Kadının fıtri ve geleneksel rolünün dışına çıkarılıp "yeni bir rol"e soyunmasının ve bunun kadın için 'varoluşsal' olarak başarılması gereken bir çaba olarak sunulmasının gerisinde yatan irade kime aittir?
"Ne" olduğunu bilemediğimiz muhayyel bir "zamanın ruhu" mu bu değişimi zorunlu kılıyor, yoksa binlerce yıllık erkek-kadın ilişkisinin ortaya çıkardığı tarihsel ve toplumsal tecrübeden tam da bu zaman diliminde bıktığını, beşeriyetin tarihi akışının hep aleyhinde işlediğini bir tür aydınlanma ile fark eden ve artık bunun değişmesi gerekir diyen kadın mı?
Bir gazete köşesinde bu sorulara cevap vermek güç. Kestirmeden şunu söyleyebiliriz: Küresel düzeyde kadınları eşitlik fikrine iten birinci faktör, geride bıraktığımız iki yüzyıllık sanayi devriminin özgül şartları, emek sömürüsüne dayanan kapitalizmin kadını erkeğe göre biraz daha sömürmesi ve bunun iki cins arasındaki doğal dengeyi altüst etmesidir. Batı'da kadınlar insani refleksleriyle hak arayışına çıktılar. Teknolojinin domine ettiği sosyo-kültürel hayat, ulus devlet ve bunu geriden besleyen Batı'nın tarihsel kolektif hafızası (Kilise ve mutlakiyetçi idareler) kadını 'eril' olana 'dişil' kimliğiyle varolmaya adeta mecbur etti.
Ancak bugün erkek-kadın sorununun temeli bu değil. Sorun ataerkil kültürün baskısını veya geleneksel hiyerarşiyi çoktan aşmış bulunuyor. Sorun, küresel kapitalizmin 'Batı'da yaşanan trajik tarihsel tecrübenin hasılası olan erkek-kadın ilişkisini Batı-dışı dünyaya taşıma azminde olması ve özellikle İslam dünyası üzerinde emredici ve taşıyıcı araçlarıyla külli bir projenin uygulama alanına konmuş olmasıdır.
Bu ilk görünürde "kadına özgürleştirici" geldiği kadar "erkeğe de özgürleştirici" gelmektedir. "Kadın-erkek eşitliği" tabii ki kadını erkeğin itaati dışına çıkarır, ama unutmayalım ki erkeği de "kadına bağımlı" olmaktan kurtarır. Çünkü iki cinsin eşit olduğu bir dünyada bu sayede erkek "sorumlu-gözetleyici" olmaktan kurtulmuş oluyor. 'Nikahsız beraberlikler', ev arkadaşlığı, bedenin laikleşmesi, cinsel özgürlük, zinanın suç olmaktan çıkarılması vb. modern teamüller erkeğin kadına kolay, maliyetsiz, yani sorumluluk yüklenmeden, külfet üstlenmeden erişebilirliliğini sağlıyor. Hakikatte evinden dışarı çıkarılan, kendi geçimini kendisi üstlenmek zorunda bırakılan ve genç yaşında aranıp da yaşlandığında -kuzey ülkelerinde 35 yaşından sonra kadınlık cazibesini kaybetti diye- bir kenara itilen, bu suretle asıl mağdur olan kadın oluyor. Bu, toplumda cinsiyet ayrımı, erkek-kadın eşitliği fikrini erkeklerin niçin sahiplendikleri konusunda bize bir fikir verir. Artık erkekler, kadınlardan elde etmek istedikleri azami faydayı elde edebiliyorlar, ama onlara karşı kalıcı bir sorumluluk üstlenmiyorlar. Bir ailenin helal yoldan geçimi, güvenlik, sağlık ve sosyal sorumluluğu dünyanın en ağır işlerinden biridir.
Düşünce referanslarına göre erkekler, kadın-erkek eşitliğini farklı argümanlarla savunuyorlar. Gözlenen şu ki, erkekler artık küresel düzeyde kadınların sorumluluğunu üstlenmek istemiyorlar. 'İslami' kimliğini önemseyen erkekler arasında da, bu görüşte olanlar, eşitliği Kur'an'ın kendilerine yüklediği 'kavvam' vasfından ve bu vasfın yüklediği sorumluluktan kaçmanın bir yolu, 'meşrulaştırıcı aracı' olarak kullanıyorlar. Kısaca kadın-erkek eşitliğini ve genel olarak feminist ideolojiyi artık hararetle erkeklerin savunuyor olması, onların kadının tarih boyunca ve bugün ezilmişliği karşısında isyan edip hakkaniyeti ve adaleti tesis etme istemelerinin sonucu değil, kadına karşı sorumluluktan kaçma çabalarının sonucudur. Kadın hakları, eşitlik ve feminist ideoloji, erkeği kadına karşı özgürleştirmekte, en azından geleneksel ve tarihsel formlarında müşahede ettiğimiz konumuna ve rolüne kıyasla özerkleştirmektedir. Bu erkek için külfetsiz nimettir.
Feminizm, cinslerin eşitliği ve pozitif ayrımcılık -iddia edildiğinin ve beklendiğinin aksine- kadınların aleyhine işlemektedir. Kadınlar, sanayi devrimi ve Aydınlanma'dan sonra bu sefer küresel düzeyde ikinci dalga sömürüye maruz kalmaktadırlar.
ZAMAN