Evrimin sadece "bilimsel" bir teori olduğunu düşünenler yanılıyorlar. Onun, hem kaynağı hem neticeleri itibarıyla dünya görüşünden tarih görüşüne, ekonomiden siyasete, felsefeden dine ve metafiziğe, oradan ahlâka kadar pek çok tesirleri, yankıları ve yönlendirmeleri söz konusudur.
Darwin, Türlerin Kökeni'nde, "Başlangıçta bir veya birkaç biçime (Yaratıcı tarafından üflenmiş) hayata dair bu görüşte bir ululuk var," diyor; "bu gezegen genel çekim kanununa göre dairevî hatlarla ilerlerken, oldukça basit bir başlangıçtan en güzel ve en harika biçimler evrimleşiyor." diye ilave ederek Hıristiyanlık'la ilerlemeciliğin karışımı bir görüş ortaya koyuyordu. Sürekli ilerleme (terakki) görüşü, Condorcet, Comte ve Hegel gibi Darwin öncesi filozof, sosyolog ve tarih felsefecilerinde de vardı, fakat Darwin'in biyolojik evrim hipotezi bu görüşe, "sosyal evrim" iddiasına, bir "tabiat kanunu" olma özelliği, "bilimsel" bir temel sağladı. Darwin'in evrimciliği, esasen İlkçağ Roma filozoflarından Lucretius ve bizzat Darwin'in dedesi Erasmus'ta da izlerine şahit olduğumuz tabiî ayıklanmaya dayanıyordu. Bu hipotez, bilâhare görüşünü kısmen tadil etmiş de olsa, "Nüfus geometrik büyüyor, yeryüzünün kaynakları ise aritmetik olarak artıyor." diyerek, İngiltere'deki fakirlere yardım yasasına karşı çıkıp, güçlülerin ayakta kalmasının bir kanun gibi görülmesine yol açan papaz Thomas Malthus'tan "esinlenmişti." Dolayısıyla, hayatta güçlülerin ayakta kalıp, zayıfların yok olmaya mahkûm bulundukları iddiasının kaçınılmaz ve "bilimsel" bir sosyal hayat ve tarih prensibi olarak benimsenmesine sebep oldu. Bu ise nihayet "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!" şeklinde ifade edilen acımasız kapitalizme, ırkçılığa, güce tapınmaya ve emperyalizme yine "bilimsel" zemin teşkil etti.
Irkçılık, bizzat Darwin'de de vardı. 3 Temmuz 1881 tarihinde W. Graham'a yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Tabiî ayıklanmaya dayalı mücadelenin medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, Türkler tarafından işgal edildiğinde Avrupa milletleri ne kadar risk altında kalmıştı... Avrupa ırkları, yani medenî ırklar, hayat mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan geleceğine baktığımda bu tür aşağı ırkların çoğunun medenîleşmiş yüksek ırklar tarafından yok edileceğini görüyorum." Darwin de, tarihi düz bir çizgi halinde sürekli ileriye, daha güzele ve daha doğruya giden bir süreç olarak gören felsefe de açıktır ki, tam bir yanılgı içindeydi. Bu tür görüşler, 19'uncu asırdaki Batı emperyalizmine "bilimsel" zemin teşkil etmek için uydurulmuş, en azından zemin teşkil eden safsatalardı.
Evrim hipotezinin temelini teşkil eden tabiî ayıklanma, hayatı bir mücadele olarak takdim ettiği için bu hipotez, hem savaşları, hem acımasız rekabeti, mücadeleyi kazananı "en iyi" görmekle de kazanma adına her yolu meşrulaştırmaktadır. Darwin'e ve sosyal Darwinizm'in kurucusu kabul edilen Herbert Spencer'e göre de, –evrimciliğin ahlâk felsefesinin ifadesi de olarak—iyi, daha çok evrimleşen, kötü ise daha az evrimleşendir. Alman tarihçi Heinrich von Treitschke, "Zayıflar yok olmalı ve yok olmaları da adalettir." derken, aynı yolun yolcularından Andrew Carnegie, "en yüksek insanî başarıların dinamikleri" olarak ferdiyetçilik, özel mülkiyet, servet biriktirme ve rekabet kanununu yüceltmekte, Rockefeller, "İşin büyümesi, en uyumlunun hayatta kalmasıdır." diyerek, kapitalizmi takdis etmektedir. İradenin yerinde ve gerektiği ölçüde kullanılmasıyla bazı insanların üstün insan, 'Süpermen' olmaya doğru tekâmül edeceğini ve 'Süpermen'in kendi kendisinin efendisi olarak, klasik düşüncede Tanrı'ya atfedilen mertebe ve otoriteye ulaşabileceğini ileri süren nihilist F. Nietzsche'yi bu iddiaya sevk eden bir sebep de yine evrimcilikti.
Evrimciliğin bu içtimaî, siyasî, felsefî, ahlâkî sonuç veya sebeplerinden başka inanca taallûk eden sonuç ve/veya sebepleri üzerinde inşallah gelecek hafta duracağız.
ZAMAN