“Ey Özgürlük” ve “Bir Köprüden Geçtik” üzerine

Raziye Nur Özköse, Ey Özgürlük belgeseli ve Bir Köprüden Geçtik eseri üzerine yaptığı değerlendirme ile Suriye'deki savaşın 10. yılını hatıralar ve anektodlar üzerinden anıyor.

Dört sene derin sessizliğine şâhit olduğum Şam’a; ‘seni böyle bırakıp gitmemeliyim Şam!’ diyerek veda edeli tam 10 yıl oldu bu Nisan sonu…

Devrim başlayalı bir buçuk ay olmuştu o zamanlar ve biz içimizde taşıp duran heyecanla, kulaklarımız sokaklardan gelecek en ufak bir seste geçirmiştik bu süreyi. Aslında o bir buçuk aylık kısa sürede bile çok şeyler olmuştu Suriye’de ama, biz bunu ancak oradan çıktıktan sonra, hatta bir çoğunu da daha yenilerde okuyup dinlediğimiz şâhitliklerle öğrendik.

O günden bu güne neler oldu neler…

Yıllardır alışılagelen ağır sükût zincirlerinin kırılması…

Çeşitli inançlarda insanların katıldığı barışçıl gösteriler…

Her bir Cuma’ya verilen bir başka ad…

Özgürlük için verilen canlar, ödenen bedeller…

Sokak gösterilerinin kısa sürede silahlı çatışmalara dönmesi…

Kuşatmalar… Açlıklar…

Farklı grupların ortaya çıkması…

Bombardıman… Ve evlerinden, yurtlarından ayrılmak zorunda kalan bir halk…

10 yıldır çadırlarda doğup büyüyen yeni bir nesil…

O günden bu güne çok sular aktı köprünün altından…

Tüm yaşananlarla birçok farklı tecrübe ve gözlem birikti; biriktirdikleri en çok acı, hüzün, ayrılık, öfke ve çaresizlik olan bir halktan.

Çoğu zaman hikâyeleri hiç bilinmeden sadece istatistiklere hapsedilmiş ölümler, tutsaklık ve göçler…

Oysa duyarlılık sahibi kimselerin dahi farkında olmadan ‘Suriyeli’ diye genellediği her bir kişinin, kulak versek kendilerine has nice hikâyeleri var.

Son haftalarda Türkçeye beş bölümü çevrilmiş bir belgesel ve hemen ardından okuduğum bir kitapla, günlerime tekrardan dokundu Suriye Devrimi…

‘Ey Özgürlük!’ adıyla Türkçeye çevrilen tutsak hikâyelerinden sadece bir kaçı bile bize Suriye’de nasıl bir zulüm sistemi olduğunu oldukça acı bir şekilde anlatıyor. Hangi kategoriye koyacağımızı bilemediğimiz varlıkların, bizi insanlığımızdan utandıran, zulüm kelimesinin bile ifade edemediği işkenceleri... Ve dinlemeye dahi dayanamadığımız vahşilikleri, on binlerce kardeşimizin yıllarca yaşamış ve halen de yaşıyor olmasının verdiği kahredici çaresizlik…

Birçok resim ve videoya bakmaktan, alışmak ve normalleşmemesi adına bilhassa kaçınmak gerektiğini düşünürken; bu röportaj belgeseli bin bir kahırla izledikten sonra tavsiye etmem gerektiğini düşündüm;

Orada yaşananları unutmamak adına…

Mazlum kardeşlerimize yürekten dualar etmek için…

Bize verilen nimetlere şükretmek, elimizdeki imkânları en güzel bir şekilde kullanmak için…

Dünyayı en büyük gaye edinmemek, lüks ve refah içinde, dünyada hiçbir sıkıntı yokmuşçasına umarsızca ve şımarık yaşamamak için…

Nice dertlerin yanında küçücük dertlerimizi çok görmemek için…

Ve zalimden ve zulmün her çeşidinden bir daha ve bir daha nefret etmek, bedeli ne olursa olsun özgürlük ve mazlumlardan yana olmayı tercih edecek cesareti yeniden kuşanabilmek için…

Der’alı devrimci bir teyzemiz, Hamalı sağlık görevlisi bir hanım kardeşimiz, Şam-Rükneddin’den bir insani yardım görevlisi, Rakkalı eczacı bir genç ve Duma’dan gösterilerde aktif bir kardeşimizin acı şâhitlikleri bulunuyor belgeselde…

Belgeselin hemen ardından Wendy Pearlman’ın yazdığı ‘Bir köprüden geçtik’ kitabı geçti elime. Belgeselin tamamlayıcısı gibi oldu sanki.

Ortadoğu araştırmacısı yazar, farklı ülkelerde Suriye’den göç etmek zorunda kalmış onlarca kişiyle röportaj yapmış. Sekiz bölüme ayırdığı kitapta bu röportajlardan aldığı kesitleri birbiriyle uyumlu, birbirini tamamlar şekilde okuyucuya sunmuş. Hafız Esed dönemi, Beşşar Esed dönemi, Devrimin başlaması, Baskıların artması, Silahlı çatışmaya dönen gösteriler, Bombardıman ve Göçün anlatıldığı bölümler tamamen birinci ağız anlatımlardan oluşuyor.

Daha kitabın giriş bölümünde röportaj yapılan kimselerin isim, meslek, Suriye’de bulundukları şehir ve şuan yaşadıkları ülke isimlerini görünce içime bir gariplik oturdu. Her biri bir başka yere savrulan kardeşler, akrabalar ve dostlar nasıl tekrar bir araya gelebilir diye düşünmeden edemedim.

Bunca acıya, kararlılığa, ayrılığa tekrar şâhit olduktan sonra; devrim için ayağa kalkabilmenin, ses çıkarabilmenin heyecanını ve onurunu yaşayanların ellerinden kayıp giden, çalınan devrimlerinin hüznünü yüreğimde hissettim.

Ama ne olursa olsun, toplumsal bir şeyler yapılmış olsa da,  sonuçta herkes yine kendi imtihanından tamamıyla sorumlu.

Ve her birimiz kendi konumumuzda, kendi imtihanımızla baş başayız…

Ve yürekten inanıyoruz ki; Rabbimiz kendisi için yapılan en ufak güzel bir işi dahi asla zayi etmez.

Ve adı ne olursa olsun, hangi amaçla yaparsa yapsın zulmedene de karşılığını mutlaka verir…

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!