın gibi silah sıkıyorlardı. Anons ediyorlardı, tehdit ediyorlardı. 'Teslim olun, HDP'ye oy verdiniz, bize 400 vekil vermediniz siz de bu hale gelin' diyorlardı. Panzerin üzerindekiler Arapça konuşuyorlardı, sakallıydılar. IŞİD'e benziyorlardı. Halimizi görüyorsunuz, ne diyeceğim! Evi görüyorsunuz, zar zor çocuklarımızı kurtarabildik...”

“Özel tim kıyafeti vardı. Sakallı IŞİD tipliydi. Hepsinin boyunlarında IŞİD flaması gibi siyah bezler, bereler vardı. Tank, kirpi ve yeni kobralar vardı. Araçların içinde ateş ederek insanları öldürdüler. Bebek ve yaşlıları katlettiler...”

“Yine bir yurttaş; Dün gece (11.09.2015) saat 23 ile 03 arasında paletli tanklarla Yafes Mahallesi vuruldu...”

“Mahallelerde, güvercinlerin başlarının kopartıldığı ve birçok hayvanın kurşunlanarak öldürüldü bilgisine ulaşılmıştır...”

Mehmet Ali Aslan (HDP Mardin Milletvekili): “Bu bir imhaydı. Kendilerince halkın güvenliği için buralardaydılar. Ancak yasak kalkana kadar, kaç insan daha öldürürüz diye planlıyorlardı. Burada bir sivil insan katliam yapıp gittiler...”

O yüzden çoktan “Katil devlet” sloganlarıyla gömülen 22 insanın ölümünde kimin veya kimlerin sorumluluğu olduğunu anlamaya çalışırken elimizde bu rapordan başka bir kaynak şimdilik yok.

Rapora göre 4 Eylül-12 Eylül tarihleri arasında 140 bin nüfuslu Cizre’de sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar yüzünden ölen 22 insandan üçü; Hacı Ata Borçi (70), Xetban Bülbül (65) ve Mehmet Dikmen (70) “çatışma ortamının oluşturduğu gerilim” nedeniyle hayatlarını kaybettiler. Rapor ilk ikisi için kalp krizi derken, Mehmet Dikmen için o ayrıntıyı da vermemiş. Zaten raporda bu insanlara ait hastane kayıtlarına ulaşılamadığı bilgisi de mevcut.

Yine isimleri olaylar sırasındaki sivil ölümler listesinde geçen Sürme Karane, İbrahim Çiçek (80) Bahattin Sevinik (50) hakkında raporda hiçbir bilgi olmadığı gibi bu kişilerin hastane kayıtlarına dahi ulaşılamamış. Peki neden o listedeler sorusunun da bir cevabı yok. Yani 140 bin nüfuslu Cizre’de o 8 gün içinde başka nedenlerle hayatını kaybetmiş insanlar da listeye eklenmiş olabilir.

Şahin Açık (Raporda yaşı belirsiz), Sait Çağdavul (21), Mehmet Emin Levent (19)’in adları raporda Cizre’deki olaylarda ölen siviller listesinde olmasına rağmen onların ölüm sebepleriyle ilgili de raporda başka hiçbir bilgi yok. 22 sivil ölümü araştırdığını iddia eden bir rapor için tuhaf ihmaller bunlar. Belki de tam olarak sivil olup olmadıkları tespit edilememiştir.

Geriye kalan 13 isim hakkında raporda İHD’nin ölüm nedenleri ile ilgili birer cümlesine ya da yakınlarının anlatımlarına yer verilmiş.

Raporda ölüm nedenleri sadece birer cümleyle geçen isimlere bakalım önce:

“07 Eylül 2015 tarihinde, Osman Çağlı (18) açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi.”

“09 Eylül 2015 tarihinde, Yasef Mahallesinde açılan ateş sonucu yaralanan Özgür Taşkın (20) ambulansın gelmemesi sonucu, kan kaybından yaşamını yitirdi.”

“11 Eylül 2015 tarihinde, Selman Ağar (10) isimli çocuk açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi.”

Raporda “Açılan ateş”in kaynağının polis/asker mi PKK/YDGH mi olduğu hakkında herhangi bir bilgi yok. Yakınlarıyla ilgili herhangi bir görüşme yapılmadığı için de tam olarak nasıl vurulduklarını da hatta vurulup vurulmadıklarını bile bilmiyoruz.

Halbuki raporda örneğin;  “09 Eylül 2015 tarihinde, tank taburundan Cudi Mahallesine polislerce açılan ateş sonucu Mülkiye Taşkın (45) isimli yurttaş, karnına isabet eden kurşun nedeniyle ağır yaralandı” gibi failin işaret edildiği vakalar da var. İHD’nin faili belirginleştirilmesi ya da meçhulleştirilmesi siyasi bir karar olmalı.

Bu en net biçimde raporda ölüm nedenleriyle ilgili hem bilgi verilen hem de akrabalarıyla görüşülen diğer 10 isimle ilgili ifadelerdeki açık çelişkiler, faillerin adının bazı örneklerde konması, bir kısmında ise müphem bırakılmasında görülmekte.

Örneğin İHD raporunda 60 yaşındaki Eşref Edin’in ölümü için “zırhlı araçtan açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi” denirken, biraz aşağıda yeğeni Mustafa Edin olayı şöyle anlatmış:

“Bağırma sesleriyle aşağıya koştuk, damda yüzükoyun yatıyordu. Bir mermi sırtına denk gelmişti. Onu aşağı indirdik. Hiç konuşmadı, ölüp ölmediğini de bilmiyorduk.”

Buradaki tanıklıkta zırhlı araçtan açılan bir ateşten hiç bahsedilmiyor.

Yine örneğin İHD’nin tespitlerine göre herkesin içini parçalayan o kanlı fotoğraftaki bebeğin annesi Zeynep Taşkın hayatını şöyle kaybetti:

“Zeynep Taşkın (17) evinde ve Berxwedan isimli bebeği kucağında oturduğu sırada, yapılan top mermisinin isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi."

Aynı raporun birkaç paragraf aşağısında Zeynep Taşkın’ın kayınpederi ve yine aynı saldırıda hayatını kaybeden Maşallah Edin’in eşi Ahmet Edin ise olay anını şöyle anlatmış:

“Ilk gelinim Zeynep Taşkın çıkmış, kucağında da 6 aylık bebeği vardı. Çıkar çıkmaz keskin nişancılar tarafından vurulmuş. Yere düşünce eşim Maşallah yardımına koşmuş. Onu da vurmuşlar sonra amcam geliyor.”

7 çocuk annesi, 52 yaşındaki Meryem Süne’nin nasıl vurulduğunu da kızı İHD’ye anlatmış:

“Kendisi annemdir ve özürlüdür. Saat 08.00 civarında ona 2 iğne yaptım. Ben de sağlıkçıyım. 09.00 civarında abdest almak için dışarı çıktı, o esnada bağırma sesleri geldi. Dışarı çıktık, baktık yerdedir. Onu eve aldık, nabzı halen atıyordu. Bilye şeklindeki mermi ile vuruldu. Elimizde de parçaları var.”

Yine raporda 16 yaşındaki Sait Nayici’nin babası Ramazan Nayici oğlunun öldürüldüğü anı anlatmış: “Evimizin arkasında bir boşluk vardı oraya kaçmaya çalıştık. Arkamızdan silahlarla saldırmaya başladılar oğlum arkadaydı ve kendisini kurtaramadı. Arkadan kurşunlar ona isabet etti.”

Bütün bu anlatımlarda bir fail yok. Ama fail olan tanıklıklar da var.

Örneğin raporda 30 yaşındaki Suphi Saral’ın oğlu Mevlüt Saral babasının vurulma anını şöyle anlatıyor: “Saat 21.00-22.00 arası babam vuruldu, sokakta vuruldu. 3. gündü. Pazartesi akşamdı. Babam panzerde duran polisler tarafından vuruldu. Yakın mesafeden vuruldu...”

Yine failin belirginleştirildiği vakalardan biri. Raporda “07 Eylül 2015 tarihinde, Cemile Çağırga (13) açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi” denen Cemile’nin vurulmasını da babası İHD’ye anlatmış:

“Akşam saat 17.00 ile 20.00 arası idi. Her tarafta çatışmalar vardı. Yasağın 3. günü idi, herkes dışarıda idi, evimizin kapısı da caddeye bakıyor. Herkes kapının önünde duruyordu. Mahallede olay yoktu burada hendekler de yok. Kapımızın tam karşısında keskin nişancıların noktası vardı. Kapının eşiğinde oturduğumuz sırada vuruldu. Uçaksavar, kobra, silahlarla vuruyorlardı. O esnada, o da vuruldu ve yaşamını yitirdi.”

Raporda “keskin nişancı” ad verilmeden ama polis ve asker için kullanılıyor.

Yine raporda  “11 Eylül 2015 tarihinde, Mehmet Erdoğan (70) isimli yurttaş, ekmek almaya gittiği sırada keskin nişancıların açtığı ateş sonucu, kafasından vurularak yaşamını yitirdi” diye ölüm nedeni anlatılan Mehmet Erdoğan’ın kardeşi ise kardeşinin keskin nişancılar tarafından değil, panzerden açılan ateşle vurulduğunu iddia etmiş. Rapordaki anlatım şöyle: 

“Mehmet benim abimdir. Eşi, oğlu Ali ve Ali'nin çocuklarıyla birlikte evde kalıyordu. Valiliğin 'fırınlar açık, alışveriş yapın' anonsu üzerine, o da fırına ekmek almaya gidiyor. Fırın dönüşü sokakta panzerden ateş açılması sonucu yaşamını yitirdi. Mezarlıkta Kur'an okuyarak çocuklarını geçimini sağlıyordu. İnsanlık dışı bir uygulamayla insanlar katledildi...”

Bunun bir tanıklık mı bir duyum mu olduğu belirsiz. Çünkü 70 yaşındaki Mehmet Erdoğan’ın ölümüyle ilgili başka iddialar da var.

İHD’nin raporunda sadece bu üç vakada fail olarak doğrudan devleti işaret ederken, diğer ölümlerde edilgen, belirsiz bir faili tarif etmesi dikkat çekici, fail hakkında da fikir veriyor.

İki vakada ise durum daha da karışık.

En acısı olan 35 günlük Muhammed’in ölümü. İHD’ye göre şöyle oldu:

“06 Eylül 2015 tarihinde, sağlık sorunları yaşayan Muhammed Tahir Yaramış (35 günlük) isimli bebek, polis ablukası nedeniyle hastaneye erişim sağlayamadı ve yaşamını yitirdi.”

Raporda konuşulan Muhammed’in babası ise acı olayı şöyle anlatmış:

“Kendisi hasta değildi, yasak zamanında hasta düştü. Ancak sokağa çıkma yasağı ve ambulansın, doktorun gelmemesi sonucu yaşamını yitirdi. 06 Eylül 2015 tarihinde sabaha doğru yaşamını yitirdi. Öldükten sonra, 3 saat yanımızda kaldı. Sonra onu camiye getirdik. Bir cenaze daha oradaydı. Etrafına buz koyduk ama kokmaya başlamıştı...”

Bu anlatımda doğrudan polis ablukasından bahsedilmiyor. Ayrıca “Kendisi hasta değildi, yasak zamanında hasta düştü” kısmı da tam olarak yaşananı anlatmıyor. Bir babanın bunu bilmemesi ya da İHD’yle görüşmesinde anlatmaması pek mümkün değil.

Çünkü Muhammed’in annesi ve babası önceki gün Milliyet’ten Namık Durukan’a o gün yaşananları anlattılar:

“Abdullah ve Sosin Yaramış çifti, 35 günlük bebekleri Muhammet Tahir Yaramış’ın yasını tutuyor. 'Ne sevincimizi ne acımızı yaşayabildik' diyen anne Sosin, o gece yaşananları şöyle anlattı: Sokağa çıkma yasağı başlamış, ancak bizim haberimiz yoktu. Silahlar patladı, elektrikler kesildi. Balkonda oturuyorduk. Patlamayı duyar duymaz sipere yattık, bebeğim kucağımdan düştü. Kusmaya başladı, fenalaştı. Kusması akşama kadar devam etti. Babası 112 Acil’i aradı. Ambulansın sokağa girmesine izin vermediler. Bizim bebeğimizi ambulansa götürmemizi de engellediler. Bir süre sonra ateşi çıktı, çaresizlikten bir şey yapamadık. Gözümüzün önünde eriyip gitti, kucağımda son nefesini verdi."

Abdullah Yaramış da Muhammet’i kurtarmak için sokak başını tutan polislerin yanına kadar gittiğini belirterek, “Bize ‘gidemezsiniz, giderseniz vurulursunuz’ diye anons yaptı. Evin solunda ve sağında keskin nişancılar vardı, sokaktan çıkamıyorduk. Bebeğimi hastaneye yetiştirmeye çalışırken ben de ölecektim, dedi.”

Yine İHD’nin anlattığından farklı bir hikâyeyle karşı karşıyayız. Ama bu haberde de tuhaflıklar var. Anne Sosin Yaramış’ın şu cümlelerinden kimi kastettiği haberde yok: “Ambulansın sokağa girmesine izin vermediler. Bizim bebeğimizi ambulansa götürmemizi de engellediler...”

Haberi yazan muhabir de İHD raporunu yazan raportörler gibi tam burada o soruları sormamış? Peki kim izin vermedi ambulansa, kim bebeğinizi ambulansa götürmenizi engelledi? Tuhaf bir sansür ya da otosansürle karşı karşıyayız

Ama daha tuhafı Bünyamin İrci’nin ölümüyle ilgili İHD raporunda anlatılanlar.

Rapora göre İHD’nin bu vaka ile ilgili tespiti net değil, fail yine belirsiz:

“11 Eylül 2015 tarihinde, Bünyamin İrci (14) isimli çocuk açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi...”

Halbuki birkaç paragraf aşağıda İrci’nin babasıyla konuşmuş İHD heyeti:

“Bünyamin İrci'nin babasıyım, Nur Mahallesinde kardeşimin çocukları kalmıştı. Orada soğuk su yoktu, bizden buz istediler. Bende 'götür' dedim. O da buzu alıp gitti. Sabaha kadar orada kaldı. Sabah da 'ben eve gideceğim annem onları merak ederler' demiş ve evden çıkmış. Dönüşte bir panzer önünü kesmiş, o da elini havaya kaldırmış ve eve gitmek istediğini söylemiş. Ancak polisler onu alıp panzere koymuşlar ve orada onu öldürmüşler. Kalbine bir mermi sıkılmış. Kulağı da kesilmiş, bir elinin içine de mermi isabet etmiş, işkence edilmiş, kaburgası da kırılmış. Beyin kanaması sonucu yaşamını yitirmiş. Daha sonra bir çöpe atılmış, onu görenler bir camiye götürmüşler...”

Bu kadar çok bir anlatıma rağmen İHD’nin diğer vakaların aksine burada faili işaret etmemesi tuhaf.

Ama tek tuhaflık değil bu.

14 yaşındaki Bünyamin İrci’nin ölümüyle ilgili babasının İHD’ye anlattığı hikâye, polis akrebine binen bir çocuğun videosu üzerinden PKK’ya yakın medya tarafından dolaşıma sokuldu. Aslında hangisinin önce olduğunu bilmiyoruz. Babanın anlatımı mı, haberler mi?

Bu videoyla ilgili daha ilginç tuhaflıklar ise kısa bir süre sonra ortaya çıkmaya başladı. Önce Twitter’da Fikret Toros, PKK’ya yakın televizyon kanalının Youtube’a ilk koyduğu çocuğun polis aracına biniş görüntülerini buldu. Görüntüler daha sonra montajlanmıştı. Montajlanan yer çocuğun akrebin penceresinden polise üzerinde bir şey olmadığını gösterip, polis aracına kendi rızasıyla binmeye çalıştığının görüldüğü anlardı.

Yani PKK medyası çocuğun zorla polis aracına bindirildiğini iddia etmek için o saniyeleri makaslamış, ilk videoyu da Youtube’dan silmişti.

Twitter’da yine Fikret Toros, Bünyamin İrci’nin ölümünün, bu videonun dolaşıma sokulmasından önce PKK medyasında bambaşka haberlerle verildiğini ortaya çıkardı.

PKK’ya yakın haber ajansı DİHA, İrci’nin sokakta vurulup yaralandığını, ardından hastane arkasına götürüldüğünü orada bir akrepten açılan ateş sonucu başından vurulduğunu yazmıştı. Kürt medyasının popstarı Amed Dicle de İrci ile ilgili saatler önce Cizre’ye top atışları sırasında öldüğüyle ilgili tweetler atmıştı. Yine HDP’li Faysal Sarıyıldız, günler önce BBC Türkçe servisinde İrci’nin ölümüyle ilgili içinde panzer, cesedi çöpe bırakıldı geçmeyen bir başka hikaye anlatmıştı.

Video ve haber Türkiye’deki medya sitelerine de düştükten saatler sonra bu kez PKK’ya yakın ANF’de düzeltme yayınlandı. ANF muhabirini arayan İrci’nin amcası “ağabeyinin yanıldığını, görüntülerdeki çocuğun yeğeni olmadığını” söyledi. Sonra haberi Cizre’de takip eden İMC TV muhabiri de araca giren çocuğun Bünyamin İrci olmadığıyla ilgili tweetler attı. İMC muhabiri, “Bünyamin İrci’nin öldürülmesiyle görüntü arasında dört günlük zaman var, niye görüntü teyit edilmeden servis edildi bilmiyorum” tweetine gelen tepkiler üzerine tweetlerinin bir kısmını sildi.

Peki, o halde Bünyamin İrci’nin babası neden çocuğun panzere sokulup infaz edildiği hikayesini anlatmıştı İHD’ye? Daha doğrusu ona bunu ilk kim anlatmıştı? Ve İHD böylesine kritik bir raporda saatler sonra yalanlanacak bir iddiaya neden yer vermiş, sonra da hiçbir düzeltme yapmamıştı?

Nasıl bir propaganda savaşının ortasında kaldığımızı en iyi Cizre’de haberi takip edip olayla ilgili gerçekleri yazdığı için mahallesinden baskı gören İMC muhabirinin tepkiler üzerine yazdığı o tweet anlatıyor:

“Niye o araca konan Bünyamin İrci değil diye beni eleştirenler, benim işim sizin duygularınızı tatmin etmek değil, doğru olanı vermek!”

Ama PKK propaganda makinesi devletinkinden hızlı. 22 sivilin cenazeleri çoktan “katil devlet”, “katil Erdoğan” sloganlarıyla kaldırıldı.

Devletin sessizliği, İHD’nin failleri meçhulleştiren raporları, HDP’li vekillerin manipülatif açıklamaları, PKK medyasının ömürleri artık saatleri bulmayan propaganda haberleriyle PKK, özyönetim fantezisi ve 16-17 yaşındaki çocuklara silah ve üniforma giydirerek oynadığı özsavunma çılgınlığıyla ağır yaraladığı Cizre’nin hesabını ödemeden, kapıdan yine mağdur gibi çıkıp gitti. Resmî ya da PKK’lı failler de arkasından...

Eski TÜSİAD başkanına çöpe atılmış genç asparagası üzerinden duyar tweetleri attırıldı, Alman Yeşiller’inden Cem Özdemir Cizre’ye geldi, bu hikayeleri dinleyip gitti, sırada HDP’ye yakın bir turla Cizre’ye gidip, muhtemelen bir hafta önce sokaklarında omzunda keleşle dolaşan bir YDG-H’linin rehberliğinde “devletin katliamı” gezisi yaptırılacak kadın yazarlar var. Zaten görmek istedikleri şeyi görmeye gidiyorlar.

Hayallerdeki katillere kızmak, siyaseten işinize gelen faili parmakla göstermek varken faydasız hakikat kimsenin umurunda değil.

Uyduruk, temelsiz çelişkili bir rapor, ömürleri saatleri bulmayan bolca yalan haber ve ajitasyonla kurulan faydalı hakikatin müşterisi daha çok.

Şu çağda hakikati aramaksa işi gücü kalmamış birkaç aptalın işi artık...

Cizreliler de başlarının çaresine baksın...

Zaten bu habere göre gayet mutlu görünüyorlar:

“Hendeklerin arkasında komünal yaşam örülüyor”

http://diclenewsagency.link/tr/news/content/view/474603

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!