Faruk Beşer / Yeni Şafak
Arap şair, 'ateşin büyüğü de küçük bir şerareden çıkar' diyordu.
Küçük görülen bazı şeyler büyür ve önü alınamaz hale gelebilir.
Önce Adana'dan sonra Akyazı'dan aradılar ve camilerde artık çift ezan okunmaya başladığından yakındılar. Bu, umarım yaygın bir uygulama değildir, sadece bazı münasebetlerle ve sadece bazı yerlerde yapılan bir şölendir. Ama böyle de olsa caiz görülebilir mi?
Bendeniz caiz olmayacağı kanaatindeyim. Neden?
Çünkü sık sık vurguladığımız gibi, dinin özü, yani akide ve ibadet alanı sabitedir, değişmez ve bu alanda sonradan ortaya çıkan her türlü ekleme ve çıkarma bid'attir. Resulüllah'ın beyanlarıyla, 'bütünbid'atler dalalettir, bütün dalaletler de ateşe götürür”. 'Bütün' denince büyüğü küçüğü ayrılmaz.
Dinlerdeki sapmalar hep böyle başlamış, sonra makas gittikçe açılmıştır. Küçük bir sızıntı yarın ırmağa dönüşebilir ve dinin safiyeti bozulur. Caiz olmasaydı Osmanlı yapmazdı gibi bir istidlal, dini bilenler için anlamsızdır. Çünkü dinin delil saydığı şeyler arasında Osmanlı yoktur. Osmanlı muhteşem hizmetleriyle ümmet için azizdir ama onun bütün uygulamaları din için bir delil sayılırsa, birileri için de Emeviler, Abbasiler, Memlüklüler delil sayılır. Bunun doğru olamayacağı açıktır.
Bize göre gelmiş geçmiş en başaralı, en bizden Diyanet İşleri Başkanı olan Sayın Mehmet Görmez bir hadis üstadı olarak meseleyi bizden iyi bilir, ama sanıyorum popüler İslam'ın gücü onun bile bazı şeylere ses çıkarmasına engel olabiliyor.
Geçen yıllarda İstanbul'da başlatılan Enderun Teravihleri de kültürel ve popüler İslam'a dayandırılan böyle bir sapmanın başlangıcıydı. Dini iyi bilen birisi böyle sapmaları küçük göremez, meşru da göremez. Bu aynı zamanda dünyevileşme ve dini şiarları bile nefsi zevklerimizin aracı kılmamız anlamına gelir. 'Peygamber yapmamış ama çok hoşumuza gidiyor' demek, O, bundan hoşlanmasa da bizim nefsimiz hoşlanıyor demektir. Umarım güvendiğimiz bir İslam âlimi olan Sayın Rahmi Yaran, İstanbul'da bu kabil şovlara artık izin vermez. Enderûn Teravihi yerine en derin teravihi kılmak lazım. O da Resulüllah'tan öğrendiğimiz teravihtir.
Diyanet'in bunca güzel hizmetleri yanında, bazı bölgelerde ne yazık ki, ezanlar hala, İmam Birgivî'ye göre dinlenmesi caiz olmayan ezanlardır.Ömer bin Abdülaziz'in genelgesini bir daha hatırlayalım:“Ezan düz ve sade okunmalıdır. Okuyan böyle okusun, okumayan bıraksın”. Bize göre Osmanlının yüzakı İmam Birgivî bu dertten yakınarak dikkatli müminlere şu tavsiyelerde bulunuyordu: “Sema meclisine hazır olmayalar, teğanni ile zikr ve ezan ve Kur'an ve duayı istima etmeyub inkâr ideler”. (Risale-i Birgivi. Yazma, varak 34). Kısaca müzikal zikirlerin, şarkı türkü makamlarıyla okunan ezanların ve Kur'anların dinlenmesinin bile caiz olamayacağını söylüyor. Sadece dinlenmemesini değil, bir de inkâr edilmesini, yani münker görülüp engellenmesini istiyor. Şimdi bunları söyleyenler taassupla, tutuculukla, Vehhabilikle suçlanıyor.
İbnü'l-Cevzî makamlarla Kur'an-ı Kerim okumayı şeytanın aldatma kanallarından biri sayar. (Telbîsü-İblis).
Tekrar edelim, biz ibadet ve akide alanında Resulüllah'tan öğrendiklerimize ne bir ekleme ne bir çıkarma yapabiliriz. Bu konuda şu dikkat çekici örnekleri hatırlatmak istiyorum.
Hudeybiye engelinden sonra Müslümanlar Kâbe'yi ziyaret ettiklerinde müşriklerin; Medine havası yaramadı, zayıf düştünüz, şimdi buraya gelmenin yolunu arıyorsunuz, değil mi? diye sözlü sataşmaları üzerine tavaf edenlerin sağ kollarını açmaları ve kurumlu kurumlu yürümeleri emredildi. Mekke fethedildikten sonra buna gerek kalmadığı halde kimse bunu değiştirmeyi düşünmedi ve tavaf halen böyle yapılıyor. Çünkü bu ibadetin bir parçası oldu.
Hz. Ömer'in Hacerulesved karşısında söylediği söz meşhurdur: “Ey taş, ben senin kimseye faydası da zararı da olmayan bir taş olduğunu biliyorum, ama mademki, Resulüllah seni öptü, o halde seni öpmeyi ben de bir sünnet sayıyorum”.
Son olarak Hanefilerin çok ince bir tespitlerini hatırlatmak istiyorum: Malum Hanefiler, namazda sübhaneke okurken 've celle senâüke' cümlesini okumazlar. Sebebi şudur: Sübhaneke'nin bu cümle ile olan rivayeti zayıftır. O halde onu okursak muhtemeldir ki, namaza bir beşer sözü katmış oluruz. Böyle bir ihtimalden kurtulmak için o cümleyi okumayız ama cenaze namazında her türlü dua okunabilir, onu da orada okuyarak aslının olması ihtimalini de hesaba katarız ve zayıf da olsa onun da kaybolmamasını sağlamış oluruz.
İşte ibadetleri olduğu gibi yapma ve koruma hassasiyeti budur. Bu hassasiyet kaybolursa birkaç adım sonra din tanınmaz hale gelir, vebali de sorumluların, alimlerin olur.
Bizden söylemesi.