Tülay Gökçimen / Sabah
Ezber bozan direnişin miladı: 7 Ekim
Bundan bir yıl önce Filistinli direnişçilerin topraklarını geri alabilmek için İsrail'e karşı başlattıkları direniş tarihte ilk defa Filistinliler koyduğu isimle anıldı "Aksa Tufanı". Bundan önce yaşananların hepsi işgalci İsrail'in koyduğu isimle konuşuluyordu "Dökme Kurşun, Bulut Sütunu" gibi.
7 Ekim dünyanın konuştuğu gibi bir anda gelmedi. Yıllardır işgalci İsrail, Filistin topraklarına saldırıyor, insanları katlediyor, ambargo altına alıyor ama dünya sesini çıkarmıyordu. Ölen öldüğü ile kalıyor, İsrail hiçbir zaman herhangi bir uluslararası mahkemeye konu olmuyordu. Bir yıldır yaptığı gibi Filistinlileri gözaltına alıyor, evini yıkıyor, gözleri bağlı götürüyor, öldürüyor, sonra cenazesini ya geri veriyor veya organlarını çalarak ortadan kaybediyordu. İsrail bunu yıllardır yapıyordu. Kudüs'te, Batı Şeria'da insanların evini kendi eliyle yıktırıyor, işgalci gaspçıları yeni yapılan evlere yerleştiriyordu. Tüm bunlar olurken dünya hiç sesini çıkarmıyordu.
7 Ekim bir başlangıç mıydı, yoksa yıllardır yaşananların bir sonucu mu?
İngiltere, Siyonist projesini inşa ettikten sonra 2 Kasım 1917'de Balfour Deklarasyonu'nu yayınladı. Yahudiler için Filistin'de bir devlet kurmak istiyorlardı ama küçük bir sorun vardı: Hayal ettikleri topraklarda Filistinliler yaşıyordu. Bu deklarasyonun ardından 1918 yılında Filistin toprakları resmen işgal edildi. Filistin halkı bu işgali reddederek defalarca ayaklandı. Kudüs Ayaklanması 1920, Yafa Ayaklanması 1921, Burak 1929 ve Ekim ayaklanması 1933'te gerçekleşti.
Osmanlı ordusuna gönüllü asker ve gönüllülerin geride kalan aileleri için para toplamaya başlayan Suriye doğumlu İzzettin El Kassam isminde bir müderris, 1. Dünya Savaşı başladığında doğrudan Osmanlı ordusu saflarında çarpışmak üzere müracaat etti. Bunun üzerine askerî eğitimden geçirildikten sonra cephede garnizon imamı olarak görevlendirildi. Ortadoğu'nun Osmanlı Devleti'nden ayrılması meselesi ortaya çıkınca Suriye'ye döndü ve bir halk ordusu oluşturdu. Savaşın ardından Fransızlar Suriye'ye yerleştiğinde direniş hareketine başladı. Fransızlar tarafından idam talebiyle aranmaya başlanınca Filistin'e geçerek Hayfa'ya yerleşti (1921).
İngiltere'nin Filistin'de Siyonist bir Yahudi devletinin kurulmasını kabul ettiğini ilân eden Balfour Deklarasyonu'nun yıldönümünde hareketi başlattı. Fakat ilerleyen günlerde İngilizler, teşkilâtın gizli karargâhını bastılar ve İzzeddin el-Kassâm şehid edildi (20 Kasım 1935). Cenazesi Hayfa'ya götürülerek ertesi gün defnedildi.
Bu çatışma İngilizlere karşı yürütülen silâhlı mücadelenin de başlangıcı oldu.
Tüm bunların direnişin 7 Ekim'de başlamadığını, aslında 7 Ekim'in "Ya Zafer Ya Şehadet" şiarıyla başladığının iyice akıllara kazınması için önemli olduğunu düşünüyorum.
İşgalci İsrail tarih boyunca yaptığı gibi 7 Ekim'den sonra da Filistin topraklarında orantısız güç kullanarak soykırım yapmaya başladı. ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere'nin de desteğini alarak Gazze'de insana, hayvana, dağa, taşa, kuvözdeki bebeğe bile soykırım yapıldı, yapılıyor. Geçtiğimiz hafta Gazze'den bir hanımefendi ile bir yılın kritiğini yaparken, bu savaşın birkaç hafta içinde biteceğini düşündüklerini söyledi ve şöyle devam etti: "Mahrumiyet içerisinde kaldığımız bir dönemde yaşıyoruz. Bu kadar da uzayacağını tahmin etmiyordum. Bu savaşın neredeyse bir yıla kadar süreceğini tahmin etmiyordum. Önceki savaşlarda olduğu gibi bir dönem veya birkaç gün süreceğini tahmin ediyordum. Lakin bu sefer farklıydı, bu sefer bir soykırım savaşıydı yaşadığımız. 7 Ekim'den bu yana birçok kez evden çıkmak zorunda kaldım. Babamın evine geçtim ardından amcamın evine geçtim, birkaç farklı evde kalmak zorunda kaldık. Hem kendimin hem de çocuklarımın can güvenliği için canlarına bir zarar gelmesin diye bir yerden bir yere çok taşındık. Daha güvenli yerlere geçmek zorunda kaldık. Savaşın başında bu sıkıntının şiddetini ve ne kadar büyük olacağını tabi ki hissetmiyorduk, bilmiyorduk. Başta hem paramız ve iaşemiz vardı. Özellikle savaşın başlamasından bir ay geçtikten sonra artık gerçekten bu acı ve sıkıntıları hissetmeye başladık."
Evet bu sefer farklıydı bu sefer öncekiler gibi İsrail öldürüp yıkıp yaktıktan sonra dünyaya hümanist devlet yalanları söyleyemeyecekti.
17 Ekim'de batılı devletleri, hakları bile dehşete düşüren Baptist Hastanesi katliamıyla aynı gecede 1000'den fazla Gazzeliyi şehit etti. Bu olaydan sonra tüm dünya tepki için sokağa çıktı ama hiçbir şey o geceki dehşeti anlatmaya ve unutmaya yetmedi. O gece Türkiye'nin her yerinde insanlar meydanlarda "Kahrolsun İsrail" diye haykırmaya başladı. 7 Ekim sonrası Türkiye'yi sokağa döken ilk katliam Baptist Hastanesi Katliamı oldu. O geceyi yaşayan başka bir Gazzeli hanım şunları söyledi: "Evimi kaybettim, babamı, annemi kaybettim, kız kardeşimi kaybettim, diğer kız kardeşim de yaralandı. Kız kardeşim eşini ve ailesini de kaybetti. Babamım evi de diğer kız kardeşimin evi de yıkıldı. Kız kardeşimin kızı çok ağır yaralandı. Birçok akrabamızı, dostumuzu, yakınımızı kaybettik. Kimisi şehit oldu kimisi yaralandı kimisi de tutuklandı."
Aynı gecede 1000'e yakın insanı katleden işgalci ve katil İsrail bir yıldır vahşi bir şekilde Filistin halkına saldırmaya devam ediyor. Onları yok etmeye yönelik uygulamaya konulan bu soykırım savaşında tohumları 1935'te atılan İzzettin El Kassam Tugayları dünyanın en büyük, en donanımlı ordularına karşı topraklarını ve insanlarını korumaya ve bir varoluş mücadelesi vermeye devam ediyor.
Cebeliya Katliamı, işgalcilerin Gazze'ye karadan girmesi, Şifa Hastanesi'nde nefes alan her şeyin diri diri toprağa gömülmesi, Refah'ta ve Han Yunus'ta çadırların vurulması, çocukların parça parça yeryüzüne dağılışı şimdiye kadar dünyanın böylesine açık seçik şahit olduğu bir şey değildi. Herkes her şeyi gördü, herkes her şeye şahit oldu. Kimimiz sokaklara çıkarak Gazze halkına bu yapılanların durdurulmasına yönelik bir şeyler yapılmasını istedik, kimimiz dert sahibi oldu. Şahitlikler insanların içinde taze bir yara gibi sürekli kanadı ve hala kanıyor. Türkiye Gazze'deki soykırımın durması için binlerce yürüyüş ve eylem gerçekleştirdi. Sosyal medya paylaşımları, TT çalışmaları hiç durmadı. Dünyada ilk defa bir gecede Gazze için 5 milyon paylaşım çalışmasını da Türkiye organize etti.
Tüm bunların yanında işgalciler tarafından engellenen insani yardım girişi Gazze'ye yapılan soykırımın bir parçası oldu ve halk bu kez de açlık, susuzluk, tedavi edilemeyen bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek zorunda kaldı, kalıyor.
Kuzey Gazze'de yaşayan bir Filistinli, ailesinin yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Savaş uzadıkça gelen yardımlar da engellenmeye başladı. Çocuklarım neredeyse bir yıldır ne et ne tavuk ne meyve ne de sebze yiyebildiler. Daha çok konserve alabiliyoruz, onlarla açlığımızı gidermeye çalışıyoruz. Bir diğer önemli sıkıntı da temiz suyun bulunmaması. Neticede hastalıklar çoğaldı. Bulaşıcı hastalıklar arttı. Kanalizasyon suları temiz sulara karıştı. Farklı hastalıklar ortaya çıkmaya başladı. Tedavi de edilemeyince hastalıkların önüne geçilemedi maalesef. Hastalıklar çok yayıldı. İşgalci İsrail ordusu hastaneleri vurdu. İlaç depolarını vurdu. Yaralıları bile kaybetmek zorunda kaldık. Kronik hastalıkları olan hastaları da kaybettik."
Tüm zorluklara rağmen Gazze'de kitlesel isyanlar ve ölümler olmadı çünkü halk kendi arasında dayanışma ve yardımlaşma devam etti. Askeri gücünün kaç kişiden oluştuğunu bilemediğimiz, muhtemelen işgalci ve işbirlikçilerinden çok daha az askeri güce sahip olan Hamas tam bir yıldır direnişine devam ediyor. Dünyanın süper güçleri dedikleri ülkeler bir yıldır Hamas'a karşı kazandıklarını ilan edemediler. Hareket'e karşı karada başarı sağlayamayan işgalciler gökyüzünden indirdikleri füze ve bombalarla Gazze halkını yok etmeye çalışıyor. Biz biliyoruz ki Gazze'de son bir insan kalana kadar direniş devam edecek.