‘Faili Meçhullerin’ Üzerini ‘Örgüt İçi İnfaz’ Örtüsüyle Kapatmaya Çalışmak mı?

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Hasan Ocak hadisesine dair sözleri illegal örgütlerin istismar çabasını engellemekten ziyade devletin kirli geçmişini yıkama gayretini yansıtıyor!

Haksöz Haber

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Cumartesi Anneleri’nin 700. hafta eylemine polisin müdahalesini haklı çıkartma adına söylediği sözler gündemde tartışılmaya devam ediyor.

Süleyman Soylu’nun yakınları kaybedilmiş ailelerin eylemlerinin terör örgütlerince istismar edildiğine dair sözleri iktidara yakın medyada hiç sorgulanmadan kabul görürken, yıllardır devletin faili meçhul cinayetlerdeki rolünü sorgulayan çevreler açısından ise tam bir sürpriz oldu. Devletin işlediği bu insanlık suçlarına ilişkin bugüne kadar takındığı mesafeli tutumu ortadan kaldıran ve AK Parti iktidarını Kemalist devlet refleksine rücu ettiren bu tutum İslami camia açısından da mutlaka tartışılmayı hak ediyor

Süleyman Soylu’nun kayıpların aslında kayıp olmayıp, örgüt içi infazlara kurban edilenler olduğuna dair sözlerinin en dikkat çeken noktalarından biri Hasan Ocak hadisesine dair iddialarıydı.

İllegal bir sol örgüt üyesi olan Hasan Ocak’ın kaçırılıp öldürülmesi olayına ilişkin olarak Süleyman Soylu’nun dile getirdiği iddiaları irdeleyen bir yazıyı Artı Gerçek sitesinden iktibas ediyoruz. İnci Hekimoğlu İçişleri Bakanı’nın sözlerinin arka planıyla birlikte hadisenin gerçekleştiği dönemdeki pozisyonuna da değiniyor. “O Duvarı Yıkacak ‘Tuğla’ Bu Olabilir” başlıklı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

Faili meçhul cinayetlerin en önemlilerinden biri gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun bombayla katledilmesiydi.

İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, İstanbul Emniyet Müdürlüğü yapmış, devletin her dönem en itibarlı ve vazgeçilmez memuru olmuş Mehmet Ağar, soruşturmanın tıkanması üzerine Güldal Mumcu’ya “bir tuğla çekerseniz duvar yıkılır” diyerek, bir tür itirafta bulunmuştu.

Aslında Ağar’ın ‘tuğla’ dediği cansız bedenler, ‘duvar’ dediği kanla karılmış harçtı!

Devletin asli görevi yüzyıl öncesinde örülmeye başlamış bu etten duvarı saklamak, yeni ‘tuğla’larla büyüterek kendine kanlı bir kale yapmaktı.

Ama 1995’te öldürülen Hasan Ocak dosyası, devletin aşırı kendine güveni nedeniyle geride çok fazla ipucu bırakmış ve hesapları alt üst eden kesişmelere denk gelmişti.

O dönemde CHP’li Algan Hacaloğlu’nun İnsan Haklarından Sorumlu Bakan olması ve bu olayın üzerine giderek AİHM’de tanıklık yapması gibi.

Sonuçta kusursuz cinayet yoktur!

Gazi olayları sırasında kaybolan Hasan Ocak cinayetine ilişkin çok fazla yazıldı, konuşuldu.

Ama bunca yıldan sonra ilk kez bugünkü İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Hasan Ocak’ın devlete çalışan bir muhbir olduğunu ve örgüt içi infaza kurban gittiğini iddia etti.

Bu ayrıntılı ve kalın dosyayı yalnızca bu açıdan, yalanların doğrusunu aktarmak üzere özetlemeye çalışacağım.

Ocak ailesinin avukatı Gülseren Yoleri’nin yoğun ve ısrarlı çabasıyla, sorumlular hakkında verilen “takipsizlik” kararının kaldırılmasını sağlayan dilekçe, tek başına Soylu’nun iddialarının gerçeği yansıtmadığını anlatmaya yetiyor.

Soylu’nun “örgüt içi infaz” iddiasına sarılmasına neden olan gizli tanık H. Erkan, 1992 yılında cezaevine girmiş, Ocak’ın öldürüldüğü 1995 yılında da halen cezaevinde bulunuyor.

1993 yılında bağlı bulunduğu örgütten ayrılmış bir itirafçı. Zaten kaldığı cezaevi, itirafçıların konulduğu Kırklareli E Tipi Hapishanesi.

Etkin pişmanlıktan yararlanmak üzere verdiği ilk ifadede “örgüt içi infaz” diyor.

1999’da AİHM’de devletin tanığı olarak ifade verirken çapraz sorguda sıkıştırılınca, 3 No’lu DGM’de verdiği bu ifadeyi değiştirerek “Ben örgüt içi infaz olduğunu sanıyorum, dedim. Kesin bilgim yok. Benim yorumumdu” itirafında bulunuyor.

AİHM yargıçlarının “bu ifaden üzerine başka hiç soru sorulmadı mı sana” sorusu üzerine de daha önemli bir şey söylüyor: “Kimse bana başka bir şey sormadı.”

Bu iddiayı etkin olarak soruşturma gereği duymamış, devletin ‘güvenlik’ mahkemesi.

H. Erkan’ın ifadesini üçüncü kez değiştirdiği tarih ise 20 Haziran 2015. Bu kez de “Hasan Ocak’ı tanırım ama nasıl öldürüldüğünü bilmiyorum. Daha önceki ifademi de hatırlamıyorum” diyor.

Bir şey daha eklemek gerek; H. Erkan 1974 doğumlu. Yani yakalandığında 17-18 yaşlarında bir çocuk.

Gelelim, faillere ilişkin iddialara…

Bilindiği gibi Ocak’ın gözaltına alınması Gazi Katliamı’yla bağlantılı. Gazi katliamı sonrası pek çok kişi gözaltına alınıyor. Hasan Ocak’ın gözaltına alındığını ve sorumluların kimliklerine ilişkin ilk bilgiler Ergenekon davasında ortaya çıkıyor.

Yani Süleyman Soylu’nun bakanlık yaptığı bugünkü hükümetin başı olan Erdoğan’ın “ben bu davanın savcısıyım” dediği ‘ünlü’ dava.

Bir hatırlatma yapmakta yarar var. Gazi katliamına ilişkin kurulan Meclis Komisyonu’nda ifade verenlerden biri, dönemin İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’ydı.

Avcı, Komisyon’a verdiği ifadede Mahmut Yıldırım (Yeşil), Korkut Eken, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ’ın, Gazi olaylarını Kaymakamlık’ta kurdukları karargahtan organize ettiklerini söylemişti.

Ergenekon tetikçisi Osman Gürbüz de Mahmut Yıldırım’ı tanıdığını itiraf etmişti.

Davanın 9 numaralı gizli tanığı Ergenekon davasında, başında Mahmut Yıldırım’ın bulunduğu 10 kişilik bir ekibin katliamdan sorumlu olduğunu ifade etti.

9 numaralı gizli tanık aynı ifadede, Gazi Katliamı’nın JİTEM’in kurucusu Veli Küçük’ün talimatıyla Osman Gürbüz ve 10 kişilik ekiple gerçekleştirildiğini iddia etti.

“Gurbet” kod adlı gizli tanık ise verdiği ifadede şunları söylemişti: “…Hasan Ocak daha sonra… kaçırılarak kaybedilmiş ve susturulmuştur. Ocak’ın kaybedilmesinin izlerini, Ergenekon operasyonunda aramak gerekir.”

Maalesef, gizli tanık ifadeleri bir yana dönemin en önemli kurumunun başındaki Hanefi Avcı’nın bile verdiği bilgiler mahkemenin ilgi alanı içine giremedi. Onlar sadece soyut bir darbe iddiasını konu ederek bugünkü rejimin inşasını sağlayacak bir yargılama süreci işlettiler.

İşin daha da ilginci, bunca yıldan sonra bir Artı TV izleyicisi sayesinde Süleyman Soylu’nun Gazi olayları sırasındaki görevini öğrendik.

Buyurun yeni bir kesişme!

Meğer Süleyman Soylu günlerce süren olaylar sırasında Mehmet Ağar’ın eski partisi DYP’nin 1995 yılında Gaziosmanpaşa ilçe örgütü yönetim kurulu üyesi olmuş. Çok kısa bir süre sonra da 17 Temmuz 1995’de ‘terfi’ ettirilerek ilçe başkanı yapılmış.

Tamamına bakınca hiçbir ek söze, hiçbir yoruma gerek kalmıyor değil mi!?

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye