Rejimler çok ender olarak karşıtları tarafından yıkılırlar. Öte yandan adil olmayan, özgürlüğü kısıtlayan, eşitsizlikleri besleyen, birbirini tanıma ve birlikte yaşama eğilimlerini suiistimal eden rejimlerin bir anda yıkılmasını psikolojik olarak isteriz. Mazlumun haklarının verilmesini, zalimin diz çökmüş halini görmeyi hayal ederiz. Ancak bu tür dramatik olaylar rejim değişiklikleri açısından genel kuralı oluşturmazlar. Aklımızda yıkımı ima eden sembolik olayları saklasak da, aslında rejimler genellikle değişen koşullara adapte olamamanın sonucu olarak tedrici bir biçimde yıkılırlar. Bu hüzünlü bir süreçtir... Yıkılmakta olan rejimin imtiyazlı konumda olan sahipleri önce buna inanamaz, eski alışkanlıklarıyla kibirli duruşlarını sürdürürler. Ne var ki toplum giderek onları farklı bir zihinsel kalıp içinden algılamakta ve ‘arkaik’ duruş ve tavırlarını her geçen gün daha da yadırgamaktadır. Bu durum imtiyazlı kesimde öfkenin ve karşı mücadelenin kapısını açar. Gidilen yolun iyi olmadığı bellidir... Acilen bir tedbir alınması, statükonun konsolide edilmesi gerekmektedir. Oysa şartlar güç kullanımını, otorite sahiplerinin yumruklarını toplumun tepesine doğru sallamalarını engellemektedir. Dolayısıyla daha ince taktiklere, manipülasyonlara ihtiyaç vardır...
Ortaya çıkmış olan ve tam olarak uygulanma şansı bulmamasına karşın sürekli yenilenen darbe planlarının hikmeti bu. Söz konusu planların suçu sivil iktidarın seçmenine yıkmak üzere kışkırtma ve komplo peşinde koşmasının nedeni de bu... Çünkü bir rejimin yıkılmaya doğru gitmesi, yeni bir meşruiyet anlayışının ortaya çıktığını ve bu yeni bakış altında eski uygulamaların gayrı meşru hale geldiğini gösterir. Meşruiyeti yeniden oluşturmak imkânsız olduğu ölçüde de, ‘yeni’ olanın gayrı meşru olduğunu kanıtlama peşine düşersiniz.
Görevden alınan savcılar tarafından tutuklanan ve faaliyetleri önümüzdeki günlerde Ergenekon kapsamında ele alınacak olan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner, bu tablonun göbeğine oturuyor. Tam olarak ne yaptığını bilmiyor olsak da, hakkında soruşturma açılması ve tutuklu olarak yargılanması için yeterince delil var gibi gözüküyor. Bundan üç ay önce, kasımın ortasında Erzincan Jandarma İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Ersin Ergut, yürütülen soruşturma sonucunda tutuklanmıştı. Bu kişinin ev aramalarında kendi el yazısıyla “Gülen grubunun suç örgütü olduğu ispatlanacak, bu konuda delil yaratılacak” notu ve bunu destekleyen diğer notlar bulunmuştu. Anlaşıldığına göre söz konusu notlar bazı toplantılarda alınmıştı ve nitekim aynı toplantılara katılan iki gizli tanığın ifadeleri de olayı doğruluyordu. Bu gizli tanıklardan birine, kendi ifadesine göre, Çatalarmut Barajı’ndaki silah ve mühimmatın polis tarafından konduğunu ihbar etmesi telkini yapılmış; diğerinden ise, yine kendi ifadesine göre, Gülen cemaatine ait kişilerin evlerine çeşitli suç unsurları ve kamera yerleştirmesi istenmişti. Olayı araştıran savcılar bu iddiaların telefon görüşmeleri ve diğer günlük faaliyet detaylarıyla uyumlu olduğunu tesbit etmişler ve Ergut’u tutuklamışlardı.
Ancak bu komplo planının bir başka kritik önemde kişisi daha vardı... Ergut’un ifadesine göre birçok toplantıya katılan ve başkanlık eden biri... Gizli tanıkların ifadelerine göre, yapmaları istenen göreve ikna edilmeleri için görüştürüldükleri ve gerektiğinde onun tarafından korunacaklarını bildikleri biri. Yani bir tür ‘büyük abi’... Bu ‘abi’ Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’di...
Şimdi HSYK bu başsavcıyı korurken, onu soruşturan savcıların yetkilerini alıyor ve savcıları yetkili kılan mahkeme kararını da hiçe sayıyor. Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay ise HSYK’yı koruyor. Böylece hukuktan korkan üst yargı idari bir kararla hukuku engellemeye çalışıyor... Ve biz bu sisteme hâlâ hukuk devleti demeye devam ediyoruz. İşin ilginç yanı şu ki savcıların bir başsavcıyı soruşturmasına ilişkin bir hukuki ihtilafı varsaysak dahi, bunun çözüm yeri HSYK değil. Diğer taraftan bu kurumun kararları için yargı yolu da kapalı! Kısacası HSYK hukuksuz kararlar almaya yetkili olan ve bunun hesabını vermek zorunda olmayan bir kurul. Bu duruma en uygun ad ‘kalıbına uydurulmuş gizli diktatörlük rejimi’ olmalıdır.
HSYK’nın başkan vekili şöyle demiş: “Kesinlikle soruşturmaların ve dosyaların içeriğiyle ilgili bir değerlendirme ve tasarruf yapılmamıştır. Yapılan iş oradaki yanlış uygulamanın derin bir incelemeden sonra... yanlış olduğunun tesbiti ve buna göre de gereğinin yapılmasıdır.” Yani soruşturmanın yanlış olduğu söylenmiyor... Böyle bir soruşturmanın ‘istenmediği’ söyleniyor. Söz konusu değerlendirmenin de ‘derin’ bir inceleme sonucu olduğu anlaşılıyor. Bu kelimeyi bir lapsus olarak okuyabiliriz. Aynı şekilde bütün bu olanları ve örneğin CHP heyetinin Cihaner’e destek ziyareti yapmasını da bütün bir rejimin lapsusu olarak kavrayabiliriz.
Rejimlerin yıkılışı genellikle böyle tedrici bir yozlaşmayla birlikte gelir ve çoğu zaman gerçekten de hüzünlüdür.
TARAF