Halkın bizzat seçerek işbaşına getirdiği makamların dışında, bir de devletin bürokrat omurgası var..
İşte o bürokrat kadrodan, bugüne kadar hep tedirgin olduk. Halkın direkt tercihi ile bulundukları yere gelmedikleri için, desteklerini halktan değil, birilerinden aldıkları için, hep o “birileri”nin istekleri ile hareket ediyorlardı.
Biz de onlardan, hangi icraatlara imza atacakları bilinmediğinden, hep endişe ettik.
Öncekinden memnun olmasak da, hep bir tereddüt yaşadık: “Ya yenisi, eskisini aratırsa?”
Doğrusunu söylemek gerekirse, büyük çoğunluğu da böyle oldu.
Nasıl olsa halka gelip hesap vermek yok..
Onlar hesaplarını, “birileri”ne veriyorlardı.
Dolayısı ile vazifede iken de, “birileri”nin dediklerini dinliyorlardı..
Birileri “şiddetin dozunu” artırdı ise, gelen gideni aratıyordu..
Birileri “vicdansızlığı” artırıyor ise, yenisi, eskisini mumla aratıyordu..
YÖK’ün tepesine oturandan tutun, İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük makamına.. YargıtayBaşsavcılığı makamından Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na..
Hep bir öncekini arar duruma düştük.
Gürüz gitti.. Yerine gelen Erdoğan Teziç, neredeyse onu arattı.
BülentBerkarda gitti, yerine gelen Kemal Alemdaroğlu onu arattı.
Vural Savaş gitti, Sabih Kanadoğlu onu arattı.
Köşede kıyıda kalmış bir-iki rektörün saçma sapan açıklamalarını aylarca tartışıyorduk... Bir-iki olan bu rektör sayısı 20’ye 30 çıktı, artık bir gün öncekini hatırlamaz olduk.!
Biz sadece Tıp Fakülteleri’nde yaşanan başörtü yasağından şikayet ederken, diğer fakültelere, hatta İlahiyat Fakültelerine yasağın yayılmasına şahit olduk.
Sandıktan çıkan olumlu neticelere rağmen, bürokrasideki, üniversite yönetimlerindeki, yargının tepesindeki bu olumsuz gidişatlar bir türlü durmadı. Hatta tersine gidişatta hız kazandı.
İşte tüm bu gelişmelerde kilit nokta, cumhurbaşkanlığı idi..
Millet oyunu kullanıyor, halkın tercih ettiği çoğunluk partisi hükümeti kuruyordu. Hükümetin Milli Eğitim Bakanı da, tüm eğitim işlerinin sorumlusu sanılıyordu. Ama öyle olmuyordu. Milli Eğitim Bakanı’nın üstünde, Cumhurbaşkanı’nın kimseye sormadan, kendi takdiri ile atadığı birYÖKBaşkanı oturuyordu.. Tüm üniversiteler, onun baskısı altında idi.
Halk tercihini yapıyor, birinci yaptığı parti hükümeti kuruyordu. Biz de, o hükümetin Adalet Bakanı’nın, yargının tüm işleyişinden sorumlu olduğunu sanıyorduk.
Ama öyle olmuyordu, Yargıtay Başsavcısı’nı, Cumhurbaşkanı atıyordu. Tüm hakimlerin atamalarını, 5 üyesini Cumhurbaşkanı’nın belirlediği HSYK yapıyordu.
Rektörler, üç oy almış 200 oy almış demeden, Cumhurbaşkanı’nca atanıyordu.
Ve o cumhurbaşkanı aynı zamanda “sorumsuz” idi!
Davul hükümetin sırtında, düdük; cumhurbaşkanı koltuğunda oturanın ağzında idi..
Hükümet gidip halktan tekrar oy istediğinde, “Şunu şunu niye yapmadın” diye hesap soruluyordu.
Ama, yapılamayanların hemen hepsinin arka planında, Cumhurbaşkanı’nın engellemesi vardı.
İşte o makamdaki insan değişti dün..
İcraatları engellemek için kendisini kurgulamış Necdet Sezer gitti.. Soyadı ile bile herkese pozitif enerji dağıtan Abdullah Gül geldi..
Umarım, temel haklar konusundaki, yasaklar konusundaki ilkel görüntümüz de, bu değişiklik ile birlikte mazide kalır artık..
Konu, “Bize veya ona, şuna veya buna yakın birisinin cumhurbaşkanı seçilmesi” değil!..
Tüm Türkiye adına, herkesin güvenebileceği bir ismin o makama oturması.
Söyleyin; üniversiteye giden onbinlerce başörtülü genç kızımızın varlığına rağmen, “Başörtülü öğrencilere üniversite yasak olmalı” diyen bir cumhurbaşkanına nasıl güvenir bu millet.
Vatandaşların bir kısmını öcü gibi gören birisi tepesinde otururken, kendisini nasıl güvende hissedebilir bu halk?
Ben şahsen, Merkez Bankası’na başkan atanacağında, başkanlık adayının apartmanının kapıcısından, “... beyefendinin eşi başörtülü müdür, açık mı?” diye bir sorgulama yapılmayacağından eminimartık.. O makamın hakkını kim verecekse, o atanacaktır makama..
Ankara,İstanbul, İzmir.. Valiliğine atanacak bir isim geldiğinde önüne, hemen özgeçmişleri taranıp, “Liseyi nerede bitirmiş acaba? İmam hatip mi.” diye sorgulanmayacağından eminim ben. Halkla kim içiçe ise.. devletin asık suratını değil, güler yüzünü kim temsil ediyorsa.. hangi liseyi bitirmiş olursa olsun; işinin ehli olan kişinin atanacağından eminim...
Böylece o endişemiz de son bulacaktır artık.. “Ya gelen, gideni aratırsa?
Eskidendi o; “Ya yeni YÖKBaşkanı, eskisini aratırsa..”.. “Ya yeni vali, eskisini aratırsa..”.. “Ya yeni başsavcı, eskisini aratırsa..”..
Artık bu endişeler sona erecek..
Çünkü sağcısından solcusuna, hiç kimsede, “Sezer’i arar mıyız acaba” diye bir endişe yok bugün..
Çünkü o bürokrat atamalarının altında, artık Abdullah Gül’ün imzası olacak!
Herkesin sempatisini kazanmış Abdullah Gül!
Vakit