Evren’i bırak, önce kendinle yüzleş!
Ahmet Kekeç / STAR
Kaçamayacağınız gündem konuları vardır... Kenan Evren’in ölümü bunlardan biri... İlle bir şeyler yazmak zorundasınız.
İlginçtir, Kenan Evren hakkında hem yazmak istiyorum, hem istemiyorum.
İstiyorum...
Çünkü Kenan Evren, küçücük hayatımızı altüst eden 12 Eylül darbesinin mimarıydı...
İstemiyorum...
Çünkü Kenan Evren ve darbesi hakkında yazılmadık bir şey kalmadı...
Bugünkü gazeteleri açıp bakın, çarşaf çarşaf 12 Eylül bilançosu: Öldürülenler, sürülenler, yurttaşlıktan çıkarılanlar, fişlenenler, gözaltına alınanlar, işkence görenler, asılanlar...
Kenan Evren, an itibariyle, bize/ailemize çektirdikleriyle anılacaktır. İşin siyasi kısmı refiklerimize kalsın.
Diyebilirsiniz ki, “Başkalarının çektiklerinin yanında sizinki ne ki...”
Doğrudur. Henüz 19’umu ikmal etmiştim. İki kez gözaltına alındım. Gözaltına alınmak günlük olaylardandı, vaka-i adiyedendi. İlkinde dayakla yırtmıştım. İkincisinde maaile, babam, küçük erkek kardeşim ve iki kız kardeşimle birlikte, iki gün boyunca Kapalı Spor Salonu’nun soğuk tribünlerinde, üstelik “yoğun güvenlik önlemleri” (!) altında, bekletilmiş, sorgumuzu müteakip salıverilmiştik.
Büyük ağabeyim bizim kadar “talihli” değildi. Aylarca gözaltında tutuldu. Ağır işkencelerden geçti. Mahkûm edildi. Yıllarca o cezaevi senin bu cezaevi benim dolaştırıldı.
Bize değen kısmı buydu. Önemsizdi. Çünkü hayattaydık. Parçalansak da kaldığımız yerden devam etme şansına sahiptik. Hayatı bitenlerin yanında bizimki bir şey değildi ama ne bileyim, yine de öfkeleniyor insan. Sadece biz çekmişiz gibi... Sadece bize dokunmuş gibi... Hayat, kendi çektiklerimizden ibaretmiş gibi... Uzun süre bu duyguyu üzerimden atamadım. Kurulu düzenimizi bozan ve ülkenin dört bir yerine savrulmamıza neden olan o adama öfkemi yenemedim.
Darbe sabahını hatırlıyorum... “Türk Silahlı Kuvvetleri görülen lüzum üzerine yönetime el koymuştur” diye ünleyen o uğursuz sesi...
Babam, “Bu olmadı işte” demişti.
Sağ-sol bölünmesinden şekvacıydı. Her gün barikatları aşarak ve kurtarılmış mahallelerden geçerek işine gidip geliyordu. Çocuklarının geleceğinden endişeliydi. Birini sağ ideolojik örgütlere kaptırmıştı ve her an ölüm haberini bekliyordu. Diğerlerini de kaybetmek istemiyordu. Darbe, hem çocuklarını kurtarmış hem de ülkedeki o saçma bölünmüşlüğe son vermişti. Büyük bir yük kalkmıştı omuzlarından ama yine de umutsuzdu: “Bu olmadı işte...”
Dün, bütün bir geceyi, Kenan Evren’in ve 12 Eylül’ün kötülüklerini dinleyerek geçirdim.
Bildiğimiz, “yaşadığımız” hikâyeler...
Sosyal medyadan tepkileri izledim... Küfürleri okudum...
Biri, fena halde sinirlerime dokundu. Cumhuriyet gazetesinin bir yazarı... İsmi Özgür Mumcu...
Şöyle bir şeyler diyordu: “Meğer herkes ne nefret edermiş Kenan Evren’den. Herkesin önünde biat ettiği zamanları ben bile hatırlıyorum. Ne riyakar yer. Toplum olarak Kenan Evren’e küfretmeyi hak edecek yüzleşmeyi ve yargılamayı beceremedik. O gün hayır oyu veren yüzde 8’e helal olsun. Kenan Evren zavallı bir piyondur, o da heveslilere ders olsun.”
Özgür Mumcu’ya şunları söylemek isterim:
Doğru hatırlıyorsun... “Ben bile” diye şerh düşmene gerek yok. En iyi sen hatırlarsın... Aç, Cumhuriyet gazetesinde babanın yazdıklarına bak. Darbenin niçin gerekli ve kaçınılmaz olduğunu anlatıyordu. Dahası, bugün nefretle andığınız Kenan Evren’e toz kondurmuyordu.
Evet, Evren’e küfretmeyi hak edecek yüzleşmeyi ve yargılamayı beceremediniz... Çünkü 12 Eylül’e yargı yolunu açan referandumda “hayır” oyu verdiniz.
Kenan Evren’e tepkiniz, darbe yapmış olması değil...
Bütün derdiniz, darbeyi istediğiniz “istikamete” çevirmemiş ve 27 Mayıs’ı “milli bayramlar” listesinden çıkarmış olması.
Evren’i bırakın, önce kendinizle yüzleşin!