17 Haziran 1950 tarihi, ezanın, tam 18 sene süren yakıcı bir ayrılıktan sonra, tekrar “Muhammedî” kimliğine kavuştuğu tarihti (1950). Araya başka konular girdi, değinemedik.
Memlekette açlığın, yokluğun, envai çeşit yoksulluğun kol gezdiği yıllarda, dönemin tek siyasi hareketi olan CHP, ezanı Türkçeye çevirmişti. Güya “Herkes ezanın manasını anlayacak”tı.
Bu iddia ile tümü Türkçeye çevrilen ezanın içinde geçen “felah” kelimesine dokunulmadı. O bölüm, “Haydi felaha” olarak bırakıldı. Çünkü Arapça “felah” kelimesinin “kurtuluş” şeklinde Türkçeye çevrilmesi ve minarelerden günde beş kere “Haydi kurtuluşa” diye bağırılması gerekiyordu. Sanırım namazın bir “kurtuluş” olarak gösterilmesi, ezanı Türkçeleştirenlerin işine gelmemişti. Bu yüzden ezanın o kelimesini olduğu gibi bıraktılar. Böylece “Herkes manasını anlasın diye Türkçeye çevirdik” iddiası sukut etti.
Bu bir ilkti. O tarihe kadar hiçbir İslâm ülkesinde ezanın diline dokunulmamıştı. Makamlar farklı, ancak ezanın dili aynıydı. Çünkü ezan “şeair-i İslâmiye”dendi (sembol). Bu özelliğini koruması, asli gibi okunmasına bağlıydı.
İlk Türkçe Kur'an 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Yerebatan Camii’nde, ilk Türkçe ezan ise 30 Ocak 1932’de Fatih Camii’nde okundu. Diyanet İşleri Başkanlığı 4 Şubat 1933 tarihinde müftülüklere gönderdiği Türkçe ezan dışında ezan okuyanların “kat’i ve şedid” (kesin ve şiddetli) bir şekilde cezalandırılacağını bildirdi. Ancak yasak hiçbir kanun maddesine dayanmıyordu. Yasağın kanuni dayanakları ancak 1939 yılında oluşturuldu, Arapça ezan okuyanlara cezai işlem yapılmaya başlandı. O kadar ki, Mareşal Fevzi Çakmak'ın cenaze töreninde Arapça ezan okuyup tekbir ve tehlil getiren 45 şahıs hakkındaki takibat açılmıştı.
Ülke çapında başlatılan “ezan yasağı”, 16 Mayıs 1950’ye kadar, yaklaşık 18 sene sürdü. 1932 yılı başında dünyaya gelen çocuklar, hiç “Ezan-ı Muhammedî” sesi duymadan 18 yaşına geldiler, bir başka yasak sebebiyle özgün din eğitimi dahi alamadan büyüdüler.
Bugün hacca gitmek isteyen vatandaşa “Araplara para kaptırma” diyen CHP Genel Sekreteri o günlerin ürünü olsa gerektir!
Neyse; 14 Mayıs 1950'de yapılan ilk demokratik seçimle iktidara gelen Demokrat Parti'nin yaptığı ilk icraatlarından biri 18 yıllık ezan yasağını kaldırmak oldu.
Önce Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan (31 Mayıs 1950’de), ardından Kayseri Milletvekili İsmail Berkok Paşa ile 13 arkadaşı (2 Haziran 1950’de), ezanın aslına döndürülmesi hususunda TBMM’ye iki teklif sundular.
Bu arada Başbakan Adnan Menderes’in ezan yasağının kaldırılacağına ilişkin değerlendirmesi Zafer Gazetesi’nin 5 Haziran tarihli nüshasında şu şekilde yer aldı: “... umumî âdaba (genel ahlâka) ve âmme nizamına (genel asayişe) hiçbir aykırılık göstermeyen ezan meselesinde memnu’iyetin (yasağının) devamı lâiklik prensibini menfi cihetten (olumsuz yönden) zedelemek mânasını tazammun eder (içerir). Tekrar edelim ki, irticaa, taassuba, geriliğe karşı mücadeleyi ancak prensiplere sıkı sıkıya bağlı kalmakla mümkün görüyoruz. ... Hükümet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bundan ibarettir.”
Tabii CHP dini konulara ilişkin refleksiyle hemen karşı çıktı. Grup toplantısında arka arkaya kürsüye gelen CHP'lilerden Yusuf Ziya Ortaç, Cevdet Kerim İncedayı, Hasan Reşit Tankut ve arkadaşları Arapça ezan aleyhinde konuştular; bu değişikliğin inkılaplara ihanet olduğunu, irticaın avdeti (dönüşü) için bunun ilk adım teşkil edeceğini, binaenaleyh, Halk Partisi’nin mutlak suretle bunun aleyhinde bulunması icap ettiğini ifade ettiler. (17 Haziran 1950, Son Posta Gazetesi).
Fakat ezan yasağına karşı halktan müthiş bir “milli dalga” geliyordu. Buna karşı çıkması halinde CHP savrulur giderdi. Kürsüye gelen Şemsettin Günaltay milletteki havayı izah etti ve buna karşı çıkmanın mümkün olmadığını söyledi. Böylece CHP, ezan yasağının kaldırılmasına destek verme kararı aldı. Bu karara İsmet İnönü başta olmak üzere, Cevdet Kerim, Yusuf Ziya Ortaç, Hasan Reşit Tankut ve Cemal Eyüboğlu gibi isimler muhalif kaldılar. Konu TBMM Genel Kurulu’na bu havada geldi. Ve alkışlar arasında yasak kalktı. (17 Haziran 1950) Yaklaşık bin sene ezanın ve Kur’an’ın bayraktarlığını yapan milletin ülkesinde de nihayet ezan özgürleşti! (Anayasa Mahkemesi olmadığı için de özgürleştirme kararı şimdiki gibi mahkemeden dönmedi).
CHP’nin yayın organı Ulus Gazetesi, “…gençlerin ve münevverlerin alınan karardan hoşnut olmadıkları”nı duyuruyor, “... umumiyetle gençler ve münevverler, Atatürk'ün inkılap yapısında bir gedik mevzubahis olduğunu belirterek teessürlerini ifade etmekte ve birçokları da işin bu kadarla kalıp kalmayacağını sormaktadır. DP'nin seçim beyannamesinde ezan hakkında bir vaad olmadığı halde yeni iktidarın bu tedbiri almak zaruretini duyması, bu parti propagandacılarına atfedilen birçok vaadler gibi bunun da parti ileri gelenlerinin malumatı tahtında seçmenlerin kulağına fısıldadığı kanaatini birçok kimselerde uyandırmıştır... DP milletvekillerinden münevver ve genç kalabalık bir grubun Cumhuriyeti ve İnkılâbı Türk gençliğine emanet için Atatürk'ün söylediği sözleri hatırlayarak eza duydukları da öğrenilmiştir” diyordu. (Ulus, 6. Haziran 1950)
Ezanın aslına çevrilmesinden bazıları daima “eza” duydu. “Eza”lar zaman içinde “ceza”ya dönüştü ve Başbakan Adnan Menderes’i sehpaya götürdü.
Millete ezanını iade etmenin bedeli ölümse, ölünür. Böyle bir ölüm en büyük şeref olur.
Vakit gazetesi