Eski Cumhurbaşkanları Haşimi Rafsancani ve Muhammet Hatemi, Mir Husayin Musavi'yi destekliyorlar..
Dini Lider Ayetullah Hameney ise Ahmedinecat'tan yana tavır koydu.
Görünürdeki sebep, seçimlere hile karıştırılması..
Mollaların siyaset üzerindeki etkilerini daraltmak istiyor reformcular.
Oysa 1979'daki devrimin ardından (ilk Cumhurbaşkanı Beni Sadr gibi) İran Anayasası'na "Demokratik İslam Cumhuriyeti" tabirini yerleştirmek isteyenleri tasfiye edenler de şimdiki reformcuların önde gelen isimleriydi.
Mollaların siyasal sistemi denetlemesinde mahzur görmemişlerdi o yıllarda.
Bu radikal devrimcilerinden Rafsancani de, Hatemi de ikişer dönem Cumhurbaşkanlığı yaptı.
Ahmedinecat'tan önce, on altı yıl İran'ı bu iki isim yönetti.
Rafsancani de Hatemi de "Ayetullah"tan bir basamak aşağıdaki "Hüccetül İslam" ünvanını taşıyorlar.
Mir Husayin Müsavi ise devrimin ardından yıllarca başbakanlık yaptı.
Daha önce Tahran Belediye Başkanlığı yapan Mahmut Ahmedinecat ise bir dönemdir Cumhurbaşkanıydı.
Bir önceki seçimlerde Reformcular'ın kaybetmesinin nedeni olarak, parlak vaatlere rağmen sosyal adaletin sağlanamaması ve yolsuzlukların artması gösterilmişti hatırlarsanız.
Fakir bir nalbantın oğlu olan Ahmedinecat seçimi büyük farkla kazanmıştı.
Şah'ın abad ettiği "Kuzey Tahran"ın seçkin mahalleleri, devrimin itici gücü olan yoksul "Güney Tahran" karşısında yenilgiye uğramıştı.
Ama Güney Tahran'ın kaderi büyük ölçüde değişmemişti.
Şimdi de Kuzey Tahran mahalleleri Mir Hüseyin Müsavi'ye destek veriyor, protesto gösterileri daha çok Kuzey'in bakımlı caddelerinde devam ediyor.
Kanımca İran'daki sancılı süreç, Tahran'ı da aşan bir Kuzey-Güney çelişkisinden kaynaklanıyor.
Eski devrimci yeni reformcular bu çelişkide "Kuzey" tarafında yer alıyorlar.
Sosyal adaleti sağlamak ve ekonomik paylaşımı geniş kitleler lehinde gerçekleştirmek için çabalıyordu Ahmedinecat.
Obama'nın da vurguladığı gibi, İran ekonomisi küresel ekonomiye entegre olmalıydı.
Yani "sosyal pazar" yerini "serbest piyasa"ya bırakmalı, uluslarası finans kapitalin önündeki engeller de ortadan kalkmalıydı.
Hiç kuşkusuz 'Muhafazakar kanat' siyasal açılardan da bir engel teşkil ediyor bölgede.
Bugün 'Reformcular' ve 'Muhafazakarlar' olarak nitelenen yarılmanın sebebini bu çelişkilerde aramak pek de yanlış olmasa gerek diye düşünüyorum.
Netanyahu kimlere selam çaktı!
Ne hazin bir gelişmedir ki, İsrail Başbakanı Netanyahu, "İranlı göstericilerin inanılmaz cesaretini selamlıyorum" diyerek reformculara destek vermiş.
Bir zamanlar devrimin güçlü seslerinden Zehra Rahneverd, Netanyahu'nun destek selamını iç dünyasında nasıl karşılamış olabilir diye düşünüyorum..
Mir Hüseyin Musavi'nin eşi Zehra Rahneverd'i 1980'lerde "Zeynep Burucerdi" ismiyle tercüme edilen kitaplarından bilirsiniz. "Ashab-ı Uhdud", "Kadının Adı", "Zamanın Zeynebi" isimli kitapları İslamcı gençlerin başucu kitaplarıydı.
Rahneverd'in "Oku" başlıklı 'cihat' şiirini İbrahim Sadri'nin albümlerinden hatırlayacaksınız. O 'mücahide Burucerdi' şimdi reformcuların en etkili hoparlörü.
Zehra Rahneverd'i en iyi tanıyanlardan biri yazar Cihan Aktaş. "İslamiyat" dergisinde "İran'da Siyah Yorgunluğu" başlıklı makalesinde Zehra Rahneverd'in de aralarında yer aldığı devrimci kadınlar kuşağıyla ilgili nefis bir makalesini hatırlıyorum.
Geçen dunyabulteni.com'daki yazısında Aktaş, İranlı protestocuların seçim sonuçlarıyla ilgili düşüncelerini sıralamıştı ama muhafazakarlar ve reformcular arasındaki asıl çelişkiyi izah etmiyordu bu.
Umarım bir sonraki yazısında İran'daki politik kavganın asıl nedenleri ve tarafları hakkında doyurucu bilgiler verir de bir nebze olsun merakımızı giderir. Zira olayları anlamakta güçlük çekiyoruz. Ortaya çıkan tabloda 'reformcular' uluslararası sahnede sergilenen bir oyunun aktörleri olarak görünüyorlar gözümüze çünkü.
Habertürk bir öyle, bir böyle..
Genelkurmay Askeri Savcılığı, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Yarbay Mustafa Dönmez'le ilgili iddianamesini tamamlamış.
Buna göre Jandarma Kriminal, Zir Vadisi'nde ele geçirilen silahların TSK'ya ait olduğunu belirlemiş. Silahların gömülü olduğu alanın krokisini de Yarbay Dönmez çizmiş.
Ve haberturk.com'da bir yorum başlığı:
"Silahlar çıktı, angaje gazetecilik gömüldü.. Genelkurmay Askeri Savcılığı apoletli sivillerden daha sivil çıktı."
Yorum şöyle devam ediyor:
"Bu gelişme ışığında Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın apoletli sivillerden daha sivil çıktığını söylemek mümkün. Zir Vadisi'ndeki silahlar ele geçirildiğinde; Emniyeti zan altında bırakacak, soruşturmanın ciddiyetine gölge düşürmeye yönelik akıllara ziyan haber ve yorumlara imza atan, kraldan çok kralcı gazeteciler şimdi utanıyor mu acaba?"
Utanıp utanmadıklarını bilemem ama gelin merceğimizi bir başka gelişmeye tutalım.
Emniyet, Jandarma ve Adli Tıp incelemesine göre, 'İrticayla Mücadele Eylem Planı"ndaki imza ile, albay Çiçek'in imzalarının benzer olduğu kanaatine varılmış..
Peki Habertürk gazetesi ne yapmıştı daha önce?
Belgenin 'sahte' ve 'yalan' olduğuna ilişkin yayınlar yapmıştı tabii.
"Belgenin yalan olması hepimizi rahatlattı" diye açıklamalarda bile bulunmuştu Doğan Satmış.
Bu noktada yorum yapmayacağım ve Habertürk'ün yazının başında yer verdiğim Yarbay Mustafa Dönmez Olayı'yla ilgili yorumu hatırlatmakla yetineceğim.
YENİ ŞAFAK