TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun 79 baro başkanıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyareti “milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz şu günlerde” söylemiyle iş çıkarmaya pek hevesli olanlar için ‘ilaç’ gibi gelmiş anlaşılan. Feyzioğlu ailesinin Kemalist iktidar sınıfları nezdindeki yerini bilenler açısından bu ziyaret elbette küçümsenemez. Hem de daha iki yıl önce Danıştay’ın 146. Kuruluş yıldönümü töreninde yaptığı sistematik saygısızlığa rağmen durum böyledir.
TBB Başkanı Feyzioğlu’nun içinde yer aldığı Kemalist oligarşi unsurlarının hepten itibar kaybettiğini, toplumun temsili ve devletin işleyişinde görünür gelecekte etkin ve belirleyici olma ihtimallerinin sıfırın altında seyrettiğini itiraf ettiklerine şahit olmak güzel bir duygu. Kürsüden topuk selamıyla selamlamaya mecbur kaldıkları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasal ve toplumsal meşruiyeti kamuoyu önünde fiilen ikrar etmişlerdir.
Ders Veremedi, İltifat Etti
TBB’nin ortak kararı olarak okunduğu anlaşılan metinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Başbakan Yıldırım’a ve Adalet Bakanı Bozdağ’a özel ve özenli saygı ifadelerin kullanılması bürokratik oligarşi ile siyaset arasındaki değişen dengelerin göstergesidir. İlaveten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ‘yürek ferahlatan ve ülkeyi büyük felaketin eşiğinden döndüren liderlik’ vasıflarıyla anarken Atatürkçülük ve Kemalizmi anmaksızın Kuvay-i Milliye ruhuna yönelik referans bildirmekle ders verme, rota çizme, had bildirme, şantaj ve tehdit savurma dönemlerinin çok gerilerde kaldığı da iyice belirginleşmiş oldu.
Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan ne dedi ve nasıl söyledi aynı toplantıda? Hem ‘vatan, millet, Sakarya!’ edebiyatıyla ülke ve toplum üzerinde uzun yıllar boyunca hegemonya kuran Ulusalcı-Kemalist sınıflara hem de AB ve ABD’ye 15 Temmuz direnişi vesilesiyle bir kez daha asla saygı duyulamayacağının iyice anlaşıldığını ifade etti Erdoğan. Yalan ve hamasetten ibaret söylemlerle ülkeye tasallut eden iktidar seçkinlerini yerden yere vurduktan sonra Cumhurbaşkanı’nın kurduğu iki cümle şöyle: “15 Temmuz’da darbeci teröristlerin silahları ölüm kusmaya başladığında bu istismarcıların hiçbiri ortada yoktu. Sokakları dolduranlar, tankların önünde yatanlar, namluların karşısına dikilenler seçkinler değil bu ülkenin ortalama vatandaşıydı.”
Mustafa Kemal’in Askerlerinin ülkeyi darbeden biz kurtardık masalının sadece toplumda değil Cumhurbaşkanı Erdoğan nezdinde de bir karşılığı yok. Kimi liberal-sol çevrelerin oluşturmak istediği Erdoğan ulusalcılarla ortak cephe kurdu anlatısı için de benzer durum sözkonusu. Ayrıca kimi ‘rakipsiz Erdoğansever’, ‘aşırı Reis sevdalısı’, ‘iflah olmaz Tayyipçi’ rolleri kesen gazeteci-yazar kliklerinin güzelleme yapmaya pek heveskâr oldukları gibi “kutuplaşmayı bitirecek, devletin bekasını temin edecek olan Erdoğan ile ulusalcıların kotaracağı ortak bir seferberlik hali” filan da yok ortalıkta. Bunların kimi hayal kimi kurgu kimi de halüsinasyon açıkçası.
Darbeye karşı açıktan direnmemiş veya önceki dönemlerde girişilmiş darbeleri doğrudan ya da dolaylı olarak desteklemiş hiçbir çevre ya da kuruma yönelik en ufak bir iltifat, takdir veya yakınlaşma cümlesi bulunmuyor Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cümlelerinde. Aksine soruşturma ve tutuklamaların hukuki çerçevede yürütüleceğine yapılan vurguyu takip eden beyanıyla tarih yapıcı, sistem değiştirici kudretiyle bir bütün olarak halkı merkeze şöyle koymaktadır: “Darbe girişimi gecesi yaşananları eleştirenlerin amacı, Türkiye’nin yaşadığı tehlikenin büyüklüğünü gözlerden kaçırmaya çalışmaktır. Hiç kimsenin iftihar verici görüntüye gölge düşürmeye hakkı yoktur. Bu millete saygı duyulur, bu millet alnından öpülesi millettir.”
Direnmedi Ama Direnmiş Sayalım
15 Temmuz sonrası ortaya çıkan kaostan CHP ve bilumum ulusalcı-sol Kemalist çevre maksimum düzeyde istifade etmek üzere tam tekmil sahaya özellikle de medyaya yüklendi. Mesela Yenikapı’da yapılan mitingin asli unsurları sanki Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte darbeye karşı ilk andan itibaren direnç gösteren AK Parti ve MHP değilmiş gibi CHP’nin katılıp katılmaması üzerinden yoğun bir tartışma yürütüldü.
Bu fırsatı kaçırmayan Kılıçdaroğlu’nun “Darbeleri yok etmenin tek yolu cumhuriyetin kurucu değerlerini diriltmektir” beyanıyla birlikte tekrardan Kemalist-Atatürkçü dayatmalar start aldı, laikliğin ne büyük bir nimet olduğu plağı çaldı da çaldı. CHP’yi itmek gerekmiyor ama somut hiçbir tavır almamış, üç cümleyle olsun direnişe katkı sağlamamış üstelik de ideolojik ve kurumsal olarak darbecilikle malul bir partiyi “demokrasi kahramanı, milli birlik ve beraberliğin en güçlü teminatı” şeklinde pazarlamaya kalkışmak ne edeple ne de mantıkla bağdaşır.
Elbette Bahçeli liderliğindeki MHP’nin gönüllü ve kararlı bir biçimde yer aldığı darbeye karşı direniş cephesine CHP’yi de katmanın faydaları olur. Yalnız CHP’yi sadece Fethullahçı şebeke ve PKK güdümlü HDP’nin tasallutundan uzak tutmak yeterli olmaz. Esasen onu en önce temsil ettiği Kemalist ideoloji ve pratiklerinden arındırmak icap ediyor. Eğer yeni bir Türkiye idealine gerçekten inanılıyorsa CHP’nin yeni anayasa süreci başta olmak üzere değişim-dönüşüm planlarını tıkamasına, ifsat etmesine ve resmi ideolojiyle harmanlamasına engel olunmalıdır. CHP ve Kemalist unsurların siyaset ve toplumu değil, siyaset ve toplumun CHP ve Kemalist unsurları dönüştürmesinden başka sağlıklı seçenek yok önümüzde. Herhalde “ülkemiz birlik beraberlik içinde olsun da laiklik, ulusalcılık ve Atatürkçülük dayatmalarına toplum olarak razıyız” dememizi beklemiyorlardır.
Yeni Akit