Referandumun ele alınabileceği üç seviye var. Birincisi tercihe sunulan maddelerin içeriği. İkincisi bu paketin kabul edilip edilmemesinin yaratacağı siyasi ve toplumsal koşulların değerlendirilmesi, üçüncüsü ise paketin tarihsel ve sembolik anlamının irdelenmesi. ‘Evet’ diyenlerin çok rahat olduklarını gözlemliyoruz, çünkü her üç seviyede de bu anayasa değişikliğinin kabul edilmesinin anlamlı ve yararlı olduğunu düşünüyorlar. Her şeyden önce sunulan maddelerin hiçbirinde hak ve özgürlükleri kısıtlama ihtimali olan bir alternatif ima edilmediği gibi, hepsi de tek tek demokratik imkânları genişleten cinsten.
Zaten bu nedenle tartışma özellikle ikinci ve üçüncü seviyelerde cereyan ediyor, çünkü muhalefet bu paketi içerik düzeyinde reddedemeyeceğini biliyor. Ne var ki ‘evet’çiler burada da epeyce rahatlar. Bu paketin geçmesi halinde ortaya çıkacak Türkiye’nin şu anki duruma nazaran çok daha demokratik olacağı ve özgürlüklerin ilerde daha da genişletilmesine destek vereceği açık. Ayrıca söz konusu ortamın hem toplumsal çatışmaların bitmesine olanak tanıyacağını, hem de iktisadi alanda bir istikrar sürekliliğinin kapısını açacağını da görmemek imkânsız. Nihayet meselenin tarihsel ve sembolik tarafına gelirsek, bu paketin bir başlangıç olduğunu, Başbakan’ın çok doğru olarak işaret ettiği üzere “biri kilidi açacağını” öngörebiliriz. Bu kilidin açılmasıyla yaşanacak değişim ise kaçınılmaz olarak bu Cumhuriyet’in tek temel niteliğinin, yani vesayetçi yönetim anlayışının dönüşmesine yol açacak. Bu ise, devletle toplum arasındaki dengeleri en azından daha eşitlikçi hale getirirken, ‘millet’ kavramı üzerinden üretilmiş olan ideolojik tahakkümün sonunu getirecek. Böylece yaklaşık yüz yıllık bir parantezin kapanacağını ve bu toprakların halkının, yara bere içinde kalmış olsa da, yeniden kendi özgürleşme yolunu oluşturacağını öne sürebiliriz. Demokrasi üzerinden gerçekleşecek olan bu süreç, millet olmak uğruna toplum olamamış olan bu halkın nihayet toplum olmasını, diğer bir deyişle farklılıkları kendi içinde doğallaştıran ve onlar üzerinde yansız hakemlik müesseseleri kurabilen bir yapıya doğru evrilmesini ifade edecek. Bu açıdan bakıldığında referandum paketinin onaylanması, bu halkın ilk kez gerçek anlamda kendi kaderi üzerinde söz sahibi olma isteğini ortaya koyarken, yine ilk kez gerçek bir konuşmanın ve siyasetin de koşullarını oluşturacak. Nitekim ülkede epeyce az sayıda olan evrensel anlamıyla solcuların da pakete ‘evet’ demelerinin temel gerekçelerinden biri bu. Çünkü referandumun tarihsel anlamı, solun nihayet Türkiye’de somut bir siyasi alternatif olabilmesini mümkün kılacak bir rejime doğru yol alınması olacak...
Bu tablo ‘hayır’cıların da temel bakışını büyük ölçüde aydınlatıyor. Referandum paketinde demokrasi adına karşı çıkılacak bir madde bulamayınca, paketin tümünün ardına gizlenip bir yandan paketin ‘boş’ olduğunu, öte yandan da ‘AKP vesayetine’ yol açacağını savunuyorlar. Ne var ki zaten bu iki önerme kendi içinde çelişkili. Dolayısıyla paketin ‘boş’luğunu bir yana koyup, diğer argümana bakalım: AKP vesayetini ima eden maddeler Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın üye seçimi. Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı artarken seçim usulü değişmedi ve Cumhurbaşkanı’na ilave üye seçme imkânı getirdi. Bu durumun somut siyaset açısından daha dengeli bir Mahkeme yaratacağı ve ‘hayır’cıların da bunu istemediği belli, ama Cumhurbaşkanı’nın kim olduğuna bağlı olarak tavır almak da pek ilkeli bir duruş değil. Mahkeme üyelerinin farklı şekillerde seçilmesi tabii ki istenir bir durum, ama sırf üye sayısı arttı diye söz konusu maddeye karşı çıkmanın tek bir anlamı var: ‘Hayır’cılar demokratik yollardan iktidara gelmeyi, kendi istedikleri birini Cumhurbaşkanlığı’na getirmeyi artık hayal bile edemiyorlar. Başka bir ifadeyle toplumsal temsil açısından azınlık olduklarını ama buna rağmen kendi istedikleri türden bir Mahkeme’nin olmasını istiyorlar. ‘Vesayet’ denen şeyin tanımı da zaten bu... ‘Hayır’cılar aslında demokrasi istemiyor, seçilmişlerin egemenliğinden ürküyorlar.
HSYK konusu da özünde pek farklı değil. Orada da üye sayısı artırıldı ama yeni bir ‘seçmen’ kitlesinin oy verme hakkı tanındı. Bunlar birinci sınıf hakim ve savcılar... Yani yapılan değişiklikle HSYK yargı mekanizması içinde daha demokratik bir tabana oturtuluyor. ‘Hayır’cılar bundan da ürküyor, çünkü yargı içinde demokrasinin yerleşmesinin AKP’ye yarayacağını düşünüyorlar. Demek ki yargı içinde demokratikleşmeme de ‘hayır’cıların işine yarıyor... Kısacası ‘hayır’cılar Türkiye’de vesayet rejiminin devamından yanalar, çünkü demokratik açılımların kendilerini siyaset dışı kılacağını öngörüyorlar ve bu öngörüde büyük çapta da haklılar.
Öte yandan ‘hayır’cıların bu isteklerinin deşifre olmasını engellemek üzere akla ziyan bir görüş de tedavülde tutuluyor. Buna göre anayasa değişiklikleri sonucu AKP şeriat getirme yolunda daha da ilerleyecekmiş. Bilindiği üzere şeriatın temel ölçütü, hep kadın hak ve özgürlüklerinde yaşanacak gerileme olarak sunulmuştur. Oysa bu paketin bir maddesi kadınlara pozitif ayrımcılık getiriyor. Garip olan şu ki, şeriat isteyen hükümet bu teklifi yaparken, kadın konusunda çok duyarlı olması beklenen muhalefet ‘hayır’ diyor. Özgürlükleri giderek artırarak şeriat getirilebiliyorsa, şeriat düzeninin de fazlasıyla özgürlükçü olduğunu kabul etmek gerek ki, ‘hayır’cılar kendilerince saçma olan bu öneriyi bile yapma durumunda kalıyorlar.
Yazıyı taktiksel bir notla bitirelim: Acaba referandum sonucu ile yaklaşan seçim sonuçları arasında nasıl bir ilişki olacak? Eğer yüksek bir ‘evet’ çıkarsa halkın AKP’ye yönelik beklentilerinin artacağı açıktır. Kendisine imkân tanınmış olan hükümetin ne yapacağı kritik hale gelecek ve eğer reformlara devam edilemez veya bunun somut işaretleri alınamazsa, seçimlerde AKP oyu düşecektir. Buna karşılık hükümetin bu sorumluluğu taşıyacak adımlar atması halinde AKP iktidarı tescillenir... Öte yandan eğer ‘hayır’ oyları daha fazla olursa, kimse AKP’den yeni bir reform veya çözüm adımı beklemez. Ayrıca bu imkân tanınmadığı için hükümet mağdur konuma itilmiş olur ve seçimlerde epeyce yüksek bir AKP oyu ile karşılaşırız.
‘Hayır’cılar ya bu basit siyaset öngörüsünü yapmaktan bile acizler, ya da – daha gerçekçi olarak – AKP’nin reform yolunda giderek muhalefeti siyaseten bitireceğini öngörüyorlar. Dolayısıyla bu onlar için bir ölüm kalım mücadelesi... Böylesine muhafazakâr bir zihniyetin ve özgürlük korkusu çeken destekçilerinin de doğrusu başka bir şansları yok.
TARAF