Fail-i meçhuldü, gizli zamir oldu

Yıldıray Oğur

Bir taraftan 1990’larda Diyarbakır’da yaşamış JİTEM ‘uygarlığı’ kazılıyor. Fail-i meçhul dosyalar yeniden açılıyor. Harika. Ama sanki bu hesaplaşmaları biraz üstünkörü yapıyor Türkiye. “Derin devlet”, “Ankara’nın karanlık dehlizleri”, “karanlık odaklar”, neredeyse uzaydan gelip ülkemizi karıştırarak gezegenlerine dönen uzaylılar gibi bahsedilen “JİTEM” diye kum torbaları ya da büyük halılar bulduk bunları dövüyoruz, olmadı altına süpürüyoruz. Adını koymuyor, isim vermiyor, ayrıntılara girmiyoruz.

“Maraş Katliamı’nı derin odaklar yaptı 1 Mayıs’ın arkasında darbeciler var, Özal’ı öldürdüler, Eşref Bitlis’in uçağını düşürdüler, Uğur Mumcu’yu, Bahriye Üçok’u öldürüp İslamcıların üzerine attılar. “

Her biri normal bir ülkede ortalığı toz duman edecek bu hüküm cümleleri üzerinde Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk dört maddesinden daha geniş bir mutabakat var.

Fail-i meçhuller, “yaptılar”, “öldürdüler” de bahsedilen gizli zamirlere yükleniyor. Böylece sanki aydınlanmış olan bu dosyalar psikolojik olarak kapatılıyor. Sorun şu ki; hukukta gizli zamirlerin ceza ehliyeti yok.

Bunu gazetecilerin, kanaat önderlerinin yapmasına alıştık. Ama bunu bir Başbakan da yaptığında herhalde lafın gelişi deyip geçmemek “bir şey mi demek istiyor” diye düşünmek gerek.

Son grup toplantısında Ankaralılaşma iddialarına Milli Güvenlik dersinin kaldırılması gibi somut bir müjdeli haber ve yine “gönlümüzün Başbakanı” prompterdan akan sivil bir konuşmayla cevap verdi Başbakan Erdoğan. Konuşmasının bir yerinde, herhalde yıldönümü de olduğu için 19 yıl önce 24 Ocak günü Uğur Mumcu'nun katledildiğini hatırlattı ve “Bu meselelerin üzeri o dönemlerde örtüldü” dedi.

Bu, Başbakan’ın konuşmalarını hazırlayan danışmanlarının genel geçer “gizli odaklar” kültünü tekrarlaması değilse o halde mesela şu soruyu sormak hakkımız: 2000 yılında “Uğur Mumcu Uzun Takip” adlı UMUT Operasyonu’yla aydınlatıldığı söylenen seri cinayetlerin (Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy) üzerleri hala örtülü mü?

“Sence aydınlandı mı gerizekalı” seslerini duyar gibiyim. Haklısınız. Uğur Mumcu’nun ailesi bile bu davayla cinayetin tam olarak aydınlanmadığını düşünüyor.

İyi de o zaman neden kimse bir şey yapmıyor?

Eğer UMUT soruşturmasında iddia edildiği gibi bu cinayetlerin emri İran gizli servisinin bir kolu olan Kudüs Ordusu’ndan geldiyse, dava dosyasında cinayeti azmettiren İranlı diplomatların adları varsa neden Türkiye bugüne kadar İran’a bu konuda bir nota bile vermedi? Az bir şey midir başka bir ülkenin aydınlarının ölüm emrini vermek?

Yoksa yıllarca çözülemeyen cinayetleri 2000 yılında bir anda ortaya çıkarılan katillerin itirafları, cinayetlerde kullanılan silahlar, bombaların üzerinde parmak izleri gibi somut delillerle aydınlatarak geçmişini temizlemek isteyen devletimiz, kendi bulduğu cinayet hikâyesine inanmadığı için mi boş yere diplomatik kriz çıkarmadı?

Doğrusu Uğur Mumcu cinayeti gibi üzerinde söylenmemiş söz, dillendirilmemiş iddia kalmayan bir cinayetle ilgilenmeye ondan boşalan Cumhuriyet’teki koltuğa ve köşeye oturan Mustafa Balbay’ın günlüklerinde okuduğum bir diyalogdan sonra başladım.

Balbay’ın yine zamanında haber yapmayıp, kitabı için heybeye attığı manşetlik haberlerden biriydi bu not. Balbay’ın 6 Nisan 2003 Pazar günü saat 12.30'da Genelkurmay’da bin yıldır o karargâhta görev yaptığı anlaşılan Aslan Güner ve Yaşar Büyükanıt’la yaptığı görüşmenin bir aşamasında Büyükanıt şöyle diyor:

“Uğur Mumcu benim arkadaşımdı. Buraya çok geldi gitti. Bizim arşivde çalıştı. En sevilen yazardı... Öldürülmese ertesi gün, pazartesi buraya gelecekti. Arşivde çalışıyordu. Öcalan'ın karısının babasının MİT’e çalıştığını saptamıştı. Daha derin araştırmalar içindeydi.”

Acayip gelmiyor mu size de bu sözler. Bunca sivilleşmeden sonra bile Genelkurmay arşivlerinde çalışmak benim bildiğim kadarıyla Can Dündar dışında başka bir faniye nasip olmadı. Mumcu’nun ne üzerinde çalıştığını da biliyor Büyükanıt. Hatta bir daha ne zaman geleceğini de. Bu araştırmayla yakından ilgilendiği açık. Hem de devletin istihbarat kurumunu çok zor durumda bırakacak bir araştırmayla. Genelkurmay arşivinde MİT konusunda zengin bir arşiv olması da ayrıca ilginç.

Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili çok dikkat çekmemiş ama neredeyse bir Stieg Larsson kitabı kadar gizemli hikâyelerin anlatıldığı bir kitap okudum. Umut davasının avukatı Ceyhan Mumcu’nun Kaynak yayınlarından çıkan, bence hak ettiği ilgiyi görmemiş “Kardeşim Uğur Mumcu” kitabı.

“Kardeşimi kim öldürdü” sorusunun cevabını bulabilmek için mal varlığımın tamamına yakınını tükettim” diyor Ceyhan Mumcu. Peki, cevabı bulmuş mu? “Ölmeden önce adaletin bu cinayetleri azmettirenlerin yakasına yapışmasını diliyorum” dediğine göre hayır…

Uğur Mumcu’nun Ankara’daki iktidar çatışmaları arasında kaldığını söyleyen daha pek çok örnek var Ceyhan Mumcu’nun kitabında.

Birkaçını hızlıca yazayım:

Mumcu’nun öldürülmesinden iki saat sonra Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ve Yaşar Büyükanıt Mumcuların evini ziyarete etmiş.

Uğur Mumcu öldürülmeden 15 gün önce, okulun o dönemde komutanı olan Kemal Yavuz’un davetiyle Harp Akademileri’nin açılış dersini vermiş.15 dakika sürmesi gereken konuşmanın 3 saat sürmüş.

Ailenin çok rahatsız olduğu anlaşılan soruşturmayı yürüten (daha doğrusu yürütmeyen) savcı Nusret Demiral’ı dönemin Adalet Bakanı Seyfi Oktay ısrarla görevinin başında tutmuş. Aile “Demiral’ı kim koruyor” anlamak için MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı ile görüşmeler yapmış. MİT Müsteşarı Sönmez Köksal aileye olay yerini incelemek isteyen MİT mensuplarının Demiral hakkında tuttukları “bize engel oldu” tutanağını göstermiş. Onlar Köksal’ın yanından çıkarken içeriye Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden girmiş. Mumcu “Demiral’ı koruyan oydu” diyor kitabında.

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’le yaptıkları görüşmede ise Güreş basın bunu yazabilir diyerek “ Türk halkı örgütlenmeli, Meclis’in kapısına kadar yürümeli, Uğur Mumcu’nun katilini istiyoruz diye bağırmalıdır açıklamasını yapmış. Güreş’in “Mumcu’nun öldürüleceği istihbarını aldık, Ankara Valiliği’ne gönderdik” iddiasını ise Ankara valisi “Uğur Mumcu’nun Ankara’da yaşadığını öldürülünce öğrendim. Bize hiçbir ihbar gelmedi” diye yalanlamış.

Mumcu ailesinin davaya bakan DGM’nin askeri savcısı Ülkü Çoşkun hakkında açtığı davaya bakan askeri mahkemeyi askeri yargıçlar hınca hınç doldurmuş. Mahkeme başkanı duruşmaya geçmeden önce Mumcu için herkesi saygı duruşuna kaldırmış. Bakanlığı savunan hakim deniz binbaşı savunmaya başlamadan önce “ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir deniz hakim binbaşısı olarak şerefim üzerine yemin ederim ki bütün ordumuz bu cinayetin bir an önce aydınlatılmasını talep etmektedir” demiş.

Aile İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’i ziyarete edip cinayet soruşturmasının Uğur Mumcu’nun çok güvendiği Dürüst Oktay adlı bir komisere verilmesini istemiş. İçişleri Bakanı’nın cevabı: Teklifiniz doğru ama yapmazlar.!

Mumcu’dan 8 yıl sonra aynı gün öldürülen Gaffar Okan, bir Uğur Mumcu anması organize etmiş. Anmada Ceyhan Mumcu’nun Umut Davası’ndaki savunması okunacakmış. Gaffar Okkan savunmasını istemek için aradığı Ceyhan Mumcu’ya “Mumcu cinayetiyle ilgili önemli bilgilere ulaştım, yakında açıklayacağım” demiş. Anmanın yapılacağı gün suikastla hayatını kaybetmiş.

Ankara’nın karanlık dehlizlerine ad koymaya başlayalım, gizli zamirleri açık edelim mi artık ne dersiniz?

TARAF