‘Evet’çiler ve ‘Hayır’cılar

Abdurrahman Dilipak

Bana sorarsanız; sonucu ne yapacağını bilmeyenler belirleyecek.. Yani taraftarını sandığa götürmeyi başaran taraf kazanacak.. ‘Evet’çiler umutları ile, ‘Hayır’cılar korkuları ile hareket ediyor.

 ‘Evet’ diyenler ne istediklerini biliyorlar. ‘Hayır’cılar, ‘Evet’çilerin başarmasından korkuyorlar, onun için ‘Hayır’ diyorlar.. Yoksa sakin bir kafa ile düşünseler, bunların çoğu kendi işlerine yarayacak ve temelde asla ‘Hayır’ demeyecekleri şeyler. Aynı öneriyi CHP getirmiş olsaydı, hiçbiri Hayır demezdi, bugünkü ‘Hayır’cıların, o zaman da belki bizim sağcılar, CHP getirdi diye ‘Hayır’ derlerdi.
Oysa kural açık: “Onlar sözü dinler, doğrusuna tabi olurlar”.. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan, haklıdan yana olmak gerekiyor.. Bir topluluğa olan muhalefetimizin de bizi onlar hakkında haksızlığa sevketmemesi gerekiyor..
Bir işadamı, bir Bakan’a kızmış, “Hayır” diyeceğim diyor.. Ne alakası var bununla bunun şimdi..
Aslında bunu başarabilsek sorunu çözeceğiz..
Genellikle vatandaş da oy kullanırken aynı şekilde hareket ediyor. Hakkı aramıyor, kendi tarafının tercihini öne çıkartıyor.
CHP ve MHP’lilerin büyük bir bölümü, AK Parti neyi savunuyorsa onun aksinde yer alacaklar..
Kronik bir antitez konumundalar..
İnsanlar ne istediklerinden hareket etmiyorlar. Ne istemediklerinden hareket ediyorlar. Korkuları, umutlarına baskın çıkıyor sonuçta.. Sonuçta umutları ile hareket edenler kazanacak..
Türkiye’yi, can derdine düşmüş aç insanların yaşadığı, cahil ve kimliksiz bir sürü haline getirmek isteyenlerin korku senaryoları ile yönetme devri artık sona ermeli. Herkes düşman. Her an her şey olabilir.. Bugünlere böyle geldik. Bunun adını “ulusalcılık” koydular.. Militarizmin gölgesinde ot bitmiyor sonuçta.. Şimdi Türkiye bu korku tünelinden çıkmaya hazırlanıyor..
Birilerini anlamak gerek. Bir asırdır korku üreten bir sistemin yetiştirdiği insanlar bunlar.. Korkuları ile yüzleşmeye cesaret edemiyorlar.. Kurgusal bir dünyada yaşıyorlar.. Rumlar, Yunanlar ya da Ermeniler, İsrail, Rusya bir gece ansızın memleketimizi işgal edebilirler.. İnançları, kültür, tarih, kimlik ve ideolojileri, hepsi üretilmiş, TSE damgalı şeyler.. Eğer korktukları başlarına gelecek olursa dinlerini, tarihlerini, kimliklerini, geleceklerini, hayâllerini kaybedecekler. İktidarlarını, servetlerini kaybedecekler. Bu korku temelinde yaptıkları geçmiş uygulamalar, faili meçhul cinayetlerin failleri olarak sanık sandalyesine oturtulabilecekler..
Anlayın bunları.. Korkuyorlar.. Hal böyle olunca, bu konuda daha ılımlı bir dil kullanmak gerek.. Bazılarının susması bile önemli.. Onun için dikkatli bir dil kullanmak gerekli.. Daha sivil bir dil, sivil aktörlerin öne çıktığı bir kampanya özlerdim.. Bu AK Parti hız kessin anlamında değil, sivil aktörler daha çok çalışsın.. Sonuçta konuşulan konu sosyal kontrat denen bir şey. Bu süreçte sivillerin sesi az çıkıyor. Zaten sivil hayırcıların sesi soluğu hiç çıkmıyor.. Aslında “sivil hayırcı” tanımı yanlış bir tanım. Hayır diyorsa, o ne kadar sivil sayılır ki, Militarizmin kapı kulu anlayışı sivil bir kimliğe hayat hakkı tanır mı? ‘Derin devlet’e “evet” diyenin sivilliğinden söz etmek mümkün mü?
Herkes tercihini yüksek sesle söyleyemeyebilir.. Hele kitle örgütleri liderleri daha dengeli bir dil kullanmalı bana kalırsa..
TÜSİAD Başkanı ne yapsın şimdi!.. Herkes Konukoğlu gibi değil ki.. Koç da, CHP ile dirsek teması içinde.. Derin devletin mutemet adamları çevrede dolaşıyor.. Locaların tavrı belli. Mason biraderler gözünün içine bakarken hanımefendiden daha fazla cesaret beklemek doğru değil..
Belki kendi oyunu açıklar. Üyelerinin genel eğilimini dillendirebilir. TOBB Başkanı için de durum öyle. Hisarcıklıoğlu % 70 rakamını verdi. Büyük bir oran.. Türk işvereni, Anadolu sermayesi, sanayicisi, tüccarı bu oranda ‘Evet’e destek veriyorsa iyi.. Hisarcıklıoğlu’nun “Evet” dediğini biliyoruz. Yönetim kurulu da öyle, ama taşra örgütlerinde her kesimden insan var. Her şirket, işletme buranın üyesi..
Mediada, STK’larda durum daha net..
Bana kalırsa kimseye “tavrını belli et, tercihi söyle” diye baskı kurmamak gerek.. Susmak bile önemli..
Türkiye toplumsal rehabitasyon sürecinden geçmeden korkularından kolay kolay kurtulamayacak. Birileri gerçekten “irtica”, “şeriat” deyince korkuyor.. Ordu kutsal bir kurumdu. Şimdi güvenilirlik sıralamasında nerelere düştü... Şimdi insanların içine düştüğü boşluğu, yalnızlığı, korkuyu düşünün.. Siyasi süreç, psikolojik, sosyal travmaları da beraberinde getiriyor.
Bana kalırsa taşların yerine oturması için zamana ihtiyacımız var..
Bir oğlu dağda, biri askerde olan ananın yürek burkuntularını yazıp çizdik hep.. Şimdi HERON gerçeğinden yola çıkarak, bir şehid anasının ruhunda kopan fırtınaları düşünün.. Ya da Aygen’in itiraflarının bir BDP sempatizanının beyninde, ruhunda koparttığı fırtınaları düşünün. Suçluluk, aldatılmışlık, ihanete uğrama hissi! Meğer birileri aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendileri için iktidar ve servet planları yapıyormuş.. Şeyh zannettiğin madden ve manen bağlandığın adam ajan çıkıyor.. Bu insanlar kime nasıl güvenecek şimdi?.. Uğruna cinayetler işlediğin, dostlarını feda ettiğin kimi meğer “dost” değilmiş ve sen bu gerçeği sana söylemek isteyen kişilere karşı, bugüne kadar hep kin beslemişsin..
Bir şeyi mecbur kalarak söylemek, senden böyle bir şey yapman beklendiği için yapmış olmak, dostlar alışverişte görsün kabilinden, rüşveti kelam olsun diye birkaç laf etmeye kimse mecbur bırakılmamalı..
İsteyen açıklar, isteyen açıklamaz.. Bana göre susmak, sandığa gidip-gitmemek de bir tercih meselesidir ve herkesin tercihine saygı duymak gerekir.
Biz üzerimize düşeni yapıyor muyuz, insanlara kendi gerçeklerimizi doğru bir şekilde anlatabiliyor muyuz? Sahi şunun şurasında kaç gün kaldı?. Özellikle Türkiye’nin her yerindeki STK , vakıf, dernek ve sendikalardaki arkadaşlar, yerel media yöneticileri ne yapıyorsunuz? Unutmayalım ki; bu işler tek başına siyasilere bırakılamayacak kadar önemli işlerdir.. Üyelerimizi yanında, halka da mesajımızı ulaştırmamız gerekiyor.. Yaptıklarımız ve söylediklerimiz yanında yapmamız gerekirken yapmadıklarımız ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizden de mesulüz. İster başkaları ile birlikte, ister tek başına herkesin bir şeyler yapması gerek. Boşa geçirecek zaman yok. İnternet kullanan gençlere de çok iş düşüyor. Mesela şu siteye biz atın: http://www.facebook.com/BendeEVETdiyorum?v=wall.
Selam ve dua ile..

VAKİT