Eski Said’le Yeni Said’i Niçin Ayrıştırıyorlar?

HAMZA TÜRKMEN

Cenaze namazından sonra Fatih Camii avlusundan şu tweet’i atmıştım: Salih Özcan.. 1960’larda Hilal Dergisi’yle bizi ıslah kuşağı ile tanıştırdı.”

Aslında dergi Kasım 1958’de çıkmıştı. Onun aracılığı ile her ay Cezayir’den, Filistin’den, Kafkasya’dan veya Pakistan’dan Kenya’ya kadar ilk bilgi kanallarımız kurulmaya başlamıştı. Özcan’ın 1957’de kurduğu Hilal Yayınları da dergi okuyucusu için Mevdudi’nin Kelime-i Şehadet, Hak Din, İslam İnkılâbı; A. U. Kurucu’nun İslam Şairi Dr. Muhammed İkbal’ı, E. H. El Nedvi’nin Zulmeti Yıkan Nur’u ve N. F. Kısakürek’in İdeolacya Örgüsü’nü yayına hazırlamıştı.

Hilal, İslam’ın ulvi gayelerine hizmet etmek için çıktığını ilan etmişti. Herhangi bir zümrenin emrinde ve propagandacısı olmadıklarını; ama İslam davasına hizmet eden ve Allah yolunda bulunanları müdafaa ettiklerini ve günlük siyasetin emrine girmeyeceklerini müteaddit defalar ilan etmişti.

Bu bağlam çizgisinde de Said Nursi’nin Risaleler’inden güncel fıkhımızla ilgili ve usûli konularda önemli gördüğü bazı bölümleri neşretmişti. Salih Özcan aynı zamanda Nursi’nin ümmet coğrafyası ile irtibat kanalı olmuştu.

Özcan bizzat Nursi’nin sağlığında hem onun pozitivizme cevap verme kaygısıyla da yazdığı Risaleler’ini çevirttirerek diğer coğrafyalardaki Müslümanlara ulaştırmıştı; hem onun ümmet coğrafyasında gözü-kulağı olmuştu (‘Seyyid Salih Özcan - Bediüzzaman’ın Hariciye Vekili’ A. Özer).

Said Nursi’nin ‘Euzu billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyase’ ifadesiyle siyaset ile şeytanı bir tutan yaklaşımının arka planı önemlidir. Bu söz 1918-23 yıllarında siyasetin dine muhalif bir kesimin eline geçtiği zamanda söylenmiştir. Eski Said, ‘Siyaseti İslamiyet’in hakâikine bir hizmetkâr, bir alet’ yapmaya çalışmıştır (Hutbe-i Şamiye, s.52). Ama Yeni Said döneminde siyasete katılım araçları tamamen kullanılamaz hale gelmişti. Tuğyan her yeri kaplamıştı.

Ama 1948’den sonra bazı açılımlar olunca yine siyasetle bir araç olarak ‘Hürriyet-i şer’iyeye vesile’ olması için ilgilenmeye başlamıştır. Yeni Said’le Eski Said’in buluşma eğilimini kavrayan; ayrıca Kur’an ve Sünnet ilkelerini öne geçirmeye çalışan en önemli şakirtlerinden birisi Salih Özcan olarak belirmiş ve vefatına kadar da iltifatına mazhar olmuştur.

Meğer Eski Said veya Birinci Said dönemine, Yeni Said’ciler oldukça karşıymışlar. Yeni Said’e çakılıp kalanların Eski Said’e uzaklıklarının işareti Salih Özcan’ın vefatıyla bir kere daha ortaya çıktı... Yeni Asya’nın ve izdüşümlerinin tezviratı ile, Gülen Cemaati’nin taziye ilanı dışındaki suskunluğu…

Çünkü ‘Eski hal’, zamanı geçmiş içtihadların değil, hükmün illetinin kalktığı bir tarihi süreçti. Ama tarihin akışı Müslümanların uyanış imkanlarından yana akmaya başlayıp Eski hal ile illet bağları yeniden kurulunca, Said Nursi de siyasi içtihadlarını  yenileme eşiğine gelmişti. Ama bu teşebbüsün fıkhını yeterince anlayamayan izleyicileri Nursi’nin vefatından sonra (23 Mart 1960) taklidciliği ve ammiliği aşamayan iki tutum göstermişlerdir:

Bazıları ‘siyaset şeytan işi’ olduğu tekerlemesini tekrar ederken, bazıları da ilkelerini belirlemeden reel siyasetin yoz ve pragmatik boyutlarına sürüklenmişlerdir.

Reel siyasetin pragmatizmini okuyamayanlar milli dindarlık anaforu içinde sağcı ve devletçi AP’nin teşnesi konumuna düştüler. Talut’un askerleri gibi bir avuç suyla yetinmediler.

Yeni Said’ciler, onun İttihad-ı İslam’dan, İslam’ın bütüncül  gayelerinden, Cemaleddin Afgani ve Urvetu’l Vuska çizgisinden uzaklaşmış halini içselleştirmişlerdi.

Aslında karşı oldukları Atatürkçü derin yapı da; ‘Nurlu Süleyman’ haykırışlarıyla peşine düştükleri Lions ve Rotory klüplerinin hamisi Mason Süleyman Demirel de; Fethullah Gülen efendi örneğinde olduğu gibi ABD de böylesine inzivada kalmış veya kullanılabilir bir Said Nursi istemekteydi.

Salih Özcan birikimi oranında bu fiili ve zihinsel barikatları aşmaya çalıştı. O zaman Kazım Güleçyez’ün dediği ‘derin yönlendirme’ Özcan ile mi yoksa Güleçyüz’ün çizgisiyle mi irtibatlıydı?

Nasipse yazacağız…