Eğer Suudi Arabistan’da idam edilenler arasında Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr olmasaydı muhtemelen infaz edilen diğer 46 kişi ciddi bir biçimde dünya kamuoyunun gündemine gelmeyecekti. İdamlar öncelikle İran merkezli Şii siyasal-toplumsal zeminde infiale sebep oldu. Ancak buna bağlı olarak İran-Suudi Arabistan dengesini kurmaya çalışan Batı başkentlerinde bir pozisyon alışı mecbur kıldı. Mezhep çatışması için alarm zillerinin daha güçlü bir biçimde çalmasında bölgedeki Şii toplumun öncü isimlerinden birinin idamına endekslenmesinde bir tuhaflık, tutarsızlık ve alenen bir hukuksuzluk yok mu?
Suudi Arabistan’ın hukuki-siyasi meşruiyetini Şii kimliğe yönelik aldığı kararlar üzerinden kritik etmenin bizatihi kendisi zulümdür. Çünkü Şeyh Nemr’le birlikte idam edilenlerin en az 43’ü Selefi kimliğe sahipler ve El Kaide veya IŞİD adına faaliyet yürüttükleri iddiasıyla tutuklandılar, yargılandılar ve idama mahkûm edildiler. Peki, bu kişilerin yargı süreci, tutuklulukta başına gelenler ve infazıyla alakalı kim, ne diyor? Kaldı ki bu suçlamayla infaz edilenlerin hesabını da hiç kimse tutma gereği duymuyor. Çünkü bu idamlara çok sevinenler, tebrik ve takdir edenler, destek sunanlar epeyce bir yekûn tutuyor.
İnfazlar Üzerine Kurulu İktidarlar
Şeyh Nemr’in idam edilmesiyle birlikte İran ve müttefiklerinin Suudi Arabistan’a yönelik tehdit ve şiddet içeren tepkileri mevcut gerilimin seviyesini daha bir arttırdı. Bu vesileyle hatırlamak gerekirse Bedir Tugayları başta olmak üzere Amerikan işgali sonrası sürgünde bulundukları İran’dan Irak’a dönen Şii örgütlerin ilk hedefleri Sünni direnişi hedef almak ama hassaten Sünni ulemaya yönelik suikastlar tertiplemekti. Ne yazık ki İran menşeili-angajmanlı örgütler daha sonra Irak devleti oldular ve Sünni ulema ve aydınlara yönelik olarak bu tehcir, tutuklama, işkence ve infazları sistematik olarak kullandılar. İran aynı kirli politik mekanizmayıSuriye ve Yemen’de de yürürlükte tutuyor.
İran’ın iç işleyişi ise felaket ötesi bir durum arz ediyor. Meydanlarda üçer beşer ipe çekilen adli suçluların medyaya yansıyan fotoğraf ve videolarından dahi devletin hukuki niteliği ölçülebilir. Lakin esasen gözden kaçırılmaması gereken temel mevzu şudur: Siyasi kimlikleri dolayısıyla kaç kişinin, nasıl infaz edildiğine dair neredeyse hiçbir veriye ulaşılamıyor oluşu dikkat çekicidir. Cezaevlerinde, polis sorgularında ve mahkemem safahatlarında yaşananları bırakın rejim muhalifleri üzerinden kritik etmeyi sadece ve sadece Ayetullah Humeyni döneminde devletin en üst kademesinde görev almış kadrolar üzerinden dahi analiz etsek karşımızda büyük bir dram durmaktadır.Mir Hüseyin Musevi, Mehdi Kerrubi başta olmak üzere şu kadar yıldır sistem içi muhaliflerin sesini duyan, resmini gören var mı?
Suudi Arabistan’ın idamlar üzerinden sadece İran ve Şii topluma rest çektiği, meydan okuduğu tespiti eksik ve yanlıştır. Suud hanedanı en az İran-Şii tehdidi kadar ortak Selefi kökenleri dolayısıyla El Kaide ve IŞİD cephesini de öncelikli düşman kategorisinde değerlendirmektedir.
Makul ve Makbul İdamlar
Suud yönetimi belki de yanlarına üç-beş Şii katarak durumu izah edebilecek, meşrulaştırabilecek bir iklim oluşturmaya çalıştığı da söylenebilir. Çünkü Nemr ve beraberindeki üç kişinin infazına İran, Şii toplumlar ve Batı’dan tepki gelirken diğer infazlarla alakalı hiçbir itiraz, tepki hatta memnuniyetsizlik bile ifade edilmedi. Demek ki Şiilerin idamı mezhep çatışmasını körüklerken Selefilerin idamı bunun aksine çatışma riskini ortadan kaldıran önemli bir uygulama olarak görülüyor.
İdamlara gösterilen tepkiler çifte standardı çoktan aşıyor. İşgal ve katliamları, işkence ve tehcirleri de çifte standarda tabi tutan modern siyasal kültürün idamlara yönelik gösterdiği tepkiler şaşırtmıyor insanı. Ancak bu ikiyüzlü pozisyona açık ve yüksek sesle tavır almak, reddetmek gerekiyor. Mesela dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın GeneralSisi darbesi sonrasında Mısır’da verilen bini aşkın idam kararını gündeme getirmesi son derece önemli bir pozisyon alış. İlaveten Suriye’deki işgal ve katliamlara katkısı dolayısıyla İran’ın kanlı hegemonyasına dikkat çekmesi, Nemr’in idamına tepki göstererek kendini aklayamayacağına yapılan vurgu da böyle. Ancak idamları “Suudi Arabistan’ın iç meselesi” şeklinde tanımlaması yerinde bir değerlendirme değil. Keza Sisi darbesinin arkasında en güçlü bir biçimde duran devletlerden biri de Suudi Arabistan’dı, unut(tur)mamak lazım.
Peki, bütün bu hengâme süreçlerinde Bangladeş’te birer birer idam sehpalarında katledilen Cemaati İslami lider kadrosu neden gündem olmaz ve tepki çekmez, enteresan değil mi? Abdulkadir Molla, Muhammed Kamaruzzaman, Ali İhsan Mücahit’ten sonra Bangladeş’in ırkçı Hasina hükümeti Motiur Rahman Nizami için de idam kararını onadı. Bu gibi idamlar, infazlar mezhep çatışmasına zemin hazırlama riski taşımadığı, despotik iktidarlar ve Batı için istikrarı sağladığı için ‘anlayışla’ karşılanıyor. Modern devlet ve toplum bütün ilişkileri rasyonelleştirdiği için bu kadar anlayışı da onlara çok görmemek icap eder!