Eski Bakanlar İddiaları Yanıtladı

Eski bakanlar Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Muammer Güler haklarındaki iddialara TBMM Genel Kurulu'nda cevap verdiler.

Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan, eski AB Bakanı Egemen Bağış, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler ve eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ile birlikte haklarında verilen soruşturma önergelerinin TBMM Genel Kurulu'ndaki görüşmelerinde hakkındaki iddiaları cevapladı. 

Zafer Çağlayan, 17 Aralık'tan itibaren uygulanmaya çalışılan sistematik itibarsızlaştırma kampanyasıyla karşı karşıya olduklarını belirterek, "Her türlü iftira, yalan, illegal deliller, hukuksuz dinlemeler ve montajlar karşımıza çıkartıldı" dedi. 

Soruşturmada gizlilik kararı olmasına rağmen hakkındaki asılsız iddialara delilleriyle cevap vereceğini ifade eden Çağlayan, gizlilik kararı olan dosya ile ilgili konuşarak suç işlediklerini söyledi.

Siyasi linç operasyonun Türkiye'ye verdiği zararları paylaşacağını dile getiren Çağlayan, 27 yıllık sanayicilik geçmişi olduğunu, 13 yıl Ankara Sanayi Odası Başkanlığı yaptığını anımsattı. 2007 yılından beri milletvekili, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Devlet Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığı görevlerini üstlendiğini anlatan Çağlayan, "Sizlerin de yakından takip ettiği gibi ben ülkemizin ticaretine, ihracatına, istihdamına katkı yapan her iş adamıyla ilgilenmiş, sorunlarıyla hemhal olmuşumdur" diye konuştu.

Makamını ve özel kalemini iş adamlarına tahsis ettiği iddiası bulunduğunu belirten Çağlayan, şöyle konuştu: 

"Evet, ben bu iddiayı aynen kabul ediyorum ve bir itirafta daha bulunuyorum; Sanayi Odası Başkanı olduğum dönemde de bakan olduğum dönemde de hatta istifam sonrası milletvekili olduğum bu dönemde de kendim de çalışma arkadaşlarım da bu ülkede çivi çakan, taş üstüne taş koyan, Türkiye'nin ihracatına katkısı olan ve olacak tüm iş adamlarımızın emrine kendimi amade ettim ve etmeye de devam edeceğim. Bu suçsa, bu suçu 20 yıldır işlediğimi itiraf ediyor ve bu suçu kabul ediyorum.

Zor olan nedir biliyor musunuz? Başkalarının yaptığı işlemlerden dolayı benim ve oğlumun savunma yapması, yani taraf olmadığımız bir konunun içine çekilmemizdir.  Yaklaşık 5 aydır aile boyu bu sıkıntıyı yaşıyoruz. İtibarsızlaştırmayla, yargısız infazla, büyük bir yalanla karşı karşıyayız. Bunlar beni yaralıyor ama yine de bu ülke için, bu millet için canımız feda olsun."

Çağlayan, konuşması sırasında muhalefet sıralarından laf atılması üzerine, savunma hakkını dinlemeye bile tahammül edilmediğini ifade etti. 

Saat iddiası

İş adamı Rıza Sarraf'tan saat hediye aldığı iddiasına değinen Çağlayan, daha önce bu konuda avukatı aracılığıyla basın açıklaması yaptığını, soruşturmanın gizliliğinden dolayı kapsamlı açıklama yapamadıklarını anlattı. 

 Açıklamasında saati kendisinin aldığını ve bedelini kendisinin ödediğini kaydettiğini anımsatan Çağlayan, "Ancak bazıları yargısız infaz yaparak, şahsımla ilgili yakışmayan ifadeler kullandı. Bir kez daha Genel Kurul huzurunda anlatıyorum. Bu saat tarafımca alınmış, bedeli tarafımca ödenmiş ve mal beyanına da girmiştir" diyerek, mal beyanını gösterdi. 

Çağlayan, Sarraf'ın uçağıyla Umre'ye gittiği iddiası hakkında şunları söyledi:

"Soruyorum, siz insanların suçlu olup olmadığını nereden biliyorsunuz? Operasyon yapılırken orada mıydınız, elinizde mahkeme kararları mı var? Ben 1995 yılında, 38 yaşında iken Sanayi Odası Başkanı olmadan evvel kutsal görevim olan Hac ziyaretimi yaptım. Defalarca hac, umre ziyareti yaptım. Söz konusu ziyareti de bir acenta üzerinden gerçekleştirdim. Bu ziyaretin bedelinin tarafımca ödendiğini, işte belgelerle size burada gösteriyorum.

Bu bir itibarsızlaştırma operasyonudur. Umre konusunun bu iddialar arasında yer almasının nedeni bize inanan, bize güvenen, hatta 30 Mart'ta bu güveni tekrarlayan aziz Türk milletinin manevi, dini ve muhafazakar duygularını istismar etmektir. Geçin bu işi, bu işten size ekmek çıkmaz. Hac ve umre gibi mukaddes görevlerin böyle asılsız iddialara malzeme yapılması inciticidir."

Altın soruşturmasını engelleme iddiası

Zafer Çağlayan, Gana'dan gelen bir uçaktaki 1.5 ton altınla ilgili adli ve idari soruşturmayı engellediği iddiasının da yalan olduğunu söyledi. 

Uçağın gümrük idaresine yüküyle ilgili gerekli belgeleri sunmadığı için durumun tutanağa bağlandığını belirten Çağlayan, eksik belgeler tamamlandıktan sonra uçağın Dubai'ye gittiğini ifade etti. Çağlayan, "İnsaf ve vicdan sahibi olan insanlara şunu belirtmek istiyorum ki size bahsedeceğim bu konuyla ilgili gerek gümrük gerek savcılıkça yapılan işlemlerde adım dahi geçmezken, bu iddiayla adımın ilişkilendirilmesidir" dedi.

Bu konuda ilk işlemin Gümrük ve Ticaret Bakanlığı müfettişleri tarafından yapıldığını, raporda altının gümrük vergisinden muaf ve KDV'den istisna olması nedeniyle Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamına girmediğini, altın ithalatına teşebbüs edilmesi nedeniyle Gümrük Kanunu'nun ilgili maddesiyle para cezası uygulanmasının ifade edildiğini ve beyan edilen malla ilgili durumun Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından değerlendirilmesinin yer aldığını dile getiren Çağlayan, şöyle devam etti: 

"Görüyorsunuz, herhangi bir idari soruşturmaya engel olmamışım. Devam eden süreçte, soruşturma raporunu referans alarak işlem yapan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, 25 Kasım 2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Bakırköy Başsavcılığının 18 Aralık 2013 tarihli idari yaptırım kararıyla, Türk Parasını Koruma Kanunu maddesi gereğince idari para cezası verilmiş, bu karar Bakırköy 10. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 18 Nisan 2014 tarihinde itirazın kabulü kararıyla kaldırılmıştır. 

Gana'dan geldiği belirtilen uçak hakkında her türlü idari işlem yapılmış ve bu işlemler gereğince kesilemeyecek idari para cezaları kesilmiştir. Bununla da kalmayarak, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tüm iddiaları araştırmış ve kararını vermiştir. Sonuç olarak, ortada 1 milyon liralık vergi kaybı ve kaçağı yoktur. Altın ithali Gümrük Vergisi'ne ve KDV'ye tabi değildir. Kaldı ki bu teşebbüsü yapanların benimle ilgisi yoktur. Konunun hiçbir tarafında benim ve Bakanlığın görev alanına giren hiçbir husus yoktur."

Zafer Çağlayan, Sarraf'ın İran'a yaptığı ihracatlarda Halkbank'ın komisyon oranının düşürülmesi ve ihracat yapılmasına kolaylık sağladığı iddialarını da yanıtladı. 

Çok net ve açık mevzuat çerçevesinde yapılan işlemlerin hukuken eleştirilmesinin gerekçesini anlamanın zor olduğunu vurgulayan Çağlayan, "Ortada tipik bir yargısız infaz çabası vardır" dedi. 

Halkbank'ın KİT statüsünde olduğuna ve 1980 yılından beri İran'da temsilciliğinin bulunduğuna dikkati çeken Çağlayan, bankanın teftiş ve soruşturmasında iddiaların incelendiğini söyledi. 

Savcılık soruşturması kapsamında hakkında bilgi talep edilen firmaların peşin bedel karşılığında gerçekleştirdiği ihracat sistemlerinin de incelendiğini anlatan Çağlayan, proforma faturaların, fatura ve gümrük beyannameleriyle Gümrük ve Ticaret Bakanlığı sistemine yüklenen beyannamelerin tutarlı olduğunun ortaya konulduğunu kaydetti. Çağlayan, hiçbir ihracatçının peşin ihracatlarda, transit ihracatlarda proforma fatura sunma mecburiyetinde olmadığına da işaret etti.

Çağlayan, soruşturmada Royal Grubu ve diğer grupla ilgili yapılan araştırmalarda, transfer bedelinin altın için binde 4, gıda ihracatı için binde 8 oranında komisyona tabi tutulduğu ve firmalara uygulanan komisyon oranlarının piyasa koşullarına göre makul sevilerde olduğu ve herhangi bir firma için özel bir uygulamaya gidilmediği, bu işlemlerde bankanın belirleyici değil, asıl belirleyici olanın İran'da mal alanla Türkiye'de mal satanın olduğunun çok net bir şekilde ortaya konulduğunu belirtti.

Altın ihracatının ulusal ve uluslararası mevzuata ve ticaretin gereklerine uygun olarak yapıldığını dile getiren Çağlayan, "Ortaya atılan iddiaların hepsi yalandır, dolandır, iftiradır. Bu operasyonda amaç, Tayyip Erdoğan ve ailesi; araç, Zafer Çağlayan ve ailesi olmuştur" dedi.

Muammer Güler

İçişleri eski Bakanı, AK Parti Mardin Milletvekili Muammer Güler, "Bir bakan şüpheli olarak addedilemez ve hakkında savcı soruşturma yapmaya yetkili değildir. Makul şüpheyi öğrenen savcı derhal dosyayı ayıracak, Cumhuriyet Başsavcısına bilgi verecek, TBMM Başkanlığı'na gönderecek" dedi.

Güler, TBMM Genel Kurulu'nda, dört eski bakan hakkında AK Parti milletvekillerinin verdiği soruşturma önergesi üzerinde hakkındaki iddialara yanıt verdi. Güler, bu soruşturmanın; başlangıcından operasyon aşamasına gidinceye kadar, hatta operasyon sırasında bir çok hukuksuzluk, yetki aşımı, ilgili kanun hükümlerine açıkça aykırılık ve özellikle de usul hükümleri ile bağdaşmayan yanlışlıkları içerdiğini söyledi. 

Soruşturmanın, hukuki olmaktan ziyade siyasi düşüncelerin ve kişisel kanaatlerin etken olduğu, maddi delillerden çok önyargılı yorumlara dayalı, itibarsızlaştırmaya yönelik soruşturma olduğunu belirten Güler, "Bu soruşturma adli nitelik taşımaktan öte, önceden kurgulanan bir senaryonun sahneye konulmasından ibarettir, amacı da şahsım ve hükümetimiz hakkında olumsuz bir algı yaratmaktır" değerlendirmesinde bulundu.

Güler, şöyle konuştu:

"Operasyondan önce bütün gizlilik kurallarının çiğnendi, bizzat görevliler tarafından bazı basın ve televizyon kuruluşlarına önceden servisler yapıldı; görüntü ve iletişim kayıtlarında yer alan bazı kelimeler ve cümleler dijital ortamda kesilerek başka yerlere eklenmiş, hukukiliğine ve olayla ilgili olup olmadığına bakılmaksızın tüm dosya bilgileri sızdırılarak evrensel nitelikteki masumiyet karinesi yok sayılmıştır. Aslında bu operasyon gizli değil. Yetkili ve görevli makamlardan gizlenmiş bir psikolojik harekat, itibarsızlaştırma ve hedefi belli bir algı operasyonudur.

Oysa Ceza Kanunu'nun 153. maddesine göre, gizlilik ve kısıtlılık kararı bulunan ve müdafilerin dahi inceleme yetkileri olmayan dosya ayrıntılarının kasıtlı şekilde saptırılması suretiyle kamuoyuna yansıtılmış olması, soruşturmanın önceden hedeflenmiş amaçları için kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Soruşturmanın belli bir süre bekletilmesi de manidardır. Konusu, tarafları, mahiyetleri ve suç tarihleri birbirinden tamamen farklı olan ve aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunmayan başka soruşturmalarla birleştirilerek, aynı tarihte müşterek bir operasyon icra ediliyor, bu surette de kamuoyu algısı oluşturuluyor. Haberleşme özgürlüğü, soruşturmanın gizliliği, masumiyet karinesi yok sayılmış, basına bilgi sızdırılarak yargı görevlilerinin de etkilenmesi amaçlanmıştır. Kanuna açıkç aykırı bir biçimde aylarca yürütülen ve bakanların şüpheli olarak addedildikleri bu soruşturmadan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı'nın bilgisi yoktur. Gizli olduğu için yayınlanmayan Emniyet Genel Müdürlüğü operasyon yönetmeliğine de burada uyulmamıştır."

Güler, soruşturmada savunma hakkı ve adli yargılama hakkının ihlal edildiğini, bunun her milletvekili için sözkonusu olabileceğini söyledi. 

"Oğlumun ve diğer şüphelilerinin ifadesi dahi alınmadan, mali şube müdürü, görevden ayrılanlar, 18 Aralık tarihinde yani gözaltından bir gün sonra, tam 309 sayfalık fezleke niteliğindeki bir dosya hazırlanıyor, yeni gelenlere imzalatılmak isteniyor, imzaladıkları zaman da götürülüp, 18 Aralık tarihi itibariyle savcılığa teslim ediliyor" diyen Güler, bu raporun fezlekeye esas teşkil eden rapor olduğunu kaydetti. Güler, "Hukuka aykırı ve derhal imhası gereken delillere yer veren, suçüstü yapma olanağı varken yapmayan adli kolluğun sadece maddi olgu ve durum tespiti ile yetinmek yerine, bu raporda bakan olarak şahsımı ve Hükümetimizi kamuoyunda olumsuz bir algı oluşturacak tanımlarda bulundukları görülüyor. Bu görevliler, kendilerini cumhuriyet savcısı, hakim hatta TBMM Soruşturma Komisyonu yerine koyarak dosyada yer alan, içeriği kuşkulu, somut olay ve bulgularla örtüşmeyen beyan ve bulguları kendilerine göre yorumlayarak kesin bir biçimde suç nitelemesi yapmışlardır. Bu nitelemeyi ancak TBMM Soruşturma Komisyonu yapabilir ve yüce Genel Kurul'un kararı ile bu kesinleşir" şeklinde konuştu.

Muammer Güler, Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 5. maddesinde, "adli kolluğun öncelikli görevi suçun işlenmesini önlemektir" denildiğini anımsatarak, "Niçin suçüstü yapılmamıştır?" diye sordu. Yönetmeliğin 6. maddesinin, "Delilerinin hukuka uygun olarak toplanmasını öngördüğünü" ancak bunun da yapılmadığını ifade eden Güler, "17 Aralık'ta oğlumla yaptığım iddia edilen telefon görüşmesi... Cumhuriyet savcısının dinlenen telefonlarla ilgili bize verdiği resmi yazı var. Benim konuşma yaptığım telefon ile...  arama sırasında bulunan avukatın telefonları bu konuşmada yok. Bu çok hazin bir şeydir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Çolakkadı ile kendi telefonumdan yaptığım görüşme dahi basına sızdırılmıştır. Bir bakanın ve Cumhuriyet Başsavcının telefonunu kim, hangi yetkilerle dinleyebilir ve hangi yetki ile basına sızdırabilir?" diye konuştu.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 135. ve 140. maddesinde hangi delillerin toplanacağının belli olduğunu belirten Güler, "Bu soruşturmada bir bakan şüpheli olarak addedilmiş ve hakkında 8.5 ay soruşturma yapılmıştır. Bir bakan şüpheli olarak addedilemez ve hakkında savcı soruşturma yapmaya yetkili değildir" dedi.

Güler, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 135. ve 138. maddelerinin, "aleyhine tanıklık yapılamayacak kişiler arasındaki görüşmelerin derhal imha edileceğini" öngördüğünü, özel soruşturmaya tabi olan kişiler hakkında tesadüfi delil dahi, 3. kişilerle yapılan konuşmaların kabul edilemeyeceğine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun ve Başkanlar Kurulu'nun kararları olduğunu bildirdi.

Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün ilgili genelgelerinde, bakanlarla ilgili soruşturma usu açıkça belirlendiğini vurgulayan Güler, burada özellikle bu hükümlere uyulmadığını kaydetti. Güler, şöyle konuştu: 

"Makul şüpheyi öğrenen savcı derhal dosyayı ayıracak, Cumhuriyet Başsavcısına bilgi verecek, TBMM Başkanlığı'na gönderecek. 3628 sayılı Kanunun 8. ve 17. ve 19. maddeleri, 'özel soruşturmaya tabi olan kişiler hakkındaki hükümler saklıdır' diyor. Peki savcı ne yapacak ne yapacak burada? Makul şüpheyi öğrendiği zaman dosyayı ayıracak, TBMM'ne bildirecek. Artı 'amirine bilgi verecek' diyor. Bakanın amiri kimdir? Bakanın amiri Başbakandır. Niçin bilgi vermemiştir? Bir savcının bunu bilmemesi mümkün müdür? 

Güler, "İddia konusu işlerin, rüşvet suçunun, nüfuz suistimali suçunun, suçluyu kayırma, soruşturma gizliliğini ihlal suçlarının" kanunu unsurlarının olmadığını söyleyerek, "Veremeyeceğim hiç bir hesap yoktur" dedi.

Bu sırada, CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ayağa kalkarak ve elini göstererek, "Eli kanlı" diye bağırdı.

Egemen Bağış

AB eski Bakanı Egemen Bağış, "17 Aralık soruşturmasında şahsımın bir iş adamından üç kez rüşvet aldığı iddiası külliyen yalandır, iftiradır, alçakça, şerefsizce kurgulanmış bir iftiradan başka bir şey değildir" dedi.

TBMM Genel Kurulu'nda, hakkında verilen soruşturma önergesinin görüşmelerinde iddiaları cevaplandıran Bağış, bu kürsüde böylesine çirkin, mesnetsiz ve adice kurgulanmış iftiralarla yer alıyor olmaktan büyük üzüntü ve acı duyduğunu ifade etti. 

Egemen Bağış, 12 yıldır Meclis çatısı altında milletin vekili sıfatını gururla taşıdığını kaydederek, "Bugün böylesine çirkin iftiraların hedefi olmak son derece yaralayıcı. 17 Aralık'tan bu yana, kendi emellerine ulaşmak için her yolu mübah gören gözü dönmüş bir örgütün sistematik itibarsızlaştırma kampanyasına maruz bırakıldık" dedi.

Üzerinde gizlilik olduğu gerekçesiyle dosyanın muhatabı olan kendileri ile dahi paylaşılmayan ama medyaya çarşaf çarşaf servis edilen sözde belgelerle kamuoyu vicdanında mahkum ettirilmeye çalışıldıklarını anlatan Bağış, şöyle devam etti:

"Şahsımıza, ailemize, partimize, itibarımıza, önceden planlandığı çok açık olan bir linç kampanyası başlatıldı. Hukukun en temel ilkeleri, masumiyet karinesi ayaklar altına alındı. Bizleri ve partimizi itibarsızlaştırmak için, organize bir algı operasyonuna, itibar cellatlığına girişildi. Hatta, 17 Aralık'tan çok önce, daha sonra paralel yapıyla ilişkili olduğu ortaya çıkan bir internet çetesinin saldırılarına 2011'den bu yana maruz kaldık.

Keza, 17 Aralık'tan bir hafta önce katıldığım bir televizyon programında dershanelerle ilgili sorulan bir soruya verdiğim cevap üzerine paralel yapının medyasından üç önde gelen ismin tehdit imalı cep telefonu mesajlarını aldık.

Tehditle, şantajla bizi susturamayanlar, 17 ve 25 Aralık darbe girişimiyle bu sefer aslı astarı olmayan çirkin iftiralarla hakkımızda siyasi darağaçları hazırlamaya kalktı. Başbakanımızın dediği gibi, Allah, düşmanın bile şereflisini nasip etsin.

Bu iddialar ve iftiraların gündeme gelmesinin akabinde ilk olarak milletimizin ve yüce Meclisin huzuruna çıkıp, bu kürsüden iddialara cevap vermiş, alnımızın ak, başımızın dik olduğunu vurgulamıştık. 

Aradan geçen sürede herkes konuştu, biz sustuk. İftiralar, yargısız infazlar, itibarsızlaştırma gayretleri devam ederken, biz, en önce milletin kürsüsünde kendimizi anlatmayı tercih ettiğimiz için bugünü bekledik ve bugün buradayız. Yine, yüce Meclis çatısı altında milletin kürsüsündeyiz, artık susmayacağız, yutkunmayacağız. Bize bu hain kumpası kuranlarla ilk günden itibaren kararlılıkla devam eden mücadelemizi bugünden itibaren milletimizle de paylaşmaya, bu karanlık odakların iç yüzünü milletimize anlatmaya devam edeceğiz.

Gerçekler elbet er ya da geç ortaya çıkacak. Neyin ne olduğu, hangi çirkin tezgahların tedavüle sokulduğu, ne tür iftiralarla insanların hakkına, hukukuna tecavüz edildiği elbet anlaşılacak. Biz bunu biliyor ve asla hukuk nezdinde hesaplaşmaktan çekinmiyoruz. Hiçbir zaman dokunulmazlığımızın arkasına saklanacak tıynette olmadık."

Başörtüsüyle ilgili bir soruya cevaben "millet neyse vekili o olmalıdır" dediği için siyasetten men edilme talebiyle Anayasa Mahkemesi'nde partisine açılan kapatma davası kapsamında yargılandığının altını çizen Bağış, "Bundan asla gocunmadık. Aksine, gurur duyduk çünkü bu milletin vekillerini birbirinden ayıran; sadece vekillerini değil, insanlarını kılık kıyafetinden dolayı ayrımcılığa mahkum eden zihniyete meydan okumak bizim için utanılacak değil, gurur duyulacak bir hatıradır" dedi.

 "O kayıt aleni bir montajdır"

 Egemen Bağış, dün kendilerine irticacı yaftasını yapıştırmaya kalkanların, bu sefer, siyasi bir montaj ses kaydı üzerinden kendilerinin imanlarını sorgulamaya ve sorgulatmaya kalktıklarını belirterek, "Paralel yapının daha önce dinleyip havuzunda tuttuğu anlaşılan, yirmi yıllık bir arkadaşımla telefon görüşmemi arşivden çıkarıp kestiler, biçtiler, montajladılar, amaçlarına göre makyajladılar ve bu montaj üzerinden benim imanımı sorgulatmaya kalktılar. Bu milletin inancı ve değerlerini yıllarca hor gören siyasetçiler, gazeteciler, medya ve sosyal medya üzerinden imanımız hakkında hadleri olmadan ahkam kesmeye kalktılar. O gün açıkladım, bugün bir kez daha açıklıyorum: O kayıt aleni bir montajdır ve mahkemeler nezdinde buna yönelik girişimlerimiz ilk günden başlamıştır" diye konuştu. 

Bağış, söz konusu yasa dışı dinlemelerin nasıl yapıldığının, bu dinleme havuzları, montaj ve dublaj merkezlerinin nasıl, hangi amaca yönelik kurulduğunun hiç tartışılmadığına dikkati çekti.

İhanet merkezlerinde üretilen montaj ve dublajlarla insanlar suçlandığını, lekelendiğini vurgulayan Bağış, "Bizim imanımızı sorgulamak kimsenin haddi değildir, sizin hiç değildir. Burada sizlere imanımın ve inancımın ölçüsünü anlatma çabası içerisinde olmayacağım, zira Allah her şeyi bilendir. Avrupa'da ve ülkemizde, inancımıza, kitabımıza, Peygamberimize dil uzatmaya kalkan İslam düşmanlarına hadlerini bildirmekten çekinmediğimize, milletimiz ve o platformlarda bizlerle olan milletvekilleri de şahittir. Yani bizi bilen bilir, bilmeyen de kendi gibi bilir" dedi. 

"İftiradan başka bir şey değildir"

Bağış, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerin kapsamında, paralel medyanın Avrupa Birliği Bakanlığı'nın ilgili kuruluşu olan Türkiye Ulusal Ajansı'nda usulsüz ihaleler ve personel alımı yapıldığına yönelik iddialarda bulunduğunu anımsattı. 

Hakkında soruşturma açtığı bir bürokratın yazdığı bir elektronik postanın hiçbir süzgeçten geçirmeden doğruymuş gibi çarşaf çarşaf yayınlandığını ifade eden Bağış, "Buna dayanarak, Avrupa Birliği'nin, AB fonlarını, Erasmus Programı'nı askıya alacağını iddia ettiler. Avrupa Birliği Türkiye'ye müfettişler gönderdi hiçbir usulsüzlük olmadığı Avrupa Birliği tarafından da ilan edildi" dedi. 

Bağış, şöyle devam etti:

"Hamdolsun, hayatım boyunca ne şahsımın ne ailemin ne partimin ne de bana güvenenlerin başını öne eğdirecek hiçbir şey yapmadım, yapmam, yapamam.

17 Aralık soruşturmasında şahsımın bir iş adamından 3 kez rüşvet aldığı iddiası külliyen yalandır, iftiradır, alçakça, şerefsizce kurgulanmış bir iftiradan başka bir şey değildir.

Evet, söz konusu iş adamı Rıza Sarraf'ı 5 yıldır tanırım. Kendisiyle, 15 yıldır tanıdığım değerli bir sanatçımız olan Sayın Ebru Gündeş'in eşi sıfatıyla ilk kez beş yıl önce Darülacezede her sene eşimle birlikte verdiğimiz bir iftar yemeğinde tanıştım. Daha sonra, çeşitli organizasyonlarda, davetlerde karşılaştık.

Şimdi, gelelim hakkımdaki iddialara. Nedir o iddia? Rıza Sarraf'tan 3 kez, toplamda 1,5 milyon dolar rüşvet almak. Dediğim gibi, bu iddia külliyen yalandır, iftiradır. Peki, bu iftiraya dayanak olarak öne sürülen üç olay nedir?

İddia 1: Rıza Sarraf'ın babasına İtalyan vizesi başvurusuna yardımcı olmak karşılığında 500 bin dolar. Güler misiniz, ağlar mısınız? Yani şahsımı, Türkiye'nin tanınmış bir sanatçısının kayınpederine, başvurusu dahi olmayan İtalya vizesi almaya yardımcı olmak karşılığında 500 bin dolar almakla itham ettiler, iftira attılar.

Siyasi hayatım boyunca her biriniz gibi ben de birçok kişinin vize almasına yardımcı oldum, çalışma arkadaşlarım veya şahsım aracılığıyla destek vermeye çalıştım. Şahsım ve Bakanlığım tarafından yüz binlerce vatandaşımızın, AB fonlarıyla eğitime gönderilen öğrencilerimizin, sporcularımızın, sanatçılarımızın, gazetecilerimizin vize başvurularında insani çerçevede yardım edilmesine vesile oldum. Evet, Rıza Sarraf'ın babası için bir vize yardım talebi aldım ama vizeye başvurmadılar bile. Alınmamış bir vize için yardımcı olduğum iddiasıyla 500 bin dolar aldığımı iddia ettiler.

Gelelim ikinci iddiaya: Adı geçen şahsın otel projesine aracılık yaptığım ve bunun için de bir 500 bin dolar daha aldığım iddia edildi. Konunun özeti şudur: Bir etkinlikte karşılaştığımızda ortak bir tanıdığımızdan otel yapma düşüncesiyle bir bina satın aldığını söyledi, ben de her ikisine de hayırlı olsun dedim, onun dışında tek bir müdahalem olmamıştır. Türkiye'de herhangi bir ilçe belediyesinin, herhangi bir büyükşehir belediyesinin, herhangi bir bakanlığın, Turizm Bakanlığı'nın ya da bir başka kuruluşun, tek bir yetkilisi, bürokratı çıkıp 'Egemen Bağış bu otelle ilgili bizi aramıştır' diyemez çünkü aramadım, sadece hayırlı olsun dedim.

Gelelim üçüncü iddiaya: Aynı şahsın, Rıza Sarraf'ın aleyhinde yapılacak bir haberi engellediğim için de 500 bin dolar aldığım iddia edildi. Rıza Sarraf beni telefonla aradı, tanıdığı bir siyasetçiye bir şikayeti bildirmek üzere. O gün Yunanistan'da resmi bir ziyaretteydim. Yanımda olan çalışma arkadaşlarım ve beraberimdeki gazeteciler de buna şahittir. Bana dedi ki: "Bir gazeteden beni arıyorlar (1 milyon dolar vermezsen senin aleyhine haber yapacağız) diyorlar. Ben bu şikayetimi kime aktarmalıyım? Bana yardım edin Sayın Bakan.' Ben dedim ki benim partimin medyadan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik Bey var, ona bu şikayetinizi aktarırım. Ve o gazetecilerin önünde Sayın Hüseyin Çelik'e, 'Böyle böyle bir iddia, böyle bir şantaj durumu var, bu konuda takdir sizindir' dedim. Öyle deli saçması iddialarla, iftiralarla karşı karşıyayız ki ama bunların hepsi ortaya çıkacak."

AA

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu