Bir zaman bir Marksizm uzmanına Marksizm'le ilgili iki soru sormuştum: (1) Marks'a göre bilgi, kişi ile kullandığı üretim araçları arasındaki münasebetin ürünüdür ve doğru bilgiye ancak bu münasebetin komünist sistemdeki şekliyle ulaşılabilir.
Bu durumda, bütün ideolojisini kapitalist sistemde oluşturan Marks'ın ideolojisi bütünüyle yanlış olmuyor mu? (2) Marks'a göre, insan, iradesiyle meslek seçmez; ancak kullandığı araçların onu yönlendirmesiyle mesleğini seçer. Ama Marks, ilk insanın avcı olduğunu iddia ediyor. Bu durumda, onun avcılık aletlerini yeryüzünde hazır bulmuş olması gerekmez mi? Marksizm uzmanımız, bu iki soruya da, "Hiç düşünmemiştim" diye cevap vermişti.
Batı'da ortaya çıkan bütün ideolojiler birer çelişkiler yumağı olduğu gibi, bu ideolojiler "bilim"le, "bilimsel" tezler, teoriler meselâ hukukla, ekonomi ile, günlük hayatın gerçekleriyle, beşerî bilimler denilen sosyoloji, psikoloji "tabiî" bilimlerle çok defa çelişir. Çünkü, ideolojilerin de, bilimselliğin de, beşerî bilimlerin de arkasında bambaşka gayeler vardır ve bunlar, çok defa o gayeler adına ortaya konmuştur. Meselâ, K. R. Popper, Hegel'in, tarihselcilik felsefesini, Prusya'nın "ilâhî" ve "tarihin geri çevrilemez, önlenemez kanunları"nın ürünü, dolayısıyla kendisine mutlaka itaat edilmesi gereken bir devlet olduğunu "ispat etmek" maksadıyla uydurduğunu yazar.
Evrimin de, benzer şekilde, Papaz Malthus'un İngiltere'de uygulanmakta olan fakirleri koruma kanununa karşı ortaya attığı "Güçlülerin ayakta kalıp, fakirlerin, güçsüzlerin elenmelerinin tabiî", yani "natürel seleksiyon"un tabiatta bir kanun olduğu iddiası üzerine bina edildiği bilinen bir gerçektir. Ünlü Fransız zoolog P. P. Grassé, bu noktayı bilhassa vurgular. İşte, evrim teorisi, bir taraftan güçlülerin, emperyalistlerin, diğer taraftan onu Allah'ı inkârda temel alan Marksist ideolojinin ve bilim çevrelerinde inkârcılığın, din karşıtlığının bir silahı olmuştur ve bundan dolayı da ısrarla savunulmakta ve korunmaktadır. Evrim, en son BBC Focus dergisinin yaptığı üzere, çeşitli vesilelerle gündeme getirilir, tekrar tartışılır, ama her zaman temel tez olarak kabul edilir; bütün çalışmalar güya onu ispatlamaya yöneliktir, yani evrim, vazgeçilemez bir ön kabuldür, bir dogmadır.
Şahsen, evrim uzmanı değilim, bir bilim adamı da değilim. Fakat evrimin, kendi içindeki çelişkileri gibi, onun akılla, kâinattaki düzenle, bizzat bilimle nasıl çeliştiğini görmek için evrim uzmanı, bilim adamı olmak gerekmiyor. Bir defa evrim, bizzat evrimcilerin kabul ettiği gibi, tekrar etmez ve geri çevrilemez. Ayrıca, asla gözlemlenmiş de değildir; tekrar etmez olduğuna göre gözlenmesi mümkün de değildir ve bugün pek çok evrimciler, insanla birlikte evrimin, evrimleşmenin öldüğünü ileri sürmekte ve işin içinden çıkıvermektedirler. Öyleyse evrim neye dayanmaktadır?
Evrimin en temel aklî, "bilimsel" ve en temel görünür gerçeklere zıt çelişkisi de işte burada yatmaktadır. Evrim, varlıkların yapısındaki, bünyelerindeki yakın benzerliklere, meselâ tek hücreli amipten insana doğru gelirken bu yapılardaki gelişmişliğe dikkat çekmektedir. Bunu evrime gerekçe saysak bile, önce şu sorunun cevaplanması gerekir: Tek bir hücreden hiçbir sapmaya uğramadan basamak basamak insana uzanma, bir gayeyi, bir hedefi göstermez mi? Oysa evrim, varlıkta gayeliliği ve hedefi kabul etmemekte –çünkü kabul ettiği takdirde, bu gaye ve hedefi belirleyen bir üst aklın kabulü zaruri olacaktır– ve bütün oluşumu tesadüflere bağlamaktadır. Haydi bunu da görmeyelim; yine de, varlıkta fonksiyon mu önce gelmektedir yoksa yapı mı? Yani biz önce kitap yazar sonra ona manâ mı veririz, yoksa önce manâyı zihnimizde oluşturur, sonra onu kelimelere mi dökeriz. Evrim, varlığı "Önce kitap yazar, sonra ona manâ veririz" şeklinde açıklamaktadır. Varlıklardaki yapı benzerlik ve farklılıklarını tayin eden, onların vazifesidir, fonksiyonudur, varlıklarındaki gayedir; yoksa yapıya göre onlara gaye biçilmekte değildir. Dolayısıyla, organizmalardaki yakınlık hiçbir zaman evrime delil olamaz.
Bu konu da devam etmeyi hak ediyor.
ZAMAN