Öcalan, avukatlarından, Cioran'ın 'Ezeli Mağlup' kitabını istemiş. Listesinin diğer kitabı ünlü Japon felsefeci Kojin Karatani'nin 'Transkritik Kant ve Marx Üzerine' eseri.
Marmara Denizi geçişe izin vermeyince, kitaplar da avukatlarla birlikte denizin bu yakasında kalmış. Haber 30 Temmuz tarihli Milliyet gazetesinden.
Öcalan'ın İmralı'da 1.000 kitap okuduğu, geçtiğimiz günlerde yine haber olmuştu. Cezaevinde çok okumanın şaşılacak bir yanı yok. Ama sözünü ettiğimiz mahkûm Türkiye'nin en önemli meselesinin odağındaki Öcalan olunca, okuma miktarı kadar, ne okuduğu da haber oluyor.
Öcalan'ın bu son okuma listesi pek manidar geldi bana. Emil Michel Cioran'ı bilenler, onun ezeli mağlup olmasının altında yatan nedenin ezeli karamsarlık olduğunu bilirler. Çağın en büyük karamsarı olduğu söylenir. İflah olmaz bir şüphecilikle hayata bakar. Kansızlık, uykusuzluk en baş konularıdır. Doğmuş olmanın sakıncalarını anlatır. Nihilizme varan felsefesi onu 'kansız fikirlere sığınan' bir filozof yapmıştır.
Öcalan'ın, böylesi bir karamsarlık ve gönüllü mağlubiyet hissiyle dünyayı yorumlayan bir düşünürü okumak istemesi, entelektüel ilgilerinin değiştiğine bir işaret olabilir mi?
Marksizm eleştirisi üzerine de okumak istemesi bu sorunun cevabının evet olabileceğini gösteriyor. Kojin Karatani, Marksizm'i bu çağa göre yeniden düşünen, Marksizm'i Kant metinleri üzerinden, Kant metinlerini Marksizm üzerinden anlamaya çalışan bir düşünür. Bu iki filozofu aynı anda okumak istemesi, Kürt açılımının konuşulduğu şu günlerde bulunduğu pozisyonda direnmenin yetmediğinin bir göstergesidir belki de.
İlgili olanlar bilir; Öcalan'ın İmralı'daki ilk zamanlarında Nutuk'tan Kur'an-ı Kerim'e; Tevrat'tan Ortadoğu mitolojilerine elinden düşürmediği metinler demeçlerine de yansıyordu. Verdiği demeçlerin ona bağlı olanlar üzerinde yarattığı etki zaman zaman basına da yansımıştı.
Dış dünyayla yegane ilişkisi kitaplar olan birinin kurduğu sübjektif gerçeklik onu bu okumaların tuhaf karışımında ilginç bir politik figüre de dönüştürmüştü. Neolitik'ten, Ekolojik demokrasiye giden bağlantı Öcalan'ın zihninde bu araçlarla kurulmuştu.
Öcalan'ın dünyayla ve dolayısıyla gerçeklikle ilişkisini kurmasını sağlayacak araçları ondan esirgemek, aslında çok daha kolay kat edilecek bir yolun uzatılmasına neden oldu. Öcalan bugün televizyon izleyen, gazete okuyan, Türkiye ve dünya gündemini yakından takip eden biri olsaydı, Kürt sorununun seyri başka türlü olabilirdi. Kendi kitlesi ve tabanı üzerinde bu kadar etkili olan birinin artık şiddetin çare olmadığı aşikar olan Ortadoğu siyasetinde, gerçekle bağlantılı hale getirmek için cezaevi şartlarını normalleştirmek dışında bir şeye ihtiyaç yoktu.
Türkiye kamuoyunda Öcalan'ın her şeyden mahrum bırakılarak cezalandırılmasını isteyen oldukça geniş bir kesim var. Bu tepkinin olması anlaşılabilir. Sorun tepkinin olmasında değil, bu tepkiye göre kural koyan kamu iradesinin çözüm sürecini dikkate almayan uygulamalarında.
Fakat her şeye rağmen, İmralı'dan gönderilen ılımlı mesajlar şiddetin sona erdirilmesinde hâlâ bir imkâna işaret ediyor. Yol haritası öncesi Öcalan'ın avukatları aracılığı ile yaptırdığı kamuoyu yoklamasından, görüş alışverişlerine, gerekirse aradan çekilebileceğine dair pek çok işaret.
Bugün İçişleri Bakanı'nın da dile getirdiği gibi; bir sürece yayılan köklü bir çözüm iradesi mevcut. Ve bu süreç galip, mağlup kavramlarıyla açıklanmayacak kadar hayati. Çözümden yana olanlarla olmayanlar, hayatı savunanlarla, hayata karşı olanlar arasında yaşanacak bir süreç bu.
Fakat şu da unutulmamalı; mutlak galibiyetten, mağlubiyete uzanan süreçte bu ikisini bilmeden, ikisinin dışında bir seçeneği görmek mümkün olmuyor.
ZAMAN