Hakkâri'de yirmi dört gencimizi kaybettiğimiz saldırıdan bu yana ne yazacağımı düşünüyorum. Çalışma masamın başına oturduğumdan beri bilgisayar sayfasında yanıp sönen belirteç bana bakıyor, ben ona...
Önce Çarşamba günü sadece iki-üç asker yaşamını yitirmiş olsaydı, bugün başka şeyler konuşuyor olacağımızı düşünüyorum; PKK'nın yavaş yavaş öldürmesine alıştığımız gerçeği karşısında utanıyorum. Sonra sokağa çıkan, öfkelerini protestolara yansıtan insanlarımıza bakıyorum. Bir kısmının öfkesinin samimiyetine içtenlikle inansam da bazılarının gençlerimizin ardından tutulan yası, Ak Parti iktidarına olan husumetlerine kılıf yapmaya çalıştıklarını görüyorum.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün intikam vurgusunu anlık bir duygusallığa bağlıyorum zira devlet adamlarının intikam gibi günlük çıkarlardan ziyade uzun soluklu politika ve söylemler üretmeleri gerektiğini biliyorum. Üstelik Sayın Gül'ün infial halindeki bir toplumu "kitle psikolojisi"ne teslim etmeme görevinin devlet görevlilerine düştüğünün benden daha iyi idrakinde olduğuna inanıyorum.
Bu tür düşünceler zihnimde uçuşurken beklediğim sözler Başbakan Erdoğan'ın ağzından dökülüyor: "Kim ki öfkesine hâkim olamaz, kim ki metanetini koruyamaz ise, bilmelidir ki, terör örgütü işte o zaman hedefine ulaşır." Bu bakış açısının siyasete hakim kılınması için çaba harcanması elzem. Ancak Başbakan'ı istifaya çağıran CHP, en yaratıcı önerisi Kandil'e bayrak dikmek olan MHP ve PKK'nın yaptığı katliamdan bile hükümeti sorumlu tutabilen BDP varken bu muazzam sorunun ne yazık ki yine partiler arası çekişmelere malzeme yapılacağını öngörmek zor değil.
Gelelim "PKK ne yapmaya çalışıyor?" sorusuna... PKK'nın Kürtlerin haklarından ziyade bölgede egemenlik elde etmek amacıyla hareket ettiği Silvan saldırısından bu yana bir kez doğrulanmış oldu. Ancak dağdaki hesap ovaya uymuyor. BDP'ye oy verenler dahil Kürt halkının birinci önceliği hiçbir zaman adına "demokratik özerklik" denen PKK egemenliğini kurma projesi olmadığı ortaya çıktı. PKK "devrimci halk savaşı" dedi; halk "barış" dedi. Mevcut durumda demokratik yollardan, meşru biçimde egemenlik tesis edemeyeceğini anlayan PKK, arkasına aldığı dış desteğe de güvenerek devletin canını zorlayabileceği son noktaya kadar yakmaya çalışacak. Bu uğurda kurbanların bebek, çocuk, hamile, vb. olması fark etmeyecek.
Ayrıca gelinen noktada PKK'nın sadece iç siyaset değil dış siyaset meselesi olduğu daha iyi ortaya çıkmış oldu. Geçtiğimiz haftalarda PKK'nın yayın organı olan ANF'de çıkan "Yusuf Ziyad" imzalı analizden bahsetmiştim. Yazıda özetle İran ve Suriye'nin PKK'ya manevra alanı açtığı ve bunun değerlendirilmesi gerektiği anlatılıyordu. Türkiye'nin bölgedeki değişimin öncüsü ülke haline gelmesi, başta İran ve onun himayesindeki Esed rejimini rahatsız ediyor. Bu sebeple PKK'ya arka çıkmakta beis görmedikleri kanaatindeyim. Nitekim Murat Karayılan'ın İran tarafından yakalandığı haberini müteakip günlerde PJAK'ın İran'a karşı ateşkes ilan etmesi ve mücadeleyi demokratik yöntemlerle yürüteceğini ilan etmesi bu tesbiti doğrular nitelikte. Buna Lieberman'ın PKK'ya verilecek desteği açıktan kabul ettiği beyanatını ve saldırının İsrail'in bıraktığı Filistinli mahkûmların Türkiye'ye geleceğinin duyulduğu günlere denk gelmesini de ekleyin. Anlayacağınız bölgedeki değişimin öncüsü haline gelen Türkiye'nin rahatsızlık verdiği pek çok devlet var. Mesut Barzani'nin Hakkâri saldırısını "Türk-Kürt kardeşliğine yönelik" olarak değerlendirmesi ve Başbakan'ın da dünkü konuşmasında "terör örgütünün dış güçlerin maşası olduğunu" söyleyip bu ifadeyi aynen tekrarlaması hükümetin de aynı kanaati paylaştığına işaret ediyor.
Dış politikadaki kararlığını sürdürmek isteyen Türkiye, içerideki sorunlarını süratle çözümlemek zorundadır. Dış güçlerin maşası haline gelen PKK'nın sadece bir "iç mesele" haline getirilmesi bu stratejinin ilk ayağı olmalıdır. Bunu yolu da Başbakan'ın "Demokrasinin, insan hak ve hürriyetlerinin terörün panzehiri olduğunu geçtiğimiz dönemde tecrübe ettik" sözlerinde saklı...
PKK saldırısının anayasa uzlaşma komisyonunun ilk toplantısına denk gelmesi bir tesadüf değil. Demokratik reform sürecinin kalbinde yatan yeni anayasa çalışmaları artık çok daha önemli. Partiler arası çekişmelerle, ağız dalaşıyla, "terör örgütü de, savaş deme", vb. kısır döngülerle kaybedilecek vakit yok.
YENİ ŞAFAK