Erken seçim tarihi olarak belirlenen 24 Haziran’a yüklenen aşırı anlamlar belki toplumun belli bir kesiminde ciddi bir heyecan ve gayrete vesile oluyordur, bilemiyorum. Ancak belli bir tarihsel olaya veya kişiye odaklanmak yerine sürece hâkim olan ahlaki ve hukuki ilkelere vurgu yapmak, dikkat çekmek asıl önem ve öncelik verilecek iş olmalıdır. Ne var ki artık siyasal ve toplumsal dinamikleri gereğince tahlil edip zamana yayılmış bir ikna faaliyeti üstlenmek yerine kaygı ve korkulara hitap ederek mecbur bırakma yöntemi daha ucuz, daha kolay ve daha verimli görülüyor.
İster korku olsun isterse ümit ve coşku olsun mevcut tabloyu suni yollarla büyüterek kontrol etmeye girişmenin maliyeti günden güne ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramadığı aşikârdır. Ancak buna rağmen hassaten seçim sürecinde siyasi kadrolar eksik ve kusurları giderip telafi etmeyi hızlandıracak bir muhasebeye yönelmek yerine kitlelerin coşkusunu arttırmaya, kaygılarıyla oynamaya daha bir itina gösteriyorlar. Böylelikle her dönemin tekerlemesi birkaç basit örnek eşliğinde kitlelerin afyonu gibi piyasaya sürülüyor: “Milli birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz şu dönemde…”
Klişe Sözler Ters Teper
Şu hususun altını kalınca çizelim: Şimdi eleştiri ve itiraz zamanı değil, icraatları tartışmanın yeri değil, şartlar olgunlaşınca her şey daha güzel olacak vd. anlamına gelecek tüm tavsiyeler esasen yaşanan acıları derinleştirmekten, yaraları kangrene dönüştürmekten başkaca bir yola da çıkmaz, çıkamaz. Muhalefet hastalığı gibi iktidar hastalığı da var ve fecaat olan şu ki karşı kampın hatalarına, günahlarına yapılan ısrarlı vurgulardan öteye geçemeyen söylemler içerideki çürümeyi kanser gibi ölümcül bir hastalığa dönüştürüyor. Böylelikle en etkili sözler, en çarpıcı semboller bir süre sonra klişeye dönüşüyor ve toplumun en geniş kesimlerinde karikatürize edilip alay konusuna dönüşüyor.
Devleti aşırı yüceltme, iktidarın zaafa düşmekten korumak için milliyetçi-ulusalcı reflekslere sarılma, toplumu huzursuz ettiği halde şu ya da bu usulsüz yöntemleri teamül edinerek dar bir çevreyi imtiyazlı yeni iktidar sınıfı haline getirme gibi siyasal sapmaları tartışması gerekenler ıslık çalıp geziniyor. Üstelik bu alanda yaşanan sapmaları eleştirenlere yönelik her türlü itham ve iftirayı organize bir biçimde sıralayabilecek troller devreye sokuluyor. Kitlelere sürekli vazifelerini telkin eden ancak bazı hak ve özgürlüklerinden ucu açık bir zamana kadar fedakârlık yapmasını salık veren siyaset biçimi bize yabancı değil. Kimi pek yakın zamanda kimi de uzun dönemler boyunca bu topluma egemen olduğu dönemlerde böyle bir muamelede bulundu zaten.
Ahlak üzerine konuşmak yerine ahlakı kamusal hayatın, siyasetin, bürokrasinin ve iktisadi hayatın kriteri haline getirmek icap ediyor. Ahlak üzerine nutuklar çekilirken haksız kazancın tavan yaptığı bir ülkede toplumun huzuru ve güvenliği temin edilebilir mi? Yargı paslı bir bıçak gibi toplumu tedirgin eden pozisyonda fonksiyon icra ettikçe adalet mülkün değil yeni oluşan oligarşik teamüllerin teminatı olur ancak. Medyanın haliyse hepsinden beter değil mi? Kemalist ve Fethullahçı tecrübeleri yaşamış bir topluma ikisinin de en çirkin, en çirkef, en şapşal özelliklerini meczetmiş bir troller şebekesiyle hangi kültür ve eğitimin ufku açılacak? Bir seçime değil de kanlı ve yıkıcı bir istilaya muhatap olacakmışız gibi muhalefeti düşman ordularıyla eş tutan yaklaşımların terk edilmesi gerekiyor.
Yeni Denilen Eskimişler
Sözün şehveti propaganda sahasında bugünden yarına derin yaralar açabilir. Seçimi kazanmak kadar kaybetmek de mümkün ve meşrudur. Ancak mevcut siyasal propaganda biçimi iktidar değişimini iç savaş ve işgale doğru açılmış bir tuzak olarak lanse etmekte. Bu propaganda biçimi sağlam bir irade, güçlü bir siyaset ve toplumsal meşruiyeti sarsılmaz kavi bir hareket olarak değil zaafa ve çözülmeye son derece müsait bir görüntü vermektir. Söylem içerik ve şekil olarak siyasi kadro ve hareketin ne kadar özgüven sahibi olduğunu belirler nihayetinde.
Bugün sıkı sıkı sarılmanın marifet sayıldığı milliyetçi söylemlerle sadece içi boş hamasi sloganlar olmaktan ibaret değildir. Yerli ve milli devlet mottosu zannedildiği gibi kitleleri kuşatan sihirli bir formül filan da değildir. Eğer bunlar işe yarar formüller olsaydı asıl sahiplerini iktidardan hiç indirmezdi. Türkiye’nin birinci gündemi bu asrın Türk asrı olduğunu dünyaya göstermek gibi ulusalcı rüyaları hayra yormak olabilir mi?
Eski Türkiye’nin eskimiş üstelik bütün bir toplumu eskitmiş söylem ve sembolleri üç beş makyaj hamlesiyle yeni Türkiye’nin ufkunu oluşturamaz. Bu söylemler bir ihtimal iktidara yakın dar çevrelerde heyecan yaratıyor olabilir. Fakat geniş toplum kesimlerinde bu söylemlerin hiçbir karşılığı yok. Toplum ne konuşuyor peki? Şikâyet ve hayal kırıklığının günden güne yaygınlaştığı üstelik hemen herkesin kendisine dair kötü bir hikâyeyi dost meclislerinde paylaşabildiği hüzünlü bir iklimdeyiz ne yazık ki!
Yeni bir hikâye oluşturmak, toplumu yeni bir heyecan dalgasının parçası haline getirmek zor değil. Ancak samimi bir muhasebe, kucaklayıcı ve kuşatıcı bir siyasal pratik bu sürecin ilk adımı olmak zorundadır.
Yeni Akit