Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yapısal olarak yeni bir yönetim biçimine geçti. Yeni sistemin avantajları ve dezavantajlarının ne olduğu daha önceki referandum sürecinde de çok tartışılmıştı. Aradan geçen bunca zamandan sonra 24 Haziran seçimleri ile birlikte gelinen nokta o dönemde yapılan lehte ve aleyhte yorumları artık işlevsiz kılmakta. 24 Haziran seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte Türkiye artık fiilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmiş oldu. Bundan sonraki süreç referandum döneminde lehte ve aleyhte yapılan yorumların hangisinin baskın çıkacağının görüleceği uygulamalı bir geçiş süreci olacak.
Cumhuriyet Tarihi Boyunca Süregelen Sistemde Restorasyon İhtiyacı ve AK Parti Dönemi Restorasyon Hamlelerinin Farkı
Türkiye’de Osmanlı’dan sonra geçilen cumhuriyet rejimi modelinin ilk kez biçimsel anlamda dönüşüm geçirmediği malum. Sistem ve direksiyonu elinde bulunduran (bazen açık bazen gizli; bazen sivil, bazen de askeri) muktedirler ihtiyaç gördükleri her durumda birçok kez sistemin restorasyonu yoluna gitmişlerdir. Tüm bu süreçler boyunca girişilen her restorasyon (Türkiye’de ordu imzasıyla yapılan darbeler de bu restorasyonun bir parçasıydı) hamlesiyle birlikte kamuoyuna onların lehine olacak türden vaatlerde bulunulmuş ancak bu vaatlerin birkaç istisna dışında pratiğe yönelik kayda değer yansımaları olmamıştır. Düzenin işleyişini mündemiç ve Cumhuriyet tarihi boyunca peyderpey oluşturulan resmi-ideolojik öz her daim korunmuş ve hatta pekiştirilmiş; başka bir deyişle restorasyon hamleleri toplumun maslahatından ziyade laik-Kemalist düzenin muhafazasına yönelik olmuştur.
AK Parti’nin çeyrek asra yaklaşan iktidarı dönemine bakıldığında ise cari sistemde restorasyon ihtiyacı devam etmekle birlikte yapılan iyileştirmeler daha çok uygulama alanına yönelik olmuştur. Bu dönemde toplumun temel hak ve özgürlükler alanını alabildiğine daraltan, insanları ikircikli kimliklere ve ikiyüzlü davranmaya iten birçok kanun ve uygulamada rehabilitasyona gidilmiştir. Bu bağlamda örneğin “öğrenci and”ı dayatmasının kaldırılmasından başörtüsü yasağına, inanç özgürlüğü alanının TSK da dahil sivil-askeri bürokrasinin tekelindeki kurumlara kadar genişletilmesinden eğitim alanına yayılan birçok değişiklik sıralanabilir. Yine sistemin temel kriz noktalarından birisi olan Kürt sorunu noktasında perspektif, retorik ve uygulamalara yansıyan değişim ve bu bağlamda yakın siyasi tarihle yüzleşme politikaları, köy isimlerinin iadesi, kısmen de anadil eğitiminde alınan mesafe bu olumluluğu pekiştiren önemli politikalar olarak zikredilebilir. Ek olarak AK Parti iktidarı dönemlerinde bir anlamda “Eski Türkiye”den kopuşu ifade eden en önemli restorasyon hamlesi ise şüphesi ki dış politikada meydana gelmiştir. Hariciye Nezareti sistemin tarih boyunca resmi-ideolojik kulvarda tutmaya ısrar ettiği ve hemen hemen her iktidara aslında muktedir olmadığını hissettiren en temel alanlardan ikincisiydi. Bu kurumlardan birincisi ise bilindiği gibi Ordu idi. AK Parti iktidarları döneminde Ordu veya askeri bürokrasideki resmi-ideolojinin muhafızı militarist unsurlar ciddi anlamda geri püskürtülürken bu alandan dışlanmış dindar insanların gaspedilmiş hak ve özgürlükleri iade edildi. Dolayısıyla Ordu normalleşmenin his edildiği başlıca kurumlardan birine dönüştü. Hariciye veya dış politikada ise perspektif, retorik ve uygulamalar bazında “eski düzen”den ciddi bir kopuş baş gösterdi. Bu bağlamda Ortadoğu’da yüzünü Müslüman halkların sorunlarına yönelten, batı ile ilişkilerde ise mümkün olduğunca değerleri öne çıkaran Dış Politika, AK Parti döneminde gerçekleştirilen ve “Eski Türkiye” ile bariz farklılık taşıyan önemli restorasyonların başında gelmektedir.
AK Parti döneminde sistemde girişilen restorasyon hamlelerinin birkaç açıdan öncekilerden farkı bulunmaktaydı. “Eski düzen” ve kodamanları restorasyonu laik-Kemalist düzenin muhafazası ve pekiştirilmesi için bir gereklilik olarak görürken ve bu bağlamda “devlet için” yaparken AK Parti iktidarı döneminde siyasetin yüzü “devlet”e değil “halk”a dönmüştür. Dolayısıyla burada bir perspektif değişimi yaşanmıştır. Öte yandan AK Parti iktidarı restorasyonu sistemin biçimsel formundan ziyade daha çok resmi-ideolojik yapısını içkin uygulamalarında gerçekleştirme temayülünde olmuştur. Sistemin doğurduğu birçok kronik sorunun üzerine gidilirken onun üzerine kurulduğu resmi-ideolojik çerçeve ve meşruiyetine yönelik tartışmalara girmekten mümkün olduğunca kaçınmış, kendince temkinli bir siyaset izlenmeye çalışılmıştır. Başka bir deyişle AK Parti iktidarı, toplumun lehine ve resmi-ideolojik düzenin aleyhine yaptığı birçok değişiklikte bile kartları açık oynamaktan çekinmiş, tabiri caizse ayı ile dalaşmaktansa köprüyü geçinceye kadar çalıyı dolaşmayı tercih etmiştir. Belki de ilk kez 27 Nisan E-Muhtırası sürecinde ayıyla doğrudan dalaşmayı göze almış ve bu cesur adımının da verdiği özgüvenle sonraki süreçlerde “eski düzen”in bekçisi kişi-kurum ve kadrolar karşısında daha dik durmayı başarmıştır. Ne var ki önce Gezi Olayları benzeri birkaç girişim sonrasındaysa 15 Temmuz darbe girişimini müteakip toplumsal paranoyayı besleyen garip bir “beka” vurgusuyla yeni süreçte köprüyü geçene kadar “ayı”yla birlikte yürüme gibi son derece tehlikeli bir tutum içerisini girdiğini/gireceğini hissettirmeye başlamıştır.
Dolayısıyla AK Parti’nin çeyrek asra yaklaşan iktidarı döneminde “eski düzen” ve iktidarların “devleti-rejimi muhafaza” öncelikli restorasyon çabasının aksine “toplumun maslahatı, hak ve özgürlükler öncelikli” birçok restorasyon hamlesinde bulunduğu ve bunlarda büyük oranda istenen sonuçları da aldığı doğrudur. Ancak bu kazanımları anayasal güvence altına alma ve dolayısıyla koruma noktasında çok ciddi bir ihmal içerisinde olagelmiştir. Önce ayı ile dalaşmak yerine çalıyı dolaşma, sonra bir ara ayı ile doğrudan dalaşma ve derken şuanda olduğu gibi ayı ile birlikte yol alma şeklinde özetlenebilecek yürüyüş taktiklerinde temel stratejisi “köprüyü aşmak” olmuştur. Bu ise parti literatüründe “adalet” ve “kalkınma” hedeflerini gerçekleştirmek; Türkiye’yi teknolojide kendine yeter; içte vatandaşları arasında barışı tesis etmiş; uluslararası ilişkilerde sözü dinlenen temel bir bölgesel aktör; insan haklarına saygılı ve “çağdaş uygarlık seviyesi”ne ulaşmayı sağlamış bir gelecek tasarımına tekabül etmektedir. Nitekim bu tasarım 2023, 2053, 2071 hedefleri olarak kalıplaşmıştır ki bu durum “eski Türkiye” – “Yeni Türkiye” terkipleriyle karşılık bulmaktadır. Peki, “Eski Türkiye” gerçekten eskide mi kalmış; iddia edildiği gibi “Yeni Türkiye” hedefi gerçekleşmiş midir?
“Yeni Türkiye” Hedefine “Eski Türkiye”nin Tortularıyla Yol Almak…
“Eski Türkiye”nin çok da eskide kalmadığı ve dolayısıyla “Yeni Türkiye” hedefinin henüz gerçekleşmediğini gösteren birçok işaret bulunmaktadır. Buna birçok tekil örnek verilebilir ancak bütün olarak bakıldığında şu tespiti yapmak belki durumu özetleyecektir: AK Parti, yukarıda özetlendiği şekilde çeyrek asra yaklaşan iktidarı boyunca perspektif, retorik ve pratik politikalar düzeyinde “Eski Türkiye”yi çağrıştıran birçok alanda çok önemli değişikliklere imza atmıştır. Ancak bu kazanımları muhafaza edip kalıcı kılacak uygulamaları henüz başaramamıştır. AK Parti iktidarı, toplumun lehine tüm bu değişiklikleri “Eski Türkiye” sisteminin sunduğu verili formlar içinde ve onun anayasasını muhafaza ederek gerçekleştirmiştir. Kendisi de “Eski Türkiye”nin ve onun dayandığı resmi-ideolojik çerçevenin muhafazası için darbe yönetimleri tarafından inşa edilmiş kurumların kadro ve perspektif düzeyinde ıslah edilmesi yoluyla ciddi başarılara imza atılmıştır ama tüm bu kurum ve kuruluşların üstünde belirleyici bir öneme haiz olan “Eski Türkiye”nin darbe ürünü Anayasasının bu kısmi restorasyonu korumaya elverişli olmadığı, AK Parti’nin vizyon ve stratejisindeki gelecek tasarımını ise mümkün kılmayacağı açıktır. Dolayısıyla Anayasa gibi belirleyici önemdeki bir konuda bile hala “Eski Türkiye”nin cari olduğu bir vasatta “Yeni Türkiye” terkibi dört başı mamur bir sistem veya gerçekliği değil olsa olsa bir arzuyu veya hayali ifade ettiği söylenebilir. Arzu, beklenti ve hayalleri ise gerçeklikle karıştırmamakta yarar var.
AK Parti iktidarı parlamentoda salt çoğunluğu elinde bulundurduğu zamanlarda bile maalesef haklı-haksız, gerekli-gereksiz nedenlerle Anayasa meselesini bir türlü sonuçlandır(a)madı. Bu konu çeşitli zamanlarda kamuoyunun gündemine sokulmasına rağmen hep bir boşlukta kala geldi. Cari sistem ve onun anayasası ile daha fazla yol alınamayacağının parti ve Recep Tayyip Erdoğan da farkında nitekim. Muhtemelen bu farkındalıktan ötürü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçme kararı alındı. Bu son restorasyonla ise nelerin değişeceği veya pratikte ne tür değişikliklerin mümkün kılınacağı sorusu şimdilik büyük bir muamma. Bu bağlamda yapılan vaatler arasında mesela “Bir daha darbe olmayacak” vaadinin bu değişiklikle gerçekten karşılanıp karşılanmayacağını zaman gösterecek ama (inşallah) “Darbe rezaletinin bir daha yaşanmayacağı bir Türkiye”, “Yeni Türkiye” olmaya yetmez ama bu çerçevede başarılmış büyük bir kazamın olacağı kesin.
Meseleyi somuta indirgediğimizde ise aktüel olan bir konudan örnek vermek belki meramımızı vuzuha kavuşturacaktır. Malum, şu günlerde milletvekilleri ve Cumhurbaşkanının işbaşı yapması için “yemin metni” seremonisi bir kez daha tekrarlandı. Yani “Yeni Türkiye” yolunda atılmış en büyük adım olarak lanse edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemine bile “Eski Türkiye”nin resmi-ideolojik tortuları içerisinde geçildi!
Aslında Türkiye’de parlamentoda değişik zamanlarda mükerreren tartışmalara ve hatta en son Leyla Zana örneğinde de görüldüğü üzere mağduriyetlere konu olan bu örneğin kendisi bile “Eski Türkiye”nin ne kadar eskide kaldığı ve “Yeni Türkiye”nin gerçekleşip gerçekleşmediğinin temel bir göstergesi, “Eski Türkiye” ile “Yeni Türkiye” arzusu arasındaki gerilimin can alıcı sembolik bir örneği olmaktadır. Bir farkla ki bu konuda “Yeni Türkiye” arzusunun öncüsü olan AK Parti’nin (tek tek fertler ve tabandaki algı bir yana) tüzel kişilik düzeyinde bu noktada bir duyarlılık içinde olmadığı anlaşılıyor. “Yeni Türkiye” vaadinde bulunan, kamuoyuna geniş özgürlükler vaat eden ve İslami duyarlılık çizgisinden gelen hatta dışarıdan bakıldığında adeta İslamcılığın sancaktarlığını yapıyor olmakla nitelendirilen bir kadronun siyaset kurumunu ve siyasetçiyi ikiyüzlülüğe iten, İslam itikadının temel umdeleriyle ve de tarihi gerçeklerle asla bağdaşmayan bu yemin metni karşısında etnik milliyetçi kaygılarla hareketle de olsa bir HDP kadar bile cesur ve istekli olmaması çok üzücü. Bu konuyu dile getirenlerin ise çeşitli zeminlerde adeta “marjinal” ve “radikal” addedilerek küçümsenmesi de çok garip.
Hâlbuki mevcut Cumhurbaşkanlığı yemin metninin kendisi darbe ürünü olup siyaset kurumu ve siyasetçiye yönelik ciddi bir dayatma, onun özgürlüğünü kısıtlayan açık bir hak gaspıdır. Siyasetin bizatihi kendisinin özgürlük sorunu yaşadığı bir ülke veya düzende ise vatandaşın nihai kertede kendini özgür ve güvende hissetmeyeceği açık. Dolayısıyla ilk defa 2016’da gündeme getirilen ancak bugünkü müttefik MHP’nin ayak sürçmesi sonucunda ve ek olarak AYM’nin işgüzarlığıyla değiştirilmesi engellenen bu resmi-ideolojik yemin dayatması saçmalığına AK Parti çeyrek asra yaklaşan iktidarında şimdiye kadar çoktan bir son vermiş olmalıydı. Maalesef dün ısrarla atılması gerekip de atılması ertelenen adımlar Yemin dayatması örneğinde olduğu gibi siyaset kurumunun başındaki iktidarı da geniş özgürlükler, adalet ve kalkınma hamleleriyle donanmış “Yeni Türkiye” özlemini de çelişkiye boğmaya devam edecektir.
*
EK:
CUMHURİYET’İN KURULUŞUNDAN BU YANA CUMHURBAŞKANLIĞI YEMİN METNİNİN SEYRİ
1924 Anayasasında:
“Madde 38: Reisicumhur intihabı akabinde ve Meclis huzurunda şu suretle yemin eder: (Reisicumhur sıfatı ile Cumhuriyetin kanunlarına ve hakimiyeti milliye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk Milletinin saadetine sadıkane ve bütün kuvvetimle sarfı mesai, Türk devletine teveccüh edecek her tehlikeyi kemali şiddetle men Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ilaya ve deruhde ettiğim vazifenin icabatına hasrınefs etmekten ayrılmıyacağıma Vallahi”
1928’deki Anayasa değişiklikleri ile kazandığı form ve içerik:
“Madde 38- Cumhurbaşkanı, seçiminden hemen sonra Meclis önünde şöyle andiçer:
‘Namusum üzerine söz veririm ki: Cumhurbaşkanı olarak, Cumhuriyet kanunlarını, milletin egemenlik esaslarını sayacağım. Ve bunları müdafaa edeceğim. Türk milletinin mutluluğuna bütün bağlılığımla, bütün kuvvetimle çalışacağım. Türk Devletine yönelecek her tehlikeyi en son şiddetle önleyeceğim. Türkiye’nin şanını, şerefini koruyup yükseltmek, üstüme aldığım görevin isterlerini yerine getirmek için olanca varlığımla çalışmaktan asla ayrılmıyacağım.”
1960 Darbesiyle kazandığı form ve içerik:
“Madde 96- Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde şöyle and içer: “Cumhurbaşkanı sıfatiyle, Türk Devletinin bağımsızlığına, Vatanın ve Milletin bütünlüğüne yönelecek her tehlikeye karşı koyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğini ve Anayasayı sayacağıma ve savunacağıma; insan haklarına dayanan demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden ve tarafsızlıktan ayrılmıyacağıma; Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini koruyup yüceltmek ve üzerime aldığım görevi yerine getirmek için bütün gücümle ve varlığımla çalışacağıma namusum üzerine söz veririm.”
1980 Darbesiyle kazandığı form ve içerik:
“MADDE 103. – Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer: “Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, (..) Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”