Esma-i hüsna / Allah’ın güzel isimlerini nasıl anlayacağız?

​​​​​​​Allah’ın isimleri meselesini iyi öğrenmeyip bu konuda yanlış yapmak, sağlam bir iman açısından çok tehlikeli bir şeydir, bundan ancak sağlıklı bir bilgi ile kaçınmak mümkün olur.

Faruk Beşer / Yeni Şafak

Esma-i hüsna güzel isimler demek. Bu nitelemeyi kendi isimleri için bizzat Allah kullanıyor. Peki Allah’ın isimlerine neden ‘güzel isimler’ denmiş? Şunlar için olabilir:

Beşer aklı Allah’ın zatını ve mahiyetini kavrayamaz. Çünkü bu terazi bu kadar sıkleti çekmez. O halde onu öğrenmenin yolu O’nu isimleriyle ve sıfatlarıyla, yani bir bakıma yaptıklarıyla bilmektir. Onun için ‘Allah’ın zatını düşünmeyin, nimetlerini düşünün’ anlamında bir hadisi şerif vardır. İkinci olarak bu isimler güzel, yani Cemil olan Allah’ı bize tanıtır ve her biri de yüce ve güzel bir manaya delalet eder, güzeli tanıtan da güzeldir. Üçüncü olarak bu isimlerle dua etmek duanın kabulünü kolaylaştırır. Dördüncü olarak bu isimlerin bilinmesi güzel ve şerefli bir bilgidir, onun için bu isimler ‘esma-i hüsna’dır, güzel isimlerdir.

Allah’ın isimlerinin sayısı sınırsızdır. Bir hadiste O’nun doksan dokuz isminin zikredilmesi ve ‘Allah’ın doksan dokuz ismi vardır ki, kim onları bellerse cennete girer’ buyrulması, bu kadarının öncelikle önemli olması sebebiyle olabilir. Böyle bir sayı verilerek belki de bir müminin asgari olarak Esma-i Hüsna’dan bu kadarını ezberlemesi teşvik edilmiştir. Bu sayılan kadarıyla O’nun isimlerini anlamlarıyla bilen bir mümin Allah’ı doğru tanımış olur.

Bu hadisi şerifin anlamını verdiğimiz kısmı sahih olmakla beraber, hadiste sayılan isimlerin bazıları sahih olmayan rivayetlerle hadiste sayılanlara eklenip isimler 99’a tamamlanmıştır. Ancak bu eklenenler de başka farklı yollarla tespit edilmiş olmakla bu isimler konusunda ümmetin adeta bir ittifakı ve icmaı oluşmuştur.

Diğer yönden, ‘Allah’ın doksan dokuz ismi vardır ki, kim onları bellerse cennete girer’ anlamındaki hadis, O’nun isimleri bunlardan ibarettir demek değildir,

O’nun isimlerinden doksan dokuzu vardır ki, anlamındadır. Bunları belleme/ihsa da salt ezberleme değil, anlamlarıyla birlikte bilmedir. Çünkü ancak o zaman bu isimleri bilmenin semeresi ortaya çıkmış olur.

Allah’ın isimleri O’nun bir özelliğini/sıfatını anlatıyor olsa da zatına işaret eder. Mesela O er-Rahim’dir, bu O’nun zatının bir ismidir. Ama bu ismin ifade ettiği özellik olarak merhamet etme, yani rahmet O’nun bir sıfatıdır. O el-Alîm’dir, bu onun bir ismidir. Ama bu ismin O’nda işaret ettiği özellik/sıfat olarak ilim/bilme, bir sıfattır. er-Rezzak bir isimdir, ama bu ismin delalet ettiği rızkı veren olma özelliği bir sıfattır. Buna göre Allah’ın fiilleri de aynı zamanda O’nun birer sıfatını anlatır. Ama O kendisi isim olarak zikretmemişse faili Allah olan bir fiilden O’na isim türetilemez. Çünkü ‘O’nun isimleri tevkifidir’ sözü bu işin kuralıdır. O’nun fiillerinden O’na isim türetilmez, mesela Kuranıkerim’de, ‘güldüren O’dur’ dendiği halde Allah’ın bir ismi de Güldüren/el-Mudhik’tir denemez. Buradan hareketle bazı alimler Allah’ın sıfatlarını ‘zati ve fiili sıfatlar’ diye ikiye ayırırlar. Bazıları da selbi/tenzihi, subuti/fiili diye ikiye ayırırlar. Matüridiler bütün sıfatları kadim kabul ettikleri için bütün fiili sıfatları ‘tekvin’ sıfatı ile ifade ederler. Bazı alimler de Allah’ın bütün isim ve sıfatları yedi isimde ya da sıfatta toplanabilir, bunlar: Hayat, ilim, sem’ basar, irade, kudret ve kelam’dır derler. Bütün bu ayırımların hedefi Allah’ı O’na yaraşır şekilde, O’nun belirlediği isimlerle hatasız olarak anlatabilmektir.

Allah’ın isimleri ‘tevkîfi’dir demiştik. Bu kelime meselenin anahtar kuralıdır. Durdurulmuş, dondurulmuş, üzerinde oynanmaz, ekleme ve çıkarma yapılamaz demektir. Sahibi, bu isimleri ifade ettikleri manayı bildiği için kendisine isim yapmış ve bunların neler olduğunu bize O bildirmiştir. Beşer O’na bir isim vermeye kalkarsa bu ismin O’nu tam ifade edip etmediğini bilemeyeceği için hata yapar. O halde bir isme bu Allah’ın ismidir denebilmesi için onun mutlaka Kuranıkerim’de Allah için isim olarak zikredilmiş olması, ya da bunu Resulüllah’ın bildirmiş ve onun bildirdiği bize mütevatir yolla gelmiş olması gerekir. Çünkü onun bildirdiği de Allah’ın onayıyladır. Bazılarına göre Resulüllah’ın isimlendirmesinin sahih yolla gelmiş olması da yeterlidir.

Allah için söylenmesi caiz olmakla beraber isim olarak zikredilmeyen sözler O’na isim olarak verilemez. Mesela Allah’ı anlatmak için O mürîddir, mevcuddur denebilir. Allah şunu yapar, bunu yapar anlamında bir fiil ifade eden sıfatları da O’nun ismi olarak görülemez. Mesela ayette Allah için ‘faliku’l-habbi ve’n-neva’, ‘daneyi ve çekirdeği patlatıp bitiren O’dur’ denmiş olmasından hareketle bundan Allah’a müstakil bir isim çıkarıp O’na el-Falik/patlatıp bitiren denemez.

Allah’ın hem isimleriyle hem sıfatlarıyla yemin ve istiaze/sığınma edilebilir, mesela Rahman’a yemin olsun ki, Rahman’a sığınıyorum dendiği gibi, Allah’ım senin rızana sığınıyorum da denebilir. Ama dua sadece O’nun isimleriyle yapılır fiili sıfatlarıyla yapılmaz.

Bazı alimler Esma-i Hüsna konusunda şöyle bir inceliğe de dikkat çekerler: Tek yönlü kullanılması uygun görülmeyen, tıpkı ‘kaderin hayrını da şerrini de yaratan Allah’tır’ denmesi ama tek başına ‘Allah şerrin yaratıcısıdır’ denmesinin güzel olmaması gibi. Tek başına kullanıldığında Allah’a olumsuzluk nispet edermiş gibi anlaşılabilen bazı isimler ancak zıddıyla birlikte kullanılırsa bir isim gibi olur ve Allah için olumsuz bir mana ifade etmemiş olur: Mu’tî/Mani’ (veren ve kısan), Nâfi’/Dârr (zararın da kârın da yaratıcısı), Râfi’/Hâfid (yükselten ve alçaltan), Afüv/Müntekim (Affeden ve cezalandıran), Muhyi/Mümît (Can veren ve öldüren), Bâsit/Kâbid (Genişleten ve daraltan), Muizz/Müzill (Aziz kılan ve zelil eden), Mubdi’/Mu’îd (ilk yaratan ve bunu tekrar yapacak olan), Mukaddim/Muahhir (öne geçiren, geri bırakan), Evvel/Âhir (önceden var olan, sonra da var olacak olan), Zahir/Batın (Zahirde de bâtında da var olan), Hâdi/Mudıll (hidayeti de dalaleti de yaratan) gibi. Bunların olumlu yönleri ise tek başına kullanılabilir, mesela ya Hâdî denebilir.

‘Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın’, yani O’nun sıfatlarını edinin anlamında bir hadis naklederler. Ancak bu sözün bir hadis olarak aslı yoktur. Bununla birlikte Gazali bunun varsayılması halinde anlamının şöyle olabileceğini söyler: Mesela Allah Rahîm ise, siz de merhametli olun demektir der.

Mutezile Allah’a sıfat nispet etmenin, sanki sıfat O’nun zatından ayrı bir şeymiş gibi bir ikilemi akla getireceği, bunun da Allah’ı her bakımdan tevhide / bir bilmeye aykırı olacağı düşüncesiyle uygun olmadığını söyler. Bu hassas bir düşünce olmakla beraber doğru değildir, çünkü o takdirde isim için de aynı şey söylenebilir. Oysa bizzat Allah kendisine isim nispet etmektedir. Kaldı ki, her bir isim, kendi içinde zaten o ismin ifade ettiği sıfatı da barındırır.

Allah kendi isimleri konusunda yanlış yapılmasını ilhad/sapma diye niteler. ‘En güzel isimler Allah’ındır, O’na bu isimlerle dua edin ve O’nun isimleri konusunda ilhad edenlerden/sapanlardan olmayın. Onlar yaptıklarının cezasını çekecekler (A’râf 180)’ buyurur. Demek ki, Allah’ın isimleri meselesini iyi öğrenmeyip bu konuda yanlış yapmak, sağlam bir iman açısından çok tehlikeli bir şeydir, bundan ancak sağlıklı bir bilgi ile kaçınmak mümkün olur.

Allah’ın isimleri konusundaki ilhad/sapma şöyle izah edilir: Allah’ın isimlerini O’ndan başkası için de kullanmak, putlara ilah demek, bir insana er-Rahman demek gibi. Ya da Allah’ı O’na yakışmayan bir isimle isimlendirmek, Allah Baba demek gibi. Yahut Allah’ı küçültücü bir şeyle isimlendirmek, ey böceğin tanrısı, demek gibi (Razi). Ya da bu sapma Allah’ın isimlerini inkâr etmekle olur. Müşriklerin, Rahman da neymiş demeleri gibi.

İslam Düşüncesi Haberleri

Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı
Yaratılış gayesinden uzaklaşan insan huzurlu olamaz!
Öncelikli hedef neden tağuti otoritedir? Ve asabiye gündemleri geri itilmelidir!